1. YAZARLAR

  2. SİNAN ÖN

  3. Srebrenitsa Katliamının 25.Yılında Dram ve Ütopya!
SİNAN ÖN

SİNAN ÖN

Yazarın Tüm Yazıları >

Srebrenitsa Katliamının 25.Yılında Dram ve Ütopya!

12 Temmuz 2020 Pazar 16:52A+A-

Aliya’nın “Doğu Batı Arasında İslam”  çalışması, başından sonuna kadar insanın ne olduğu meselesini tartışan, özgün yorumlar getiren, insan felsefesi alanına önemli katkılar sunan bir kitaptır. Özellikle, Batı merkezli insan algısının özgün değerlendirmelerini ve eleştirilerini yapan, felsefi derinliği ile İslam düşüncesine katkı sunan bir çalışmadır. Eserin özgün bölümlerinden birisi "dram ve ütopya" ayrımının ele alındığı bölümdür. Bu iki kavramla Aliya; ahlak, kötülük meselesi, insan şahsiyeti, reel sosyalizm ve aile gibi meseleler üzerinden, insanı anlama ve açıklama imkânı sunar okuyucuya.

Aliya’ya göre, temelde üç dünya görüşü vardır. Bir tarafta idealist ve maneviyatçı Hıristiyanlık, onun karşısında materyalist ve dünyevi Yahudilik bulunur. İslam ise bu ikisi dışındaki “üçüncü yolu”dur.  O, düşünce tarihinin bu üç görüş etrafında yorumlandığını söyler ve Müslümanları İslam'a davet eder. 

Aliya, insanı zıtlıklar üzerinden anlaşılabilen bir varlık olarak görür. Örneğin; insan yapısındaki bu ikilik, ruh ve beden ayrımında kendisini göstermektedir. Ruhun ihtiyaçları ile bedenin ihtiyaçları temelde birbirinden farklıdır. Tarih boyunca pek çok din, ahlaki öğreti ve ideoloji insanın bu yönlerinden salt birisine ağırlık vermiş; insana, hayata ve varlığa yönelik bakışını belirlemiştir. Sonuçta sanat ve teknik, kültür ve medeniyet, ahiret ve dünya, maneviyat ve materyalizm gibi zıtlıklarda denge ıskalanmıştır.  

Aliya, insanın dünyadaki konumunu ve ürettiklerini anlamak için zıddiyet cetveli oluşturmuş ve insanı bu cetvelin ortasına koymuştur. İslam'da insan için en uygun alternatif inanç, düşünce ve eylem birliği sağladığı için bu cetvelin ortasındadır. Cetvelin ifratı din (maneviyatçılık), tefriti materyalizmdir. İslam ise “orta yol” dur. 

Dram ve ütopya ayrımı da, kaynağını insan düalizminden alıyor. İnsanoğlu, dünyadaki varoluşunu anlamlandırmaya çalışmış ve içinde bulunduğu durumdan daha iyi bir duruma geçmeyi arzulamıştır. Bunun farkında olanlar; ideal bir düzenin nasıl olması gerektiği, herkes için ortak bir iyinin var olup olamayacağı, ideal bir yönetimin nasıl kurulacağı gibi sorular üzerinde yoğunlaşırlar. İnsan varoldukça bu sorular sorulmaya devam edecek, alternatif cevaplar üretilse bile, üretilen cevaplar ve meselelere karşı çözümler zamanla yeni meselelerin ortaya çıkmasına sebep olacaktır. Yani insanın yeryüzündeki hikâyesi ile başlayan siyasetin yine insan varoldukça devam edeceği söylenebilir. İzzetbegoviç, dram ve ütopya konusundaki tespitleri ile siyaset felsefesinin temel tartışmalarına dâhil olmuştur.

Aliya, insanın özgür ve dolayısıyla ahlaki olarak eylemlerinden sorumlu olduğunu düşünür. İnsan ile Allah arasındaki ilişkiyi böyle kurar.Yetişkin insan,  tercihlerinin sonucunda gerçekleştirdiği eylemleri ile iyi ya da kötü olur. Siyasetin temeli de insanın tercihte bulunabilmesiyle doğrudan ilgilidir ve insan ahlak ve siyaset arasındaki bu ilişkide anlam bulmaktadır.

