Sosyalizm yaşıyor mu? Liberalizm ölüyor mu?
Amerika'da finans türevleri piyasasından başlayarak küreselleşen son kriz ortamı birçok solcuda kapitalizmin 'nihayet' çökeceği hayallerini yaratmıştı.
Bu gerçekçi olmayan beklentinin temelinde, sadece kapitalizmin nasıl işlediğini bilmemek ve bu 'var olma biçimini' Marksist bir perspektife sıkıştırmış olmak yatmıyor. Sol gelenek kapitalizmi sosyalizmin karşı hali sanıyor... Oysa kapitalizm var olan durumun adıyken, sosyalizm kurulması düşünülen farklı bir sistemin düşünce temeli. Diğer bir deyişle sosyalizm bir ideoloji, ama kapitalizm değil. Hatta daha ileri giderek şunu da söyleyebiliriz: Sosyalizm ancak kapitalizm durumu içinde anlamlı olan bir ideoloji...
Dolayısıyla her ne kadar kapitalizmi yıkma gibi bir hayali taşısa da, sosyalizm aslında kapitalizm sayesinde işlevsel olan bir bakış. Yani kapitalizm yıkıldığında muhtemelen sosyalist teoriye de ihtiyaç kalmayacak. Söz konusu 'sapmanın' nedeni sosyalizm teriminin kapitalizmden sonra gelmesi beklenen üretim biçimini betimlemek üzere kullanılması. Ne var ki o üretim biçiminin ne olacağını, geçmişte bazı üretim biçimleri tanımlayarak ve bunları pozitivist bir mantıkla geleceğe uzatarak bilmemiz olanaksız. Öte yandan sol geleneğin bugün 'kurumasının' nedeninin de bu sapma olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü gözünü kapitalizmi 'yıkmaya' ve sosyalizmi 'kurmaya' diken bu gelenek, elindeki asıl cevheri göremedi. Daha mütevazı olmak ve sosyalizmi bir ideoloji olarak sınırlamak gerekiyordu. Belki o zaman yaşanan günün ahlaki ve toplumsal meselelerine daha yakın durulabilir ve bu sayede kapitalizmin içsel mantığını etkileme fırsatları yakalanabilirdi.
Sosyalizmin bir ideoloji olarak sınırlanmaması, sol geleneğin asıl rakibini yani liberal ideolojiyi anlamasını da zorlaştırdı. Liberalizm kapitalist sistemin bir 'üstyapı' kurumu olarak algılandı. Oysa ideolojik düzlemde asıl 'rakip' buydu ve sosyalist gelenek bu yanılgısının bedelini çok ağır ödedi. Bugün sosyalizm çökmüş durumda, çünkü Sovyetler başarısız oldu. Sosyalizmin bir 'sistem' olarak önerilmesi, onun kaderini de söz konusu sistemin uygulamada ortaya çıkan kaderiyle bütünleştirdi. Böylece bir ideoloji olan sosyalizmle, kurulan yeni sistem arasında mesafe kalmadı. Halbuki lberaller bu yanlışı hiçbir zaman yapmadılar... Liberalizmi kapitalizmle özdeşleştirmedikleri gibi, ahlak ve adalet kavramlarından hareketle epeyce sert eleştiriler geliştirenler de oldu. Böylece liberalizm kapitalizme bağımlı olmasına rağmen, entelektüel düzlemde kendisini kapitalizmden ayrımlaştırabildi.
YOLDAN ÇIKANLAR, DÖNEKLER VE REVİZYONİSTLER
Ele aldığımız bu iki modern ideolojinin sistem karşısındaki tavır farklılığını belki psikolojik faktörlerle bir miktar açıklayabiliriz. Liberallerin 'tuzunun kuru' olduğunu, oysa sosyalistlerin 'ezilenden yana' oldukları için aceleci davrandıklarını öne sürebiliriz. Bizzat kuramların da bu psikolojiyi desteklediği eklenebilir. Liberalizmin var olan sisteme 'razı' olduğu, onu veri kabul ettiği, oysa sosyalizmin sistemi değiştirmek istediği için doğrudan sistemi hedef aldığı söylenebilir. Ancak bütün bunlar sosyalizmin niçin bu denli kırılganken, liberalizmin nasıl böylesine dayanıklı olduğunu açıklamakta yetersiz kalır. Çünkü bir ideolojinin içsel hedefleri ve duyarlılıkları ne olursa olsun, hayatın öğreticiliği karşısında ne denli yaratıcı olabildiği esas meseledir ve bu da o ideolojinin zihniyet temeli ile yakından ilişkilidir.
