Söz ola, kese savaşı, / Söz ola, kestire başı’ ya da, gücün sözüne karşı
Bazı söz veya davranışların etkisi, nâdiren ortaya çıkışı ile ilgilidir; onlar sık sık tekrarlanırsa, bir değeri kalmaz..
Ve bizim iç aydınlığımızı sağlayanlardan Yûnus’un 750 yıl öncelerde söylediği üzere, ‘Söz ola, kese savaşı,/ Söz ola, kestire başı.. /Söz ola, ağulu (zehirli) aşı/ Yağ ile bal ede, bir söz..’
29 Ocak akşamı, Tayyîb Erdoğan’ın İsviçre-Davos’da, BM. Gen. Sekreteri Ban Ki Moon, Arab Birliği Gen. Sek. Amr’u Mûsâ ve siyonist İsrail rejimi c. başkanı Şimon Peres’le birlikte katıldığı ve Ortadoğu barışı üzerine tertib olunan bir panelde konuşurken takındığı tavrı görünce.. Doğrusu şaşırmadım, lakin heyecanlandım..
Sözkonusu panelde, Gazze’de savunmasız, ordusuz, devletsiz bir halk’ın üzerine, en gelişmiş, en modern silahlarla korkunç şekilde saldıran ve sivil hedeflere, hastahane ve mâbedlere ve hattâ BM. okul ve binalarına bile, siyonist İsrail rejimi tarafından entipüften bahanelerle girişilen korkunç cinayetleri önce Moon dile getirdi, sonra da Amr’u Mûsâ.. Bunların konuşmaları 8-10 dakikalık idi.. Söz sırası Tayyîb Erdoğan’a gelince, o da 12 dakika kadar konuştu.. Proğramın sunucusu / moderatörü olan ve Washington Post’un Ortadoğu uzmanı olarak bilinen yazarlarından (ve Harputlu bir Ermeni ailesinden gelen) David Ignatius, bu konuşmacılara sürenin tamam olduğunu sık sık hatırlatıyordu..
Buna rağmen, Erdoğan sâkin idi ve konuyu bilinen diplomatik sınırlar içinde ve amma o korkunç cinayetleri işlemiş birisiyle yanyana oturmuş olmanın verdiği bir ruhî rahatsızlık içinde olduğunu ve işlenen cinayetlerin ağırlığını hissettirecek vurgulu ifadelerle dile getiriyordu.. Ve sonra, Şimon Perez söz aldı ve hayret, hiçbir süre sınırlaması hatırlamasına mâruz kalmadan, en çok da Erdoğan’a yarı sataşma edâsında ve de bağırırcasına, suçlarcasına, ’Siz olsaydınız ne yapardınız?’ gibi suallerle 25 dakika kadar konuştu.. ’Her cinayetine emperyalist güçlerce gözyumulan şımarık çocuk’ durumundaki bir cinayetkâr olarak, cür’etini ve sesini giderek daha yükseltiyor, bir tehdid havasıyla konuşuyordu..
Ne de olsa, kendilerine karşı hele de Batı dünyasında kimse bir itiraz dile getiremiyor ve işlediği her cinayet, sergilediği her barbarlık, ’İsrail’in kendisini savunma hakkı’ olarak geçiştiriliyordu, Amerikan emperyalizminin öncülüğünde.. Ve işledikleri onca barbarlıklara eleştiri getirenlerin üzerine hemen, ’anti-semitizm’ (yahudi düşmanlığı) suçlamalarıyla hücum ediyorlardı.. (Nitekim, Gazze’ye, yapılan son barbarlık saldırısı günlerinde, alman tv. kanallarından birinde, yapılan bir tartışma proğramında, eski Çalışma Bakanlarından Norbert Blum, artık tahammül edemiyor ve ’ben Filistin’e gittim, orada müslümanları yahudilerin nasıl provoke ettiğini gördüm.. İbadet için mescid’e gitmek isteyen müslümanlar tek bir yoldan gitmeye mecbur bırakılıyorlar ve o yolun iki tarafındaki yahudi evlerinden üzerlerine pislik atılıyor, bunu ben bizzat gördüm, buna nasıl tahammül edilebilir?’ diyor ve bu sözlere kızan Alman Yahudi Cemaati’nin sözcülerinden M. Friedman hemen‚ ’anti-semitizm yapıyorsunuz..’ diyerek hücum ediyor ve Blum, buna karşı, ancak, ’her şeyi ‚anti-semitizm ile geçiştirmeye kalkışıyorsunuz.. Ama, bu manevranız her zaman tutmaz..’ diye mırıldanarak karşılık verebiliyordu..) Çünkü, hrıstiyan toplumların asırlarını dolduran ve yahudilere uyguladıkları holokost/ katliâmların suçluluğundan kurtulamıyorlardı.
Şimdi, Perez de aynı taktikten faydalanıyor ve ‘korkular içinde yaşıyan vatandaşlarını korumak için, bu gibi operasyonlara mecbur kaldıklarını’ anlatıyor ve Erdoğan’a, ‘İstanbula, füzelerle saldırılsa, siz nasıl karşılık verirsiniz?’ diye soruyor ve bütün dünyanın gözünün içine baka-baka yalan söylüyor ve bir savunmasız, ordusuz şehri ve sivil halkını en gelişmiş silahlarla yoketmenin ma’zereti olarak yalanlardan meded umuyordu..
Tartışmanın bu noktasında, Erdoğan, kendisine sataşma olduğunu, ‘cevab hakkı’nı kullanması gerektiğini hatırlatıp söz istediğindeyse, sunucu söz vermiyor ve buna rağmen, Tayyîb Erdoğan ısrar edip konuşmaya başlayınca.. Sunucu, onun sözünü kesmek için kolundan tutarak engellemeye çalışıyor ve bunun üzerine Erdoğan, bir taraftan kendisini engellemeye çalışan sunucunun elini vururcasına bastırırken, diğer taraftan da sözlerini, bir makinalı tüfek sür’atiyle Perez’in üzerine boşaltıyordu.. ‘Siz insan öldürmeyi iyi bilirsiniz..’ diyordu, Erdoğan.. Ve sonra da, ‘Benim için Davos bitmiştir..’ diye, paneli hışımla terkediyordu..
Erdoğan’ın bu söz ve hareketi, onu bir anda, dünya siyasetinin aslî gündemine yerleştiriyordu.. Bu, evet, alışılmış ve yalanlar üzerine kurulu bir diplomasinin dili değildi, ama, mazlûmun, haklının yanında olmayı emreden bir ‘yeni diplomasi’ dili gelişiyordu, belki de..
Evet, ‘gerçek Tayyîb Erdoğan’ veya ‘Tayyîb Erdoğan gerçeği’ budur, işte..
Onu 2 sene kadar önce, Münih’te toplanan ‘Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı’nda, Ermenistan Dışbakanı’nı azarlarken görmüştük.. Geçenlerde de Brüksel’de AP’deki bir Kıbrıs rum m. vekilinin suçlamalarına karşı da, onu fırçalarken, hiçbir yapmacıklığa kaçmayan tavrıyla gözler önündeydi.. (İç siyasetteki pek çok örnekleri zikretmiyorum..)
*TC’nin menfaatleriyle direkt ilgisinin olmaması,
asıl ilgi uyandıran tarafı bu, mes’elenin..
rdoğan’ın bu söz ve tavrının en ilginç tarafı, emperyalist güç ve baskı odaklarının her birisinin husûmetini üzerine çeken bu davranışının, Türkiye’yle direkt olarak ilgisi olmayan bir konuda sergilenmiş olmasıydı.. Sadece, Türkiye için olsaydı, bir başbakanın kendi ülkesinin menfaatleri için böyle tartışmalara girmesi tabiî sayılabilirdi..
Ama, bu kez, böylesine bütün dünyayı sarsacak bir söz ve tavırla, üstelik de emperyalist dünyanın koruma zırhına bürünmüş bir siyonist İsrail rejiminin cinayetlerine karşı böylesine bir tavır sergileyiş müthiş bir gelişmedir..
İşte, konuyu dünya gündemine oturtan husus da buydu ve basit bir çıkış değildi..
Bu söz ve tavırların elbette bir bedeli olacaktır.. Gerek Tayyîb Erdoğan’a ve gerek Türkiye’nin ona coşkun şekilde destek veren büyük halk kesimlerine ve de Türkiye ülkesine bedel ödettirilmek istenecektir.. Sadece dışardan değil, içerden de.. Çünkü, Türkiye’nin son 200 yıllık sosyal bünyesindeki büyük rahatsızlıkların temelinde bulunan ‘oligarşik dikta yapılanması’nın çağdaş yeniçeri ve yargı kurumlarındaki etkileri ve temel kurumları hâlâ da bertaraf edilebilmiş değildir ve bu güçlerin, yerleşik düzenin temellerini sarsabileceğinden korkulan Tayyîb Erdoğan ile, onun beşer planındaki tek dayanağı olan halk desteğine karşı intikam ateşiyle yanıp tutuşacağı açıktır..
Ama, mazlum, haklı ve savunmasız toplumlardan yana tavır koymak şerefinin kazandıracağı büyük itibar da nice belaların def’i için bir ayrı zırh olacaktır..