İyilik ve kötülük, insan hakikatine ait ahlaki zıtlıklardır. Özellikle kötülük meselesi tarih boyunca din adamlarını ve düşünürleri meşgul etmiş ve dram düşüncesinin temelini oluşturmuştur. İnsanın olduğu her yerde ve zamanda kötülüğün de var olması, kötülük bağlamında Tanrı'nın varlığı da dâhil olmak üzere, pek çok meselenin sorgulanmasına sebep oldu. Ortak iyiye ulaşılan ideal bir toplum düzeninin kurulması ve bozulmadan sürdürülmesi, ütopyaların temel meselesidir. Aliya için, canlı şahidi olduğu modern dönemi anlamanın önemli şartlarından birisi, ütopyaları anlamaktır. Çünkü ütopyalar, Batı medeniyeti ekseninde oluşan “modern dünya düzeni”nin temelini oluşturur. Platon'un “Devleti”nde olduğu gibi, ütopyalar kötülük meselesinin üstesinden gelmiş ideal bir toplum arayışını yansıtır. Aliya için kötülüğü ortadan kaldırma iddiasından ötürü, dramın zıddıdır.

İnsan için kötülüğün kaynağı içsel mi, yoksa dışsal mıdır? Aliya’ya göre; "Dram, insanın ruhunda cereyan eder. Ütopya ise insan toplumuyla ilgilidir. Dram, kâinatta mümkün olan var oluşların en yüksek şekli; ütopya ise dünyada cennet rüyası veya hayalidir.” İzzetbegoviç'in zıddiyet cetvelinde dram insan ruhu ve maneviyatıyla ilgilidir. Ütopya ise kötülüğün kaynağını insan dışındaki şartlarda kabul etmesi dolayısıyla maddeci tarafta durmaktadır.

İzzetbegoviç, ütopyaların dünyevi metinler olmalarına atıfla Yahudi kökenli olduklarını ve "Arz-ı Mevud" anlayışının ütopyaların fikri arka planını oluşturduğunu söyler. “Yeryüzünde cennet” üretmek fikrini materyalizm ve Yahudilikle ilişkilendiren Aliya, bu fikri yanlış ve imkânsız bulur. Böyle birşey ancak Tanrı'nın ortadan kalkmasıyla mümkün olabilir ki, “Tanrı yoksa insan da yoktur!”

Ütopyada kötülük ve ıstırap ortadan kalkmaktadır. Bu durum, Aliya'nın tespitiyle ütopyadan çok distopyalarda karşılaşılan "insansı"ların oluşmasıyla mümkündür. Dram, ıstırap ve kötülük bu dünyada var olan ve insanı anlamlandıran kavramlardır. Bir taraftan da insan bu olumsuzlukların yok olduğu bir dünyayı aramakta ve arzu etmektedir. Augustinius'un “Tanrı Şehri” insanın lanetlendiği, bu yüzden kötülüğe muhatap olduğu kabulünden hareketle kaleme alınmıştır. İyiliğin hâkimiyeti ancak kıyametin kopmasıyla ve Tanrı'nın krallığının kurulmasıyla gerçekleşecektir. Buna göre bu dünyanın bir dram alanı şeklinde var olması ve tarihin bu şekilde sürüp gitmesi normaldir. Özellikle Hıristiyan inancında bu anlayış, dramın kabulü yanında dünyanın reddedilmesini de içerir. Dünyanın reddi lanetlenmiş olanın reddi anlamına gelir. Aliya’ya göre Hıristiyanlık, insan ruhunun kaderi ve kurtuluşu ile ilgilenmiştir. Ancak Hıristiyanlığın yozlaşması ve tahrif edilmesi dünyanın reddini de doğurmuştur. Oysa dram, her ne kadar insan için ontolojik bir durum olsa da, dünyanın inkârı asla insani değildir.

Aliya'nın zıddiyet cetvelinde Michelangelo'nun karşısında Darwin bulunur. Hıristiyanlık adına insanın dramatik durumunu tespit eden zirve eserler üreten Michelangelo, hakikatte insanın bu dünyaya ait olmadığını, varlığının anlamının bu dünyanın sınırların ötesine uzandığını göstermeye çalışmıştır. Darwin ise insanı bu dünyaya ait, bu dünya ile sınırlı bir varlık; hatta diğer canlı türlerine göre gelişmiş bir tür şeklinde sınıflamıştır. Burada Michelangelo ve Darwin arasında tespit edilen karşıtlık sadece sanat ile bilim arasındaki karşıtlık değil, aynı zamanda dram ile ütopya arasındaki karşıtlığı da kapsar. Aslında bu karşıtlık, temelde insan meselesine bakıştaki ayrılıktan kaynaklanmaktadır.