Sosyalizmin kırılganlığı otoriter zihniyete aşırı bağımlılığı nedeniyle ortaya çıkmış gözüküyor. Doğruyu bilme ve öngörme iddiasındaki pozitivizme fazlasıyla teşne bir ideolojinin, hayatın her yeni kıvrımına anlamlı yanıtlar getirmesi belirli bir entelektüel derinlik gerektiriyor ve bu da 'kurucu babaların' izinden bazen uzaklaşmayı ima edebiliyor. Ne var ki aynı otoriter zihniyet söz konusu uzaklaşmaya cevaz veren bir kurumsal algıyı değil, tam tersini üretiyor. 'Yoldan çıkanlar' kolaylıkla dönek veya revizyonist damgasını yiyebiliyorlar. Revizyonun, yani elindeki kurama, bir anlamda kendine yeniden bakmanın sakıncalı görüldüğü bir ortamda, entelektüel yaratıcılığın olmayacağı ve siyasetin giderek 'ideoloji içi' kılınacağı açıktır. Bu durum sosyalistleri giderek içe kapatmış, cemaatlaştırmış ve gerçeklikle yüzleşmekten ürken bir psikolojiye sokmuş durumda.
Buna karşılık liberalizm ideoloji ile sistem arasında gidip gelirken daha ikircikli bir macera yaşamış ve bunun da faydasını görmüş gözüküyor. Şöyle ki, bir ideoloji olarak liberalizm büyük ölçüde relativist zihniyetin uzantısı... Bilginin tümüyle göreceli olduğu, herkesin kendi doğrusuna sahip çıkabildiği, esnek, pragmatik, adaptasyon yeteneği yüksek bir ideoloji bu. Her duruma uygun bir yanıt getirebilmenin mümkün olduğu, verilen yeni yanıtların ideolojinin temelini zedelemediği bir anlayış. Ancak liberalizm de bu noktada durmuyor... Çünkü var olan sistemi meşrulaştırmaya yönelik kaçınılmaz bir dürtüsü var. Aksi halde böylesine göreceli bir dünyada hiçbir norm koymak mümkün olamazdı ve bu da liberalizmi bir ideoloji olarak anlamsız kılardı. Dolayısıyla tüm görecelilik vaazına karşın liberalizm, içinde yaşadığımız somut düzenin doğru, adil, hatta ideal olduğunu söylemek zorunda kalıyor. Ancak bundan hiç de hoşnut gözükmüyor, çünkü söz konusu düzenin birçok yönü liberalizme uygun düşmediği gibi, herhangi bir doğruya bağımlı olma fikrini hazmetmek de kolay olmuyor.
Böylece iki modern ideoloji arasında gerçekten ironik bir farklılığa işaret etmiş oluyoruz. Sosyalizm ideolojiden sisteme geçerken tutarlıdır ama tam da bu tutarlılık nedeniyle kırılgandır. Liberalizm ise ideoloji ile sistemi bağdaştırmakta büyük zorluk çeker, kuramsal çelişkilere düşer ve çoğu zaman bunların altında kalmasına rağmen ayakta durmayı sürdürür. Sosyalizmin aşırı önem verdiği tutarlılık, ideolojinin sistemden bağımsızlaşmasına izin vermezken, liberalizmin sistem karşısındaki gizlenemeyen ve yüzleşilmek zorunda kalınan çelişkileri onu bir ideoloji olarak sistemden bağımsız kılar.
İşin ironik kısmı ise herhalde şudur... Kapitalizmin son iki yüzyılı sosyalistlerin entelektüel hegemonyasına konu olmuştu. Sosyalistler kendilerinden son derece emindiler... Sovyetlerin uygulamalarından utandılar, ama teorik düzeyde liberalizmi sürekli hırpaladılar, bu ideolojinin içsel çelişkilerini büyük bir keyifle sergilediler. Liberaller ise sistemin 'sahibi' gibi algılanmakla birlikte, sürekli olarak savunmadaydılar. İdeolojinin ayakta kalması için yeni yollar aradılar, kuramla gerçeklik arasındaki kopuklukları onaracak 'payandalar' bulmaya çalıştılar. Diğer bir deyişle sosyalizm liberalizmi bir tehdit olmaktan çıkardığı ölçüde yenilenme fırsatını tüketirken, liberalizm aslında sosyalizmin tehdidi sayesinde ayakta kaldı... Nitekim bu süreç içerisinde 'sosyal demokrat' olanlar 'sosyalist' haline gelirken, 'liberal' olanlar 'liberal demokrat'a dönüştüler. Aslında ne biri başta demokrattı, ne de diğeri bugünlerde demokrat oldu... Ama söz konusu adlandırma bile sosyalistlerin günümüzün zihni ortamında niçin yabancılaştıklarını, liberallerin ise nasıl hâlâ ayakta kalmak üzere her türlü kuramsal melezleşmeye yatkın olduklarını ortaya koyuyor.
Bütün bunlardan bir ders çıkarmak gerekseydi iki tespit yapılabilirdi: Birincisi ideolojilerin entelektüel bir zemine muhtaç oldukları ve sistemle her türlü yakınlaşmanın bu cevvaliyeti kuruttuğudur. İkincisi ise geleceği kalıplaştıran her türlü yaklaşımın uzun vadede kaybedeceği...
Modern dünyanın dersleri günümüzün yeni ideolojik arayışları için de aynen geçerli. Yarına hazırlanan demokratların ve muhafazakarların yakın geçmişten öğrenecekleri çok şey var...
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT