1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Sosyal medyanın aptallaştırdığı insan modeli
Sosyal medyanın aptallaştırdığı insan modeli

Sosyal medyanın aptallaştırdığı insan modeli

Fatma Barbarosoğlu, sosyal medya ve dijital platformların insanları yalnızca “seyirci”ye dönüştürdüğünü ve izledikleri içeriklerin zamanla insanları nasıl daha da yalnızlaştırdığını ve toplumu bir tür “aptallık” içine sürüklediğini vurguluyor.

22 Kasım 2024 Cuma 16:00A+A-

Fatma Barbarosoğlu/Yeni Şafak

21. yüzyılı kim temsil ediyor? Aptallar ve aptallıklar mı?

I-

2019’un sonbaharıydı. Belki de ilkbahardı. Baharları ilk ve son diye ayırmak yerine ben hep bahardı demeyi tercih edenlerdenim. Yani, epey bir zaman önceydi. Zaman, Pandemi’den önce ve Pandemi’den sonra diye bölündüğüne göre... Pandemi’den bir yıl önceydi diyerek sizdeki zaman aralığını pekiştirmiş olayım.

Marmaray’da idik, sinyal kesilince tren Erenköy civarında aniden durdu. Tren durunca insanlar başlarını eğdikleri noktadan kaldırdı. Kiminin başı bir kitabın içinde idi, kiminin cep telefonu ekranında. Yanımdaki iki kadın tam o esnada aynı ekrana bakmaya başladı. Daha doğrusu birinin ekranından yükselen bir Çin ezgisi ötekinin dikkatini çekti. Bizim kuşağın şehir hatlarından gayet alışkın olduğu başkasının elindeki gazeteye hiç teklifsiz göz atma davranışını ödünç alır bir şekilde, yanındaki kadının ekranına gözünü sabitledi. Sonra bir hayret nidası duyuldu. “Ben de! Ben de!” diye bağırdı. Kendi ekranındaki görüntüyü gösterdi.

“Ben, üzümle elbise boyadığı bölümü...”

“A evet,” dedi ekranına teklifsizce göz düşürülmüş olan. “Ben onu dün seyrettim.”

“Ne kadar şiirseldi. Annem ne var bunda şaşıracak; biz de soğan kabuğu ile Amerikan bezlerini boyardık dedi. Ama bence öyle değil.”

İki kadının konuşmasının içine bu defa ben mütecaviz bir kulak misafiri olarak düşmüştüm ki cep telefonuma mesaj geldi. Açtım, okudum. Ayakta başımda dikilen genç yol arkadaşım, “Ben sana o vidyoları açarım, insanların konuşmasının içine o kadar girmene gerek yok” diye yazmış.

Doğrudan sormak yerine ben de onun yöntemini ödünç aldım: “Niye şimdi değil?” Mesajı okurken güldü. Bu defa mesajla değil doğrudan “İlk karşılaşman sakin bir ortamda olmalı. Ben sana onun hakkında bilgi vereceğim önce” dedi.

“Hadi şimdi bilgilendir” diye tutturdum.

Cep telefonunu eline aldı tekrar. Bir şeyler aradı. Sonra yine bana mesaj gönderdi. Gelen mesajda dünyada milyon takipçisi olan Çinli kızın YouTube kanalının linki vardı.

II-

İki genç kadının Marmaray’da, Çin’in kırsal kesiminde geçen hayatını çektiği vidyolarla paylaşan bir YouTuber’ı aşkla şevkle “otantik hayatın şiirselliği” olarak paylaşmasından kime bahsedecek olsam hep aynı tepkiyi aldım:

“Niye şaşırıyorsun ki! Ben de seyrediyorum.”

“Niye seyrediyorsun?”

“Öylesine seyrediyorum işte.”