Dramın insanı, ahlak ile anlam bulur. Ütopyanın insanı ise, "sosyal hayvan"dır. Ütopyada insan, içinde yayaşadığı sistem tarafından konulmuş kurallara ve sosyal çevreye uyum sağlayıp sağlamamasına göre iyi ya da kötü olur. Ütopyada ahlak ortadan kalkmakta, yerini sosyal çevre ve sistem tarafından oluşturulmuş sahte bir ahlaka bırakmaktadır. Sahih ahlak; insanı daima özgür ve irade sahibi bir varlık şeklinde kabul eder. Ahlaki eylemde hür iradeye dayanan niyet ile gerçekleşen eylemin amacı, fayda ya da çıkar sağlamak değildir. Hâlbuki ütopya, insanın niyet ve eylemlerini ahlaki alanın dışına taşır. Örneğin, karınca yuvasında her karıncanın görevini mükemmel şekilde yerine getirmesinin ahlakla alakası yoktur. Karınca başka türlü hareket edemez. Veya arıların hasta yahut kuvvetsiz kalan işçi arıları kovandan atmasının ahlaksızlık sayılmadığı gibi, arının oğul için kendini feda etmesi de ahlak değildir. 

Bununla birlikte ütopya düşüncesinde insan kendi yeteneklerine göre işlev gören bir varlık ya da sadece fonksiyon icracısıdır. Bu durum ise insandan çok hayvanlara; özellikle de bir arada örgütlü bir şekilde yaşayan ve mükemmel bir birliktelikle var olan karıncalarla, arılara uygundur. Bu yüzden ütopyalarda ideal olarak takdim edilen insan, çevresinin ürünü olan bir hayvan, kültürden çok bir medeniyet unsuru, iyi veya kötü neredeyse yaptıklarından sorumlu tutulamayacak kadar iradeden ve erdemlilikten yoksun bir yaratık, toplum ise tam anlamıyla bir kurgudur. Oysa insan ütopyanın işlev dünyasının ötesinde bir anlama sahiptir. O, mükemmel bir hayvan ya da mekanik bir varlık değildir.

Aliya, materyalist ideolojilere bağlı siyasi sistemlerin fikri altyapılarında ütopyanın önemli bir yeri olduğunu tespit etmiştir. Kendisini "bilimsel" diye tanımlayan tüm yorumların ütopya olduklarını iddia etmiştir. Örneğin, insanı ekonomik ve sosyal şartların bir ürünü kabul eden Marksizim bunlardan biridir. İnsan çoğu hallerde toplumun menfaati için konuşur, propaganda yapar; gerçekte ise kendi menfaati için uğraşır. Özgür ve sorumlu yaratılmış olmasıyla insan, tek başına bir imtihanın içerisindedir. Sosyal ve ekonomik şartların değiştirilmesi, insanın özüyle ilgili bu hakikati değiştirmemektedir. 

Çabasını İslam dünyasının Batı karşısındaki yenilmişliği ve kendi kaynaklarından bir yenilenme üzerine yoğunlaştıran Aliya’nın dram ve ütopya ayrımında, İslam ve Müslümanların nerede durduğu da ayrıca tartışılmıştır. İslam davasının amacı bir ütopya mıdır? Asr-ı Saadet bir ütopya kabul edilebilir mi? Hıristiyanlığın dram kabulü ve kurgusu ile İslam'ın dram kabulü arasında ne gibi farklar vardır? gibi sorular, dram ve ütopya bağlamında İzzetbegoviç'in ilgilendiği ve cevap bulmaya çalıştığı sorulardır.

İslam dünyevi bir yöne sahip olsa da, “öte dünya” vurgusu ile ütopyacılardan, maneviyatçı bir yöne sahip olsa da dünyeviliği ile de dramcılardan ayrılır. Böylece maneviyatçı Hıristiyanlık ve maddiyatçı Yahudilik ile arasına önemli bir mesafe koyar ve dünya ile ahiret dengesini gözetir.

İslam, fert olarak insan ile Allah arasındaki yaratıcı-kul ilişkisini temel alır. İnsan sadece içinde yetiştiği sosyal çevre şartlarının bir sonucu ya da ürünü değildir. İnsanın çevresel kuşatılmışlığı olsa da bunun ötesine geçebilecek potansiyele de sahiptir.

