Sosyalizm ve İslâm; Bir Benzerlik Görebiliyor muyuz?
Marks Fenomeni ve Sosyalist Düşünce…
Materyalizme ve Marks’ın formülasyonu icabı tarihsel materyalizme dayandırılan ve kendi içerisinde temellenme, ontolojik durum, ideolojik çerçeve, teorik ve pratik açıdan bazı farklılıklar arz etse de, sosyalizm modern dönemde ilerlemeci tarih ve toplum anlayışı açısından Batıcı bir ideoloji olarak karşımıza çıkar.
Marksizm’in, günümüzde dünyada yaygın bir kavram olma özelliğini koruduğu, İktisattan edebiyata kadar hayatımızın her alanında yer kaplayan bir doktrin olduğunu görmekteyiz…
Çoğu zaman komünizm ile aynı paralellikte olup Marksizm’in toplum projesinden komünizmin anlaşılması gerektiği söz konusudur. Dar anlamıyla komünizm, “üretim araçlarının kamu mülküne dönüştürülmesinin” akabinde oluşabilecek bir toplum devrimine verilen adı da kapsar…
Buna bağlı olarak da zemininin temel kalkış noktası ilerlemecilik bağlamında o amaca Batıcı söylem, Batıcı bir hayat tarzı ve o yönde oluşan çabalara ek olarak Batının birçok açıdan rededilemez(!) olduğuna ek olarak, ‘sınıfsız’ komünist bir topluma evrilme yolunda özellikle de maddi kaynaklar ve değerler açısından ilerlemeyi sağlayıcı bir rol verilen sömürgeci bir mantığa yaslandığı da kendiliğinden belirginlik kazanır.
Burada iki şey öne çıkmaktadır. Birincisi; materyalist/maddeci temele dayalı sair Batılı ideolojiler gibi sosyalizmde, seküler silsile içerisinde, okuma biçimlerini, Allah’(cc)ı, onun iradesini, tarihe ve topluma müdahalesini hiçe sayıp, onu zihinsel planda bir itibarsızlaştırma yoluyla dinin insan için hiç de önemli olmadığını öne plana çıkarıp, aksine, güya tarih boyunca onun sadece gücü elinde bulunduran egemenlerin, toplumun geri kalanını elde tutmasına yarayan geri ve gerici bir unsur olarak değerlendirmesi, onu din konusunda genel anlamda dinle kendisine bir yol arayan günümüz insanının vicdanında mahkûm etmektedir. Ör. Sovyetler sonrası dindar Rus insanının kilise eksenli olarak, dini referans alarak, yeniden toparlanışı…
İkincisi; yine sözde ‘ayıcıcı sınıf’ olgusuyla işçi/proleterya sınıfının öncülüğünde yeni ve aynı zamanda da toplumsal hâkimiyeti ‘ilelebet’ elinde tutarak, bu formülasyona uymayan diğer toplumsal katmanların imhasını öngörerek, sonuçta devlet aygıtının da olmadığı, insanları bağlayan hiçbir kaide ve kuralın da olmadığı ilkel(!) ve sınıfsız bir toplum üretme düşüncesi de birinci maddede belirttiğimiz gerekçelerden ötürü ortadan kalkmış oluyordu!
Burada en başta Kur’an’ın vurguladığı, aynı zamanda da toplumsal yapının korunmasına yönelik olarak bir sorumsuzluk söz konusuydu. Burada içtimasi mesuliyet olgusu devreye girerek hiçbir kaide ve kuralın olmayışı tevhide tabi tutulur.(Kur’an; 4/85) Toplumsallıktan yola çıkarak doğru-yanlış, iyi-kötü ve bunları da kapsayacak oranda hak-batıl çerçevesinde ya Allah adına, onun önerdiği yola girilip dünya ve ahretin mutluluğu elde edilecek, ya da her gün batıla girip çıkarak insanlara allah’ı unutturan yollar, yöntemler, ideolojiler peşinde koşulup, sonuçta da ya batıldan, ya da haktan bir pay alarak hayatı tamamlamak neticesinde akibetle yüz yüze gelmek.
Yukarıda zikrettiğimiz ayetle birlikte, aynı çerçeveye haiz birçok ayet bizlere aynı manzarayı apaçık bir biçimde sunar!
Marks’tan bu yana bir silsile içerisinde hemen tüm ideologlarının söylemlerinde yukarıda da vurguladığımız gibi, belirginlik kazanan ‘ayrıştırıcı sınıf’ olgusu üzerinden ilerlemeci ve determinist/cebriyeci bir yol alış, insanlık tarihini karanlıklardan aydınlığa ulaştıracak(!) oranda ve birbirinin anti tezi hükmünde, sınıf bazlı toplumsal değişimin var olduğu görüşünü ilelebet sürdürür!
Ama bunun son raddede belki de o tür bir hayale inanmaya eğilimli insanlar açısından düşündüğümüzde temeli bilimselliğe dayandırılan, ama sonuçta içerik açısından sosyal, siyasal, tarihsel ve en önemlisi de Sünnetullah olgusuna ve Allah’ın kitabında bizlere bildirdiği kesinlikli/hakikate mebni bilgilere uymayan bir vasatta gereksiz yer işgal eder, var olacak olan sonuca baktığımızda…
Bu olumsuz maddeci düşünceye rağmen, Allah’ın insanı kendisine ibadet etsin diye yarattığı(Kur’an; 8/56); onu toplum kurucu ve hayatı onun eliyle düzenleme rolü vermiş(siyaset, ticaret vs.) ve kendisini de onlar üzerine gözetleyici olarak belirtmiştir.(Kur’an; 4/1)
Sosyalizm Yerine” Şükür İktisadı”
Kapitalizm ve sosyalizm gibi beşeri olup her şeyden ziyade toplumu ilgilendiren iktisadi düşünce, yol ve yöntemlerin mukayesesi söz konusu edildiğinde, genellikle kapitalizm ve İslam karşılaştırmasından ziyade İslam-sosyalizm mukayesesi yapılır. Kapitalizm, salt sömürüye dayanan ve haksız bir kazancı öngören faize dayandırıldığından olsa gerek, onun haramlığı bir yana, tabiri caizse, cepten para yürüttüğü savıyla birçok kişi ve çevre tarafından benimsenmez ve ret edilir. Ki, bu yakıcı gerçek daha da alevlenmektedir.
Sosyalizme gelince ise, görünürde faize dayanmıyor olduğu düşünülse bile, iktisadi alanda başta ferdin fıtratından sadır olup tarihi süreçte bir akıllılık, geçim hayatı dengeli bir biçimde sürdürebilme, sermayeyi topluma yayma ve sürdürülebilirliği olan sosyal yardım/hayır bağlamında esaslı bir iktisadi görüngü olan serbest ticarete, kişinin özgür iradesiyle devlet aygıtına mecbur kalmadan, toplumsal faydayı da düşünerek çalışmaya ve üretime dayandığından sosyalist mantık tarafından reddedilir. Buna rağmen, -ne kadar doğruluk payı var ise- onu toplumlar için gerekli görmeye teşne zihinler tarafından dillendirildiğinde, buna meşruiyet kazandırmak adına, İslâm’ın kapitalizme değil de sosyalizme yakın olduğu söylenir, durur…
Hal bu ki, bir beşeri ideoloji olan sosyalizmle vs. ontolojisi ilahi olan İslâm’ın sadece bir tek konuda bile mukayesesi yapılamaz! Kaldı ki, insanı beşeri bir fıtrat üzere yaratan, ona ruh veren ve onun ‘insan’ kılan Allah(cc) elbette ki, ona her ne konu olursa olsun, iktisat ve maddi geçimlilik konusunda da hiçbir beşeri sistemin formüle edemeyeceği oranda sağlam, sapasağlam ve kişinin kendi öznel şartlarında, yine Kur’ani bağlama bağlı kalma şartıyla yürütebileceği bir sistemi önermiştir!
Sair ideolojilerde ‘kesinlikli(!) bir şekilde formüle edilip ontolojik olarak da materyalizme ve sosyalizmde de olduğu üzere tarihsel materyalizme ne adına ve sonucu ne olursa olsun dayandırılan ekonomik sistemden ziyade, İslâm Kur’an bütünlüğünde, adına çok rahatlıkla ‘şükür iktisadı’ diyebileceğimiz en makul bir yolu ‘şiddetle’ önerir!
Ki, bu önerme gerek günümüzde ve gerekse de geçmiş dönemlerde Müslümanlar boşta kalmasın diye değil tabii ki, İslâm’ın diğerlerinin düşündüğü gibi salt ekonomiye dayanan beşeri bir dünya görüşüne hamledilemeyecek bir inanç sistemi önerdiği gerçeğiyle hareket edildiğinde, hayatın laikler gibi din-devlet ilişkilerinin zıddına olacak oranda parçalı bir durum önermediği, buna tevessül edilemeyeceğini ortaya koymak içindir! Bu din insan için her iki dünyayı kuşatıcı bir öze sahipse, o öze uygun olarak bir yaşam periyodunun ortaya konulması gerekir.
Buradan baktığımızda hayatın sırf Allah(C) adına olduğunu, O’nun her şeyi kuşattığınıi ve buradan baktığımızda İslam’ın bir ekonomi politik mülahazalar bütünlüğünü.içermediği, aksine onun külli bir sistem olduğunun belirginlik kazandığını müşahede edebiliriz.(Kur’an; 3/153; 47/31)
Olaya bu çerçeveden baktığımızda, onlarca yıldır gerek iktisat ilmine vakıf aydınlarımızın, gerekse de ulemadan birçok insanın ’çağımıza hitap edelim’ düşüncesiyle ve yine o konudaki Kur’ani ilkelerle birlikte Batılı parametrelere yaslanarak bir İslâm ekonomisi modeli ortaya koyma çabalarını önemsiz görmemekle birlikte İslâm’ın yine bu Batılı paradigmalara uygun bir ekonomik politiğinin olmayacağının altını çizerekten bu konuda ölçünün en başta Allah’ın ortaya koyduğu ilkeler, sınırlar ve ölçüyü kaçırmadan günün durumuna göre hareket edilmesi en sağlıklı ve en ahlaklı bir yaklaşım olacaktır, sonuçta…
Haliyle onun da temeli Batılı paradigmalara dayandığından, sadece dünya hayatını ölçü aldığından, İslam’ın ise, her iki dünyayı kuşattığından dolayı, ortak bir noktaları olmadığı hakikati kendiliğinden anlaşılır.
YAZIYA YORUM KAT