1. YAZARLAR

  2. BÜLENT ŞAHİN ERDEĞER

  3. Soykırım ve Mezalim Arasında Ermeni Sorunuyla Yüzleşmek
BÜLENT ŞAHİN ERDEĞER

BÜLENT ŞAHİN ERDEĞER

Yazarın Tüm Yazıları >

Soykırım ve Mezalim Arasında Ermeni Sorunuyla Yüzleşmek

24 Aralık 2011 Cumartesi 12:26A+A-

Sosyal olaylar, içinde olununca insanın perspektifini köreltebiliyor. Onun için bazen insanın şöyle bir geriye çekilip olayların dışarıdan nasıl görülebileceğini düşünmesi gerekir. Kuşbakışı bakış da diyebileceğimiz bu yaklaşım belki de bizim göremediğimiz başka yönlerin farklı açılardan anlaşılmasını sağlayabilir.

Bu yöntem aynı zamanda sürekli kullandığımız kimi klişe ve kalıpların yanıltıcı olabileceğini de öğretir bize. Bu sebepledir ilmî usul, farklı delilleri karşılaştırmalı biçimde analiz etmeyi öğretir taliplisine... Ayrıca dünyaya siyah-beyaz gözlüklerle bakmak, her şeyi bir oyun, karşıtları şeytan yandaşları dokunulmaz kılan bir yanılsamadır. Oysa hayat sahnesinde perdelenen her imtihan hiç kimsenin günahsız ya da şeytan olmadığı bir alandır.

Şimdi biraz daha somutlaştıralım:

Örneğin Ermeni sorunu hakkındaki polemikler. Tarihsel bir sorunun siyasal bir koza dönüştürüldüğünü görüyoruz. Kanaatim odur ki, İttihat ve Terakki zihniyeti Almanların verdiği gaz ile Adriyatik’ten Çin Seddi’ne “Enverland” bir Turan ideali uğruna 1915’te sistematik olarak Ermeni nüfusa yönelik bir dizi savaş suçu işlemiştir. Hiç alakası olmayan bölgelerden savaş bölgesinin içine sürülen yüz binlerce sivil, yolculukları boyunca o dönemin derin güçleri tarafından özellikle salıverilen suç çeteleri tarafından katledilmişlerdir. Bu olgu bugün “Ermeni Soykırımı”; 1919’a gelindiğinde ise dengeler Ermeni ulusalcıların lehine gelişince -fırsat bu fırsat- Fedaiyân grupları Rus ordusu desteğinde bölgede 1915’in intikamı adına akla hayale gelmez bir Müslüman katliamı yapmışlardır ki bu durum bugün “Ermeni Mezalimi” şeklinde bir karşı argüman olarak resmi söylem tarafından sahiplenilmektedir.

Tarihte tozun dumana karıştığı intikamların, linçlerin Ermenisi, Türkmeni, Kürdü, Lazıyla toplu bir cinnet halini aldığı bu dönem yine politik bir kart savaşına malzeme yapılıyor.  Fransa’nın düşünce özgürlüğüne yönelik getirdiği “yasak” ile Türkiye’de yaşanan tarihi gerçekleri tartıştırmama ve “sözde” diyerek bu durumu meşrulaştırma çabası arasında bir fark yok. “Yeni Türkiye”, İttihatçı geleneğin ürettiği ulusalcı suçlarla ve sorunlarla yüzleşirken Dersim’e açıkça katliam tanımlaması yapıp özür dilerken, bu geleneğin ürettiği Ermeni sorununda tam tersi bir tavır takınması tek kelimeyle çelişkidir.

Sorunlar yüzleşilmedikçe hep konuyu istismar etmek isteyenlerin elinde bir malzeme olacaklardır. İstismarın önünü kapatmak ise ancak sorunun taraflarının yüz yüze gelip bu konuyu kendi aralarında halletmeleriyle mümkün olabilir. Soykırımın da mezalimin de acı bir dönemin iki yüzü olduğunu anladığımızda önce yapılan genellemelerden kurtulacağız. Ermenileri katledenlerin “Türkler” değil İttihatçı gelenek olduğunu ve o geleneğin birçok Türke de Kürde de Aleviye de çok acı bedeller ödettiğini fark edeceğiz. Tıpkı Fedâiyan çetelerinin katlettiği Türklerin ve Kürtlerin cezasını bugünkü İstanbul’da yaşayan Ermeni komşularımızdan çıkartmamayı öğreneceğimiz gibi...