“Yani kızın Çinli olması mı, onun yaptıklarını senin de yapmak istemen mi, yoksa senin otantik olarak seyrettiğin o vidyoların arkasındaki mükemmel teknik, mükemmel kurguya duyduğun hayranlık mı? O kızın esasında köylü kızı olmadığı halde köylü kızı performansı göstermesi mi? NE?”

Bu soruları kime sorduysam, birbirinin aynısı olan o yüz ifadesi ve adeta Attila İlhan şiirinden bir mısra ile karşıladılar: “Git başımdan Aysel...”

“Mesele köy ise, mesele otantiklik ise, bakınız burada da Toroslarda yaşayan genç bir Yörük kadını var” dedim. Cehdedip vidyosunu seyrettirdim. Sıkıldılar. Biz bunları zaten biliyoruz demeye getirdiler. Bilmiyorsunuz. Ya da biliyorsunuz ama görmüyorsunuz.

III-

Yaşadığımız dönemi “şiddet çağı” olarak adlandıran Marksist tarihçi Eric Hobsbawm (1917-2017) ile yapılmış bir söyleşiyi okuyorum.

Söyleşiyi yapan Antonio Politi “Yirminci yüzyıl ‘avam’ın yüzyılı oldu. Avamı şimdi kim temsil ediyor sizce?” diye soruyor.

Hobsbawm’ın cevabı oldukça ilginç: “Yirminci yüzyılın başında, o dönemin tipik insanı olarak geçimini topraktan sağlayan köylü vardı. Fakat yirminci yüzyılın sonunda durum artık bu değil. Yüzyılın tipik insanı olarak işçiyi, bu yüzyıl süresince muazzam bir biçimde büyüyen ve yüzyılın üçüncü çeyreğinde doruk noktasına ulaşan işçi sınıfının bir üyesini seçebilirdik. Fakat bugün işçi sınıfı hem nicelik hem de yarattığı etki bakımından hızlı bir düşüş içerisinde. Bugünün tipik insanı, bir bilgisayarın önünde çalışan ofis görevlisi olabilir mi? O da olmaz. Bir ofis çalışanı Batı Avrupa ya da Bileşik Devletler için anlamlıdır, fakat dünyada bu imgenin pek bir anlam taşımadığı daha pek çok yer var.”

Hobsbawm 21. yüzyılı temsil eden imge konusunda dikkatimizi bir anne ve çocuklarına yöneltmemiz gerektiğini söylüyor: “Ortak yönleri en fazla olan insanlar annelerdir. Yeryüzünün neresinde yaşarlarsa yaşasınlar, dilleri, kültürleri ve uygarlıkları ne denli farklı olursa olsun bu böyledir. Bir annenin yaşadıkları, bir bakıma, yirminci yüzyılda insanlığın başına nelerin geldiğini pekâlâ yansıtmaktadır. Çağımızda tipik olmaktan çıkan şey, annenin etrafında gelişen geleneksel aile yapısıdır. Elbette geçmişte tek bir aile tipi yoktu, fakat hemen her yerde bir aile yapısı vardı. Bu, artık bugün geçerli değil. İnsanlığın yirminci yüzyıl boyunca sergilediği çeşitliliğin ve hızlı değişimin ‘avamı’ sembolize edecek bir seçmeyi oldukça zorlaştırmasına rağmen, illaki böyle bir şey seçilmek durumundaysa, ben tercihimi bir anne ve çocuklarından yana kullanıyorum.” (Yeni Yüzyılın Eşiğinde, Yordam Kitap, s.175)

2017’de dünyadan ayrılan Hobsbawm bu görüşlerini 1999 yılında yayınlanan Yeni Yüzyılın Eşiğinde ismini taşıyan söyleşi kitabında dile getiriyor. 20. yüzyılı 1914’te Birinci Dünya Savaşı ile başlatıp 1991’de Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle sonlandıran Hobsbawm her ne kadar internetin hayatımıza dâhil oluşuna tanık olsa da sosyal medyanın çığırından çıkışına tanık olmadı. Hobsbawn hayatta olsaydı dünyanın bir yerinde saçma bir halini vidyo olarak sosyal medya hesabında yayınlayan kişiyi milyonlarca insanın görüntülediğini görüp 21. yüzyılı zekâ seviyesi düşük insanların temsil ettiğini söyler miydi? 21. yüzyıl insanını sosyal medya insanı temsil ediyor, der miydi?