İyiliğin ve kötülüğün kaynağı insanda fıtridir. Ne var ki bu durum, insanın içinde bulunduğu şartlara duyarsız kalmasını meşru kılmaz. Istırabın, zulmün ve kötülüğün tamamen ortadan kalkacağına inanmak yaratılışın imtihan olgusuna terstir. Ancak İslam, dramı insan varoluşunun temel bir şartı olarak kabul etse de bu dünyadan yüz çevirmez; zulme ve kötülüğe karşı mücadele etme noktasında müminleri sorumlu kılar. Kötülüğü ilelebet ortadan kaldıramayacağını bilmesine rağmen kötülere karşı mücadele etmek, üstelik bu uğurda ölümü bile göze almak, İslam'ın dram ve ütopyaya bakışını ortaya koyar. İzzetbegoviç şöyle der: "İslam bu dünyaya dönük bir dindir. Bu doğrudur, ancak İslam bu dünyayı önem verirken yoldan çıkıp kaybolmamış ve unutkanlığa düşmemiştir. Onun en güçlü ve etkileyici mesajı adanıştır. Tanrı'nın krallığı fikri güçlü bir şekilde vurgulanır ve muhafaza edilir."

İslam, ahirette mutlak adaletin sağlanacağı ve iyilerin haklarının teslim edileceği bir hükümranlığa inanmakta; ancak ihtiyatlı ve dengeli bir dünyeviliği de kabul etmektedir. Kötülükle mücadele ederek yerine iyiliği ikame etmeye çalışmak, İslam'ın en önemli amaçlarından birisidir. Dolayısıyla İslam, nasıl ihtiyatlı ve dengeli bir dünyevilik kabulüne sahipse aynı şekilde maneviyatçılığı ve varoluşsal dramı kabulde de ihtiyatlıdır.

Kur'an'da insanın sadece hayvanlardan değil, meleklerden de üstün olduğuna işaret edilmektedir. Bununla birlikte insanların Allah'a karşı gelmeleri ve bilinçli olarak kötülüğe kapılmaları durumunda hayvanlardan daha aşağı bir sapıklığa düşecekleri bildirmiştir. Burada insan için yükselme ve alçalma Allah'a iman ederek, ahlaklı bir varoluş üzerinden tanımlanmıştır. Dramın tamamen kabul edilmesi yoluyla dünyadan el etek çekmek anlayışının üreteceği pasiflik, insanın yeryüzündeki varoluş amacından sapmasına, kötülüğün daha da büyümesine sebep olacaktır. Dramın tamamen ortadan kaldırılabileceğini ve ütopyanın gerçekleşebileceğini düşünmek ise dolaylı olarak tarihin ve insanın yok oluşunu içermektedir ki o da imkânsızdır. Kötülüklerin ve iyiliklerin karşılıklarını bulduğu bir ütopya ya da tarihin sonunu ilan etmek, insani olanı aşmaktır. Böylece İslam'da ahirete iman etmenin bir iman esası olması, dram ve ütopya ikilemi üzerinden anlaşılabilmektedir.

Dram ve ütopya ayrımı, İzzetbegoviç'in düşünce sistematiği içinde önemli ve merkezi bir yere sahiptir. Ütopyalarda ideal bir toplum düzeni, bilimin kullanılması ve matematiğe dayalı hesaplar yapılmasıyla oluşturulmaya çalışılır. Dramın insanı, bu dünyaya ait olmadığını hissederken, ütopyanın insanı düzen tarafından verilen görevlerin icracısıdır. Modern bilimin ve tekniğin gelişmesinin insan hayatına olumlu yansıyacağı, daha mutlu toplum yapılarının oluşacağı ve tarihin böylece iyilik lehine devam edeceği şeklindeki iyimser anlayış, pek çok dünya görüşünü etkilemiştir. Ancak modern dönemde ütopya temelli siyasi sistemlerin “yeryüzünde cennet” vaadi, gerçekleşmemiş, tam tersine gayri insani düzenler iyilik karşısında kötülüğün daha da büyümesine ve hatta kötümserliğin insanlar arasında zemin bulmasına sebep olmuştur. Aliya, bu kötülüğün (dramın) canlı şahidi olan bir toplumun üyesi olarak okunmayı, hayırla yâd edilmeyi sonuna kadar hak eden bir şahsiyet.  “Srebrenitsa katliamı”nın 25.yılında, rahmetle ve hürmetle… 

YAZIYA YORUM KAT

2 Yorum