Soykırımcı İsrail geçmişte yaşıyor
Apartheid ve yerleşimci sömürgeciliği üzerine kurulu bir devlet artık yaşayamaz.
Haidar Eid’in al-Jazeera’de yayınlanan makalesini Barış Hoyraz, Haksözhaber için tercüme etti.
İtalyan filozof Antonio Gramsci 1929'da “Eski dünya ölüyor ve yeni dünya doğmak için mücadele ediyor; şimdi canavarların zamanı” diye yazmıştı.
Bu sözler, apartheid İsrail'in kelimenin tarihi anlamıyla hızla parçalandığını gözlemlerken aklıma geliyor. Yerli nüfusu yok etmek ve onların yerine “medeni” yerleşimcileri yerleştirmek olan misyonunda başarısız olan bir yerleşimci kolonisidir. Apartheid rejimi yavaş yavaş çökerken, Filistinliler, özellikle de Gazze'deki Filistinliler korkunç bir bedel ödüyor.
Kendini tanımladığı şekliyle “Yahudi devleti” akıl almaz savaş suçları işledi ve sayısız uluslararası yasayı ihlal etti. Sömürgeci Batı'nın sınırsız desteği sayesinde de tüm bu suçlardan paçayı sıyırmayı başardı.
Bununla birlikte, çöküş istikrarlı bir hızla ilerliyor. Paradoksal bir şekilde Filistin halkının liderliği de dahil olmak üzere pek çok kişi bu parçalanmanın kaçınılmaz olduğunu anlayamadı. Filistinli liderlerin Oslo Anlaşmalarını imzalamaları ve ırkçı “iki devletli çözümü” “bağımsızlık” olarak kamufle edilmiş ulusal bir slogan haline getirmeleri bu öngörü eksikliğinden kaynaklanmaktadır.
Oslo, Filistinlilere uygulanan baskının yerleşimci-sömürgeci doğasını etkili bir şekilde sildi ve bunun yerine bunu toprak mülkiyeti üzerine “eski bir savaş” olarak sundu. Filistin lideri Yaser Arafat anlaşmaları imzalayarak Filistinlilerin içinde bulunduğu yerleşimci sömürgeciliği gerçeğini tamamen göz ardı etti.
1993'te Arafat ve İsrail Başbakanı İzak Rabin'in el sıkışmasının hemen ardından Filistinli akademisyen Edward Said şunları yazmıştır: “Şimdi coşku biraz azaldığı için İsrail ve FKÖ arasındaki anlaşmaya gerekli soğukkanlılıkla daha yakından bakabiliriz. Anlaşmanın Filistinlilerin çoğu için başlangıçta tahmin edilenden çok daha yetersiz ve dengesiz olduğu ortaya çıktı. Beyaz Saray'daki törenin bayağı bir şekilde sahnelenmesi, Arafat'ın Filistin halkının haklarının çoğundan vazgeçtiği için dünyaya teşekkür ederken sergilediği aşağılayıcı tavır ve Bill Clinton'ın iki vasal kralına (Bu terim, feodalizm veya antik/orta çağ siyasetinde kullanılan bir kavramdır ve güçlü bir hükümdara (imparator, kral veya başka bir üst yönetici) bağlı olarak hüküm süren kralları ifade eder) uzlaşma ve boyun eğme ritüellerinde eşlik eden bir 20. yüzyıl Roma imparatoru olarak oynadığı gülünç rol: “Tüm bunlar Filistinlilerin teslimiyetinin gerçekten inanılmaz boyutlarını ancak geçici olarak gizleyebildi.”
Bazen Arafat ve FKÖ'nün diğer liderlerinin Said, Frantz Fanon, Amilcar Cabral, Ghassan Kanafani ya da zamanlarının sömürgecilik karşıtı figürlerinden herhangi birini okuyup okumadıklarını merak ediyorum.
“Yahudi ulusunu” temsil ettiğini iddia eden siyasi siyonizm, 19. yüzyıl Avrupa'sında ortaya çıktı ve doğal olarak dönemin Avrupa ideolojilerine öykündü. Nerede olursa olsun, dünyanın herhangi bir bölgesinde kendi devletini kurma “hakkı” olduğunu iddia etti. Gözünü Filistin'e dikti, buranın “topraksız bir halk için halksız bir toprak” olduğunu iddia etti ve Avrupalıların Afrika, Amerika, Avustralya, Yeni Zelanda ve Asya'nın bazı bölgelerinde zaten yaptıklarını yaptı.
Soykırım - pek çok sömürgecilik karşıtı çalışmanın da belgelediği gibi - yerleşimci sömürgeciliğin ayrılmaz bir parçasıdır ve her zaman da öyle olmuştur. Birbirlerinden ayrılamazlar. Ve bu durum yerleşimci-sömürgeci siyonizm için de geçerlidir.
Gazze'deki iki milyon insanın canlı yayında katledilmesini ve İsraillilerin çoğunun sosyal medyada bununla övünmesini, bu sömürgeci hegemonik ideolojiyle ilişkilendirmeden anlamak mümkün değildir.
İsrail, kuruluşundan bu yana sistematik olarak yerli olanın “ortadan kaldırılması” peşinde koşmuştur. Gazze şu anda, İsrail'in önde gelen faşist tarihçisi Benny Morris'e göre ‘İsrail'in 1948'de tüm Filistinlileri Filistin dışına “transfer etmedeki” başarısızlığının’ bedelini ödüyor.
Çünkü 1948'de Gazze, etnik temizlik ve soykırıma uğramayı reddeden ve İsraillilere sürekli olarak “bitmemiş işi” hatırlatan yerli Filistinlilerle dolu dünyanın en büyük mülteci kampı haline geldi. Şimdi de soykırımcı İsrail'in “Filistin halkı diye bir şey yoktur” iddiasını bir gerçek olarak ortaya koyma niyetinin gazabını taşıyorlar.
Ancak apartheid ve yerleşimci sömürgeciliğinin refahı artık tarihin bir parçasıdır. Bunların üzerine kurulan bir devlet ayakta kalamaz.
Gazze'deki soykırımın ortasında bu çok açık olmayabilir, ancak Güney Afrika'nın apartheid rejiminin çöküşünün 1980'lerin sonunda Güney Afrika tarihinin en karanlık anlarında, her şeyin çok kasvetli göründüğü bir zamanda başladığını hatırlayalım. O dönemde insanlar ırkçı rejimin parçalanmakta olduğunu ve yeni bir şafağın yaklaşmakta olduğunu fark etmemişti.
Çeşitli biçimleriyle direniş, en üst düzeyde “sumud” (kararlılık) ile birleşerek Gazze'de norm haline gelmiştir. Bu direniş ve sumudun tarihi Filistin'e ve diğer bölgelere yayılması bekleniyor.
Gazze evrenin merkezi haline gelmiştir. Eğer o düşerse, Küresel Güney de onu takip edecektir. Dünyanın, 21. yüzyılda eşi benzeri görülmemiş bir soykırım gerçekleştiren ve geriye kalan tek apartheid rejimini ortadan kaldırmaktan başka seçeneği yoktur.
Bazen geleceği ziyaret etme ve bir mesajla geri dönme yeteneğine sahip olduğumu hayal ediyorum. Gelecekte arabamı güneyde Gazze'den kuzeyde Hayfa'ya uzanan sahil yolunda sürerken Fairuz'un melek gibi sesini dinliyor ve kızlarıma ‘İsrail denen bir devletin ülkemizin geri kalanını görmemizi yasakladığı’ korkunç geçmişi anlatıyorum. Onlara, İsrail on binlerce çocuk ve kadını katlederken dünyanın seyirci kaldığı ve nihayetinde vicdan sahibi insanların artık yeter dedikleri zamanları anlatıyorum.
Amerikalı yazar Mike Davis'in çok güzel ifade ettiği gibi: “Bizi ayakta tutan şey, nihayetinde, birbirimize olan sevgimiz ve ne kadar güçlü görünürse görünsün, başımızı eğmeyi, hükmü kabul etmeyi reddetmemizdir.”
Ve gelecekten, “canavarların zamanının” yakında sona ereceğine dair iyimserlikle dönüyorum.
* Haidar Eid, Gazze'deki El Aksa Üniversitesi'nde doçent olarak görev yapmaktadır. Halen Pretoria Üniversitesi Afrika'da Asya Çalışmaları Merkezi'nde (Casa) Araştırma Görevlisi olarak çalışmaktadır.
HABERE YORUM KAT