Bu yüzden ‘Osmanlı Ortadoğu’ya dönüyor..’ gibi iddialı yorumlara fazla aldırış etmeden, Erdoğan’ın hem de bir plan olmaksızın, meydana gelen ânî bir gelişme sonunda ortaya çıkan bu tavrının, müslüman toplumların derûnunda, böyle bir tavrı duyulan hasretten kaynaklanan nasıl bir cûş-u hurûş, bir içten içe kaynama meydana getirdiği görülmeli ve bunun sosyal yansımalarının çok daha derin sarsılmalara vesile olabileceği gözönünde bulundurulmalıdır.. Bu gelişme, hem Türkiye’nin iç siyaset dengelerini daha bir alt-üst edecek ve hem de, dünya siyasetinde, artık devreye yeni bir güç unsurunun girmekte olduğunun habercisi olarak görüldüğünden, üzerinde durulacaktı..
Nitekim, Tayyîb Bey’in çıkışı karşısında, arab toplumlarının başındaki hemen bütün rejimlerin suskunluğu ve resmî yayınların bu büyük gelişmeyi görmezlikten gelmeleri, bu davranışın ezilmiş halkların hasret, susuzluk ve çaresizliğine karşı bir âb-ı hayat, hayat suyu gibi olduğunun bir nişânesidir.. Kezâ, emperyalizmin Türkiye içindeki laik/ mütegallibe kesimleri de, şimdi tam bir şaşkınlık içindedirler ve açıkça emperyalist güç odaklarının hışmını davet edecek tertiblerin içine girdiklerinin işaretlerini vermektedirler, söz ve tavırlarıyla.. ‘Eyvah, Türkiye’nin diplomasi geleneğini mahvettiler, ülkeyi bu sığ kişiler mi yönetecek...’ gibi aşağılayıcı ifadelerle, aslında, emperyalist odaklara derin hizmetlerini daha bir sunmanın telaşındalar, onlar.. CHP Gen. Başk. Yard. Onur Öymen ve benzeri nice eski büyükelçiler, ‘Perez’e nasıl ‘sen’ diye hitab edebilirsin, karşındakine ‘sen kaatilsin..’ denilir mi, diplomaside böyle dil olur mu?’ deseler de, Tayyîb Erdoğan ise onlara, ‘Ben ‘monşer’lerin diliyle konuşmayı bilmem ve öğrenmeye de niyetim yok...’ diyordu..
Ülke dışında ise, Suûd rejiminin resmî yayınlarının bu müthiş hadiseden hiç söz etmemesi, Mısır rejiminin resmî yayınlarının ise, konuyu, ‘Erdoğan Perez’le görüştü..’ gibi çok komik bir kalıb içinde duyurması, durumu izaha yeter..
Halbuki, başta Gazze olmak üzere, Filistin’in her köşesinden ve hattâ Şam’dan Bağdad’a ve Hartum ve San’a’ya kadar, bütün arab toplumlarından akan gözyaşları bu kez, çaresizlikten değil, sevinçten.. ‘Nihayet, bir müslüman lider çıktı..’ diye sevinç gözyaşı döküyorlar bu kitleler..
Bazı çevreler ise, stratejistlik yapmaya kalkıştıklarından, bu konunun gerçekte, ‘İran İslam Cumhuriyeti’nin yolunu kesmeye yarayacağı’ şeklinde, emperyalist odaklarda dile getirilen görüşleri tekrarlamakta ve konunun İİC tarafından kıskançlıkla karşılanacağını açıkça yazabilmekteler.. Hattâ, bazı müslüman kalemler bile bu gibi izahları kalemlerine dolayabilmekteler; yazık..
*İran asumanında yükselen ‘Zindâbâd Tayyîb Erdoğan’ sesleri..
Cuma günleri, İran’da hafta tatili olduğundan ve tatil günleri gazete yayınlanmadığından, Cuma günü, sessiz başlamıştı.. Ama, Tahran’da (tek merkezde, üniversite bahçesi ve çevresindeki caddelerde) kılınan cuma namazının imamı bu hafta, (eski cumhurbaşkanı) Hâşimî Refsencanî idi ve Refsencanî’nin okuduğu ve televizyondan bütün ülkeye canlı olarak yayınlanan Cuma hutbesinde söyledikleri, İran toplumunu derinden sarsıyordu..
Çünkü Refsencanî, Başbakan Tayyîb Erdoğan'ın Davos'ta İsrail rejimi C. Başkanı Şimon Peres'e verdiği cevabı ‘takdir’le karşıladığını söylüyordu..