Onun için “ulus kimlik” denen hurafeyi sorgulamaya başlamalıyız. Önce insan olmanın erdemleriyle, sonra da suçun ya da başarının bir kavme ya da nesle ya da o neslin torunlarına toptan ait olmadığı gerçeğine dönmekle devam edebiliriz.

Evet,  Rusya, Kanada, İtalya, Hollanda, İsviçre, Belçika, Yunanistan, Kıbrıs Rum Kesimi, Lübnan, Vatikan, Litvanya, Uruguay, Şili ve Arjantin 1915’te yaşanan Ermeni katliamını “soykırım” olarak tanıyor. ABD'de, 41 eyalet soykırımın olduğunu kabul ediyor. Büyük Britanya’nın Galler Prensliği soykırım olarak tanımlamaktadır. Britanya merkezi devleti İngiltere de olayı “soykırımlar” olarak tanımaktadır. Bask Parlamentosu soykırım olarak tanımlayan bir deklarasyon yaptı. Mercosur parlamentosu soykırım olarak tanımladı. Avustralya'nın Yeni Güney Galler eyaleti Ermeni soykırımı olduğunu kabul ediyor. Yani diyeceğim o ki Türkiye Devleti ne yapmayı bekliyor? Bütün bu ülkelere de mi ambargo uygulayacak, rest çekecek?

Bence yapılması gereken en önemli adım hamaset ve ulusalcı dile teslim olmadan ciddi bir yüzleşme ve tartışma ortamına zemin hazırlamaktır.

Selam ile...

YAZIYA YORUM KAT

12 Yorum
  • Murat AYDOĞDU / 28 Aralık 2011 23:39

    Bülent Şahin Erdeğer “Ben falanca’nın çocuğuyum” diyor. Merak ettim dedeleri Türkmen, Kürt ya da başka bir kavim olduğu için mi böyle diyor. Müslüman paradigmasına yabancı birisi böyle bir çıkarımda bulunabilir. Ama bir Müslüman iyi bilir ki; İbrahim’in Ali(Ailesi) için Kuran “Ona en yakın olanlar bu Elçi ve ona tabi olanlardır” der. Yine İbrahim’in duasına karşılık Rabbin ahdi vardır. “Benim ahdim zalimlere ermez”
    Şimdi diyelim Müslüman mantalitesine yabancısınız o zaman öznedeki “Türkmenlerin, Kürtlerin kısaca Müslüman teba’nın çocuğuyum” kelimesindeki aidiyet duygusunu kullanması ve yazının genel anlatımındaki bu aidiyet duyulan kesimin suçlularından beraatini vurgulamasını da anlamıyorsanız (mantık sorununuz var) bunun tek anlamı vardır. Polemik için kelimelerin peşine düşmek ve sinekten yağ çıkarmak.

    Yanıtla (0) (0)
  • Devrim Üstün / 27 Aralık 2011 19:29

    Sayın Zeynep Özyer,
    "İllâ dede arayacaksanız katliam yapmayan dedelerimiz de var kendinizi oraya atfedin katliamcılara değil!"
    diyorsunuz. "Katliam yapan bir dedenin torunu" olmayı ya da olmamayı tercih edebilir misiniz? Belki de benim dedem katliamcı bir dede idi sizin tabirinizle. Ama ben, "Katliam yapan bir dedenin torunu" olarak yazarın üstteki "ana yazısı"na katılan biriyim. Dedemin katil olmasının ne önemi var burada? Ya da niye kendimizi illa ki ya bir katil dedeye ya da katil olmayan dedeye atfetmek zorunda hissedeyim/hissedelim. Yazarın yorumcuların yorumuna yazdıklarının bir yerinde;
    "Ben Ermeni katliam kurbanları koruyan, saklayan türkmenlerin, kürtlerin kısaca Müslüman tebaanın çocuğuyum, katliamcıların zamanın ergenekoncularının değil mal mülk hevesine komşusunu kesenlerin değil..."
    diyor. Bu ana yazı ile bir çelişki oluşturmuyor mu kendini nakzedercesine? Bu bir çuval inciri berbat etmek değil mi? Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu demezler mi adama? Birbirimizi uyarma görevi yapmayalım mı? Zinhar yazı yazmayalım, zinhar cevap vermeyelim mi?

    Yanıtla (0) (0)
  • Zeynep Özyer / 27 Aralık 2011 14:33

    Devrim bey, okuduklarımızı acaba başka dillerde mi okuyoruz diye düşünüyorum. Suriye konusu olsun, Ermeni meselesi olsun, ihtilaflı konularda benim açımdan cesur denebilecek fikirler beyan ediyor sayın yazar. Ama yazarı anlamak yerine kendi kafalarındakini yazarla kavga ederek ilan etmek gibi bir gariplik söz konusu.

    Ben Erdeğer'in o ifadelerinin bağlamında okuyorum. Ama bir başkası o ifadelerden apayrı anlamlar çıkartıyor. Bu da bizim camiamızdaki seviye yoksunluğunu açığa çıkartıyor. Neden mi?

    Ben örneğin makaleyi okuyunca yazının ana temasının genelleme yapılmaması gerektiği suçun şahsi olduğunu iddia ediyor. Sonra klişe bir itiraz geliyor: "Yazar Türk düşmanıdır bizim dedelerimiz böyle şey yapmaz!" Sonra yazar bunun üstüne cevap veriyor: "İllâ dede arayacaksanız katliam yapmayan dedelerimiz de var kendinizi oraya atfedin katliamcılara değil!"

    Bu kadar basit bir bağlamı bile göremeyenlere karşı ancak önyargı ve taassub ile açıklanabilir. Sn. Erdeğer'e çağrım odur ki, bu kadar düşük bir anlama ortalamasında sakın kendinizi yıpratmayınız sakın cevap vermeyiniz.

    Yanıtla (0) (0)
  • Devrim Üstün / 27 Aralık 2011 09:18

    "Ben Ermeni katliam kurbanları koruyan, saklayan türkmenlerin, kürtlerin kısaca Müslüman tebaanın çocuğuyum, katliamcıların zamanın ergenekoncularının değil mal mülk hevesine komşusunu kesenlerin değil..."
    Sn. Bülent Şahin Erdeğer, yazınızın sonundaki cümlelerinizi tekrar düşünün. Farzedelim ki; X şahsı, ben veya başka birisi "Ergenekoncuların çocuğu, mal mülk hevesine komşusunu kesenlerin çocuğu" olsun. İyilik veya kötülük babadan oğula ne zamandır miras kalıyor? Burada yazı yazıyorsunuz. Bir çok insan sizi okuyor. Bu kadar basit ve ilkel bir şekilde; dramatik ve bir o kadar da traji-komik duruma düşmeyi nasıl göze alabiliyorsunuz?

    Yanıtla (0) (0)
  • Ahmet Murat Kaya / 26 Aralık 2011 21:40

    "Biz"im olmadığımız bir zaman ve ortamda da bu türden olaylar olur.
    "Peki, şimdi varız ve nasıl bir duruş almalıyız?" sorusuna gelirsek, bunun cevabı da TC yi özüre zorlamak olmamalı diye düşünüyorum. Zira sizin yazınızda belirtiğiniz çelişki, Erdoğan'ın Dersim konusunda özür dilemesi ile alakalı, ancak şunu unutmamalı ki Erdoğan İT ve Kemalistlerin devamı değil ve üniter devletin adına konuşmadı. O kendi siyasal duruşunu gösterdi, iyi de etti. Şimdi buradan yola çıkarak Erdoğan'dan ermenilerden de özür dilemesini istemek bizi Fransa ya da Diaspora Ermenilerinin safına düşürebilir. Oysa o saf o dönemin tüm müslüman unsurunu psikopatlık derecesinde mahkum eden bir saftır. Ayrıca da uluslararası baskı aracı olmak dışında da bir anlam taşımamaktır.
    Burada mahkum edilmesi gereken "aydınlanmacılık" ve onun doğurduğu "milliyetçilik" tir. Her ne kadar soyut gibi görülse de Kemalizm ile irtibatı çok rahat kurulabilecektir.
    Hem neden ateist İT paşalarının veya kemalist kadroların özürünü Erdoğandan bekleyelim ki?
    Değil mi?

    Yanıtla (0) (0)
  • Ahmet Murat Kaya / 26 Aralık 2011 21:18

    Bir polemiğe dönüştürmek istemem ama..
    O dönemin popüler siyasi baskı unsuru olan "her ulus kendi kaderin kendi tayin eder" savı, Anadolu Ermenilerinin bir kısmında "acaba bizde kendi devletimizi kurabilir miyiz?" psikolojisini doğurdu. Nitekim o dönemde özellikle doğu illerinde, batılı gözlemciler eşliğinde etnik nüfus sayımları yapılmaya başlanmıştı. Yani müslüman halk ne kadar tehcire hazır bir psikolojiye sahipse, ermeniler de devlete hazırlanan bir psikolojiye sahipti. Tehciri inkar edip yok saymayalım, evet, ermenilerin mazlumiyetinin altını çizelim, evet, ama o dönemde bölgede yaşayan tüm müslüman unsuru da bu günaha işlemeye iten tabiri caizse hafifletici nedenleri de görelim. Hemen hemen TC de bunu söylüyor ve topu bilim adamlarına, arşivlere atıyor. Fakat bence TC nin de bu konudaki tezi boş değil. Bolca ermeniler aleyhine delil var.
    Bu konudaki tutumlar da ilginç:
    Osmanlıcı muhafazakarlar, İT Abdulhamit karşıtğından "biz yapmadık İT yaptı" diyor. Vakıa olarak da haklılar. Zira olayın azmettricileri enver-talat-cemal üçlüsü azılı hanedan düşmanıydılar.Daha önemlisi o dönem padişahın yetkilerinin sembolik düzeye indiği bir dönemdi.
    Ulusalcı Kemalistlerin de "biz yapmadık Osmanlı ve Enver yaptı" gibi özetlenebilecek bir tutumları var ki, burada da temel saikler M.Kemal ve Enver Paşa çekişmesi ve hanedan düşmanlığı olarak karşımıza çıkıyor. Tabi burada bir köylü kurnazlığına gidip, aslında bu işi yapanların zihin iklimiyle aynı olduklarını pas geçiyorlar.Eminim ki Talat değil de Kemal olsaydı aynı işi yapabilecek kadar ırkçı davranacaktı.Bir diğer unsur Kürt milliyetçileri. Onlar da aynı pozitivist aydınlanmacı yoldalar ve bu olayı TC ye vurmak için stratejik kullanıyorlar. Oysa kendilerinin bölgede bir devlet talebinden önce ermenilerin talebi vardı ve dolaylı olarak Talat onlara çalışmış gibi oldu.
    Malesef o zaman da islamcı unsur gidişatı belirleyemiyordu, şimdi de belirleyemiyor. Hatta o zaman yoktu. Belki de bu elim olayın olmasını engelleyebilecek yegane unsur islami bir adalet vurgusuydu ama yoktu.

    Yanıtla (0) (0)
  • Bülent Şahin Erdeğer / 26 Aralık 2011 13:21

    Haksöz sitesinde Türk Ulusalcılarının beni eleştirecekleri aklıma gelmezdi. Ancak Türk milliyetçilerinin seviyesinin ancak ve ancak çarpıtma, polemiğe sürükleyerek tarihi gerçekleri boğuntuya getirme gibi taktikleri olduğunu zaten biliyoruz. Özellikle genellemeler üzerinde muhatabı hedef tahtası haline getirme taktiği hamasete, cahili kışkırtmaya yarar bunları da 6-7 Eylül olaylarında da Çorum ve Maraş olaylarında da daha yeni Hrant Dink'in katlinde de gördük göreceğiz...

    Türkçü yorumcu benim makalede karşı çıktığım ne varsa bana atfederek açık bir çarpıtma ve polemiği tercih etmiş. "Türkler" "Kürtler" ya da "Ermeniler" şeklinde yapılan her genellemenin doğruyu anlamımıza engel olacağını vurguluyorum. Ama Polemikçi benim "Türklere Katil dediğimi" "Türk Düşmanı" iddia ediyor.

    Makalemde özellikle tarihe 1919-1922 yılları arasında "Mezalim" olarak geçen olayları da hatırlatmama hatta makalenin bağlığını da ana temasını da bunun üzerine kurmama rağmen benim, Müslümanlara karşı Hristiyanları savunduğumu bile söyleyebiliyor. Ne denebilir ki...

    Bu Ulusalcı hinlik o kadar kendisini kurnaz zannederki aklısıra Ermeni soykırımını reddetmek ve türkçü resmi tarihi aklamak için Müslümanların avukatlığına soyunur. Oysa bilinir ki Türkçülerin paşası Enver Paşa en az 90.000 Müslüman Osmanlı Askerini Sarıkamış'ta ölüme sürmüştür... Topal Osmandır Tetikçi katil Topal osman, Yahya Kaptandır, Tabi ona göre esas Türk düşmanı Enver paşa değil bizleriz neden? Çünkü bizler Eskişehir'den, Edirneden, İzmir'den, İstanbul'dan yani savaşla ilgisi olmayan şehirlerden bizzat savaş hattının içine sürülen masum kadın, çocuk ve yaşlıların katledildiğini söylediğimiz için...

    Esas bu iğrençlikleri Türklük adına savunanlar örtbas edenler, insanların mallarına konanlar işte onlar düşmanıdır bu toprakların...

    Ben Ermeni katliam kurbanları koruyan, saklayan türkmenlerin, kürtlerin kısaca Müslüman tebaanın çocuğuyum, katliamcıların zamanın ergenekoncularının değil mal mülk hevesine komşusunu kesenlerin değil...

    Yanıtla (0) (0)
  • Bülent Şahin Erdeğer / 26 Aralık 2011 13:05

    Eleştiri konusunda önümüzde iki örnek var. İlki Ahmet Murat Kaya'nın iğnelemeyen, doğrudan olayı şahsileştirmeyen ve fikre fikir üzerinden katkı yapmayı eksene alan eleştirisi diğeri ise makale sahibini hedef alarak fikri şahsileştiren ve katkıdan ziyade yıkmayı ve konuyu polemiğe sürüklemeyi tercih eden eleştiri tarzı.

    Ahmet M. Kaya'nın Soykırım-Dersim mukayesesine itirazına şöyle cevap verilebilir. Bu iki olay arasında elbette hukuksal ve sayısal farklar vardır. Ancak benim karşılaştırmam iki halka da sistematik biçimde sivil-harbî ayrımı gözetmek bir yana kasten toplu bir yargısız infazın gerçekleştirilmiş olmasıdır. Bir devlet geçmişinde yaptığı bir olayı itiraf ederken kendi ideolojik babalarının işlediği suçları yok sayıyor örtbas ediyor. Tıpkı bir zamanlar Dersimde "isyan" vardı da katliam yoktu dediği gibi...

    Ahmet abiye şurada katılıyorum. Ermeni soykırımının sebepleri birden çoktur. Ancak bütün bu izahlar Toplumda ortaya çıkan Linç psikolojisini açıklamaya yarayabilir. "Yoksulların Burjuvayı boğması" olarak ta açıklanabilir. Ama tüm bunlar suçun vasfını değiştirmez. Sadece azmettirilenlerin kendilerine göre sebeplerini açıklar. Azmettirenin projesini, katledilenin kurban oluşunu değiştirmez.
    Selam ile...

    Yanıtla (0) (0)
  • SELAMİ SAYGIN / 25 Aralık 2011 12:06

    Bülent bey, sosyal olaylara içerden bakınca Ermenileri haklı, mağdur ve masum olarak görürken, dışardan bakıncada haklı ve masum-mağdur olarak görmektedir. Niçin? Ermenilerin masumiyetine (her ne kadar İttihatçı desede) Türklerin kesin kes katilliğine inanmış bir kere. Aksi bilgilere de kapalı görünmektedir. O kadar kapalıdır ki; Ermenilerin doğu anadoluyu Ermenistan yapmak için silahlı mücade yaptıklarını görmek istemez. Yabancı ülkelerin özellikle Rusların bu konuda Ermenilere nasıl yardım yaptıklarını da bilmek istemez. Savaşla birlikte Kafkasyadaki Ermenilerin Rus ordusunda gönüllü olarak Osmanlı sınırlarından içeri saldırmalarını ise zaten duymamıştır. İçerdeki bazı Ermenilerin (Erzurum m.vekili pastırmacıyan gibi) gönüllü birliklerin başında osmanlılara karşı mevzilendiğini de duymak istemez. Bu arada Nisan 1915'te tehcirden bir ay önce Ermenilerin yardımı ile Vanın nasıl Ruslar tarafından işgal edildiğni ise zaten önemsemez. 1913'te Rusyanın baskısı ile altı doğu ilinde Ermeniler için başlatılan reformları takip için Erzurum ve Diyarbakıra iki Hıristiyan müfettişinin de geldiğini de yok sayar. İçerde ve dışarda, altı doğu ilinin Ermenistan yapılması için her türlü faaliyetin yapıldığını ise aklına getirmek istemez. Çünkü bülent bey Ermenilerin haklılığına kesin kes kanidir. Türklere de bu yüzden düşmandır. Ermenileri haklı Müslüman Türkleri ise haksız sayan bir nevzuhur islamcılığın görüntüsüdür aslında Bülent beyin yazdıkları. Dikkat edilirse Balkanlardan, Kafkaslardan katliama tehcire uğrayan Türk, Boşnak, Arnavut, Abaza, Gürcü, Çeçenler Bülent bey için haber değeri bile taşımaz. Onun için varsa yok sa Ermenilerin iddialarıdır. Ermenilere karşı bu aşırı hassasiyet niye? Bülent bey, Ermeni kafileleinin yollarda kimlerin saldırısı ile ne kadar kayıp verdikleri ile de pek ilgili görünmez. Çünkü işin o kısmı Türk düşmanlığı için gerekli görülmez. Sahi ne diyor Bülent bey? Yazdıkları ile Müslümanlara karşı Hıristiyanları niye savunmaktadır? Müslümanlara karşı Hıristiyanları savunmanın adı İslamcılık olur mu?