Ana akım medya bile TikTok saçmalıklarını haber diye önümüze düşürmüyor mu?

Hepimiz, küçük ve sığ dünyasında yaptığı saçmalıkları “sergilenebilir bir ürün” olarak sürüme sokan “içerik üreticisi”nin “başarısı”na maruz kalmıyor muyuz?

Kadın, kafasına defalarca balon ile vuruyor, birileri onun bu eylemini hesabına para göndererek destekliyor, sonra da ana akım “Sosyal Medya Tepkileri Sona Ermedi” diye haber yapıyor. Biz TikTok kullanıcısı olmadığımız halde bu habere maruz kalıyoruz. Böylece aptallık çığ gibi büyüyor. Sorun şu ki aptallığın büyümesi sadece aptalları ve çevresini değil, bütün gezegeni etkileyecek boyutlara varıyor.

Yazıya Çinli youtuber’ın “otantik Çin hayatı”nı sergileyen vidyoları ile başlamıştık değil mi?

Önümüze düşen reels vidyolara bakarken-baktıktan sonra, birbirinden saçma haberleri okurken-okuduktan sonra, “Şimdi ben ne yaptım?” sorusunu sormuyorsak, gezegenin aptallaşmasında bizim “etkileşim eylemimiz”in de payı olduğunu unutmayalım.

Yukarıdakilerin yanlış bir noktadan okunmasını önlemek için şunu ilave etmem gerekiyor: Çinli Liziqi son derece estetik görüntüler eşliğinde “eski dünya”nın maharetli kadınını sergiliyor. Lizigi’nin ülkesinde çocuklar küçük yaştan itibaren kendi kendilerine yetecek, ellerinden her işin geldiği bireyler olarak yetiştiriliyor. Biz ne yapıyoruz? Seyrediyoruz. Maharetli insanların maharetini “seyrederek” eylemde bulunmuş, bir şeyler yapmış, bir şeyler öğrenmiş olmuyoruz. Sadece “zaman geçiriyoruz”. Diyeceksiniz ki yüzüne balon vuranı seyredeceğine bunu seyretsin. Sorun şu ki her seyir bir bağlanmayı, her bağlanma hayattan kopuşu terekesinde taşıyor.

Meraklısı için notlar

Liziqi, 06.07.1990 doğumlu.

Memleketi olan Pingwu’dan, köyü Mianyang’dan çekimler yapıyor. YouTube kanalı toplamda 2,7 milyar görüntülenme almış, 19,8 milyon takipçisi var. 21 Ağustos 2021’de Çince en çok takipçiye sahip kanal olarak Guinness Rekorlar Kitabı’na girmiş.

Takipçi sayısı

2018’de 100.000,

2019’da 1.000.000,

2020’de 10.000.000.

En son 2021’de video yayınlamış. Fakat takipçi sayısı artmaya devam etmiş.

Yazıyı gazeteye göndermeden önce bir kontrol edeyim dedim. Evet, Çinli arkadaşımız yeni bir vidyo yayınlamış. İpek böceğini yetiştirişini, böceklerden elde ettiği ipeği iplik haline getirişini, elde ettiği ipek ipliği üzüm kabukları ile renklendirişini, renklendirdiği kumaştan ince işçilikle çiçekler yapışını, yaptığı çiçekler ile yine kendisinin diktiği şık kıyafeti süsleyişini, süslediği kıyafeti giyip tabiatın bağrında son derece şiirsel bir atmosferde piyano çalışını seyrettim. Eylemin, estetik için kurgulandığı o saatler, “hayran ekonomisi” konusunda çok şey söylüyordu.

HABERE YORUM KAT