Refsencanî, hutbesinde, Başbakan Erdoğan'ın Peres'e hitaben, ’Sesin çok yüksek çıkıyor. Benden yaşlısın biliyorum ki sesinin benden çok yüksek çıkması bir suçluluk psikolojisinin gereğidir. Öldürmeye gelince siz öldürmeyi çok iyi bilirsiniz. Plajlardaki çocukları nasıl öldürdüğünüzü, nasıl vurduğunuzu çok iyi biliyorum’ şeklinde konuştuğu için, ’Başbakan Erdoğan iyi yaptı, takdir ve teşekkür ediyorum.. Ayrıca, ellerinde Türk ve Filistin bayraklarıyla, Başbakan Erdoğan’ı büyük bir coşkuyla karşıladıkları için de Türkiye halkına da teşekkür ediyorum..’ diyordu...
31 Ocak 09 günü, Tahran’da yayınlanan hemen bütün gazetelerde birinci sahifede, Tayyîb Erdoğan’ın resmi ve resti ver alıyordu. Sanıyorum, Kayhan gazetesinin birinci sahifeden, manşete kocaman puntolarla çektiği, ’Zindebâd Receb Tayyîb Erdoğan’ ibaresi, durumu anlatmaya yeter.. (’Zindebâd’ /Yaşasın, çok yaşıyasın mânâsındadır..)
*
İİC. Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad da, 31 Ocak günü, Başbakan Erdoğan'a hitaben, ’Cesur tavrınız, gerçekleri açıkça ifadeniz, Filistin, bölge ve adâletten yana dünya halkları için mutluluk ve heyecan meydana getirmiştir..’ ifadesini kullanıyordu..
Ahmedinejad ‘İran halkı, değerli tutumunuzu en samimî kalble selamlıyor, takdirle karşılıyor, sizin ve büyük Türk halkının başarısı için dua ediyor, büyük İran halkının temsilcisi olarak, sizi cesur tutumunuzdan dolayı tebrik ediyorum. Allah'tan siz, Türk devleti ve milleti için sağlık ve başarılar diliyorum.’ diyordu..
İran’ın en itibarlı internet sitelerinden sayılan ‘tabnak’da da, 31 Ocak günü , yine ‘Zindebâd Tayyîb Erdoğan’ başlığıyla yazılan bir ana yorumda da, ‘Türkiyenin müslüman başbakanı Tayyîb Erdoğan’ın söz ve tavırlarının halk kitlelerine sevinç gözyaşı döktürdüğü; bunun Davos’ta iki lider arasında meydana gelen basit bir diplomatik gösteri olmanın ötesinde çok derin manalar ifade ettiği; onun İsrail’e yönelik olarak söylediği, ‘Siz insanları öldürmeyi iyi bilirsiniz, sizler çocukların kaatillerisiniz..’ sözlerinin dünyanın bütün ufuklarında yankılanacağı’ dile getiriliyordu..
Evet, siyonist İsrail rejimi ve onların dünyadaki hâmileri, tam bir şok hali yaşarken ve Erdoğan’ı suçlamaya ve aşağılamaya çalışırlarken, dünyanın hemen her tarafındaki, emperyalist mekanizmaların pençesinden az-çok uzak kalabilen insanlar ve sosyal kesimler Tayyîb Erdoğan’ın bu asîl çıkışını hayranlıkla izliyorlardı.. Nitekim, (Yunan Devlet TV’si) NET bile, ‘Erdoğan, gezegendeki çok kişinin söylemek istediklerini dile getirdi.’ diye özetliyordu, durumu..
*
Evet, bazı söz ve tavırlar vardır ki, dünya siyasetini, atom bombasından bile fazla değiştirebilir.. Girdiği mücadelenin zorluğunu, getirebileceği nice sıkıntıları gözönüne getirmekle birlikte, Tayyîb Erdoğan’dan, ‘dikleşmiyeceğiz, ama dik duracağız..’ şeklinde özetlediği tavrını sürdürmesini diliyor; hayırlı işlerde Allah’ın ona yardımcısı olması için yükselen dualara katılıyor; ‘doğru olduğuna inanılan yolda yalnız da kalınsa, zâhiren musibet gibi gözüken nice hallerin ni’mete dönüşeceği’ gerçeğiyle, bütün sıkıntıların daha kolay atlatılacağını tekrarlıyorum..
‘Söz ola, kese savaşı; söz ola, kestire başı..
Söz ola, ağulu aşı, / Yağ ile bal ede, bir söz..’
Evet, yeter ki, zorbalığın, barbarlığın, kan içiciliğin, gücün sözüne karşı; Hakk’ın, adâletin, mazlûmiyetin sözünü dile getirmekten geri durulmasın..
YAZIYA YORUM KAT