    Yanıtla (0) (0)
  • Ahmet Murat Kaya / 24 Aralık 2011 21:08

    Dostum bir kaç noktayı açmak isterim:
    1. Öncelikle Dersim ile Ermeni tehciri meselesi aynı statüye sahip değiller. Ahmet Hakan da bugün kü yazısında aynı çelişkiye dikkat çekiyor ama eksik var diye düşünüyorum. Çünkü Ermeni meselesi gerek bugünkü muhafazakar demokrat hükümetin gerekse Kemalist ideolojinin "biz yapmadık İT yaptı" şeklinde bir tutumlarına muhatap. Osmanlı döneminde olması da Kemalistler ve muhafazakarları derin bir paradoksa ittiğinden iki taraf da olayı inkar da ittifak halinde. Daha önemlisi, Dersimin uluslararası diplomaside yeri yok. Ama Ermeni soykırımı tanınırsa Türkiye'ye bir çok tazminat davası açılmasının önü açılıyor. Hatta toprakları iade talepleri bile olabilir, zira Erivan bunun hayalleriyle yatıp kalkan bir yer. Dolayısı ile "çelişki" ifadesi biraz isabetsiz.ama tabi tutarlı da diyemeyiz.
    2. Ermeni tehcirini tetikleyen en önemli olay pek sözü edilmeyen, çarlık Rusyası'nın çok daha önceleri Kırım, Kafkas ve Balkanlardaki homojenleşme eğilimidir ki, buralarda da tesadüf denemeyecek şekilde Ermeni birliklerine görev verilmiştir. Hatta hatırlarsak Abdulhamid kafkas ve kırım halklarına kucak açmış, bugün adapazarı ve İzmit olarak iki şehre dönüşen yerleri de çadırkentlere çevirmiştir. Yani demem o ki, tehcir başlamadan önce anadolu halkında "ermeni gavuru" na karşı bir öfke zaten birikmişti. Buna kapitilasyonlar sayesinde sınırsız zengin olan ecnebilerin durumu ve savaşlarda sürekli olarak ölen açlık ve yokluk halindeki müslüman tebanın sosyal psikolojisini de eklersek, son derece gergin bir pozisyonu anlamış oluruz.
    Tabi bu İT'yi haklı çıkarmak anlamına kesinlikle gelmez ama İT'nin siyasetine namzet ciddi bir toplumsal taban olduğunun işaretlerini verir. Nitekim yaşanan olayların devletin tezinde olduğu üzre, "kendiliğinden ortaya çıkan bir sosyal patlama"dan ibaret olmadığı da ispat edilmiş,İT nin köy köy matematik hesapları yaparak tehciri gerçekleştirdiği belgenmiştir(Modern Türkiyenin Şifresi, Fuat Dündar, İletişim)
    Ben burada daha çok sosyal patlamaya hazır olan tebanın durumuna dikkat çekmek istedim. Teşekkürler

    Yanıtla (0) (0)
  • Mahir / 24 Aralık 2011 18:27

    Cezayirde uygulanan soykırımın hesabını tabir caizse "kuyruk sıkışınca" sormak da konunun üzerinde düşünülmesi gereken ayrı bir noktası.

    Yanıtla (0) (0)
  • Hucr / 24 Aralık 2011 13:57

    Devlet soykırımı tanıyanlara ambargo koymuyor ki abi.Soykırımı kabul etmeyenin hapis cezası alması kararını veren ülkeye ambargo koyuyor.

    Yanıtla (0) (0)