Sosyal medya ve değişen değerler
Lamia Levent Abul, sosyal medyanın oluşturduğu yeni "sosyalliğin" tahribatına dikkat çekiyor.
Dr. Lamia Levent Abul / Diyanet Aile Dergisi
Sosyal medya ve değişen değerler
Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Sosyalliğin en büyük düşmanı sosyal medya” derken aslında yaşadığımız büyük çelişkiye dikkat çekiyor. Sürekli iletişim hâlinde olduğu binlerce arkadaşı, grupları, yüzlerce “like” alan paylaşımları olan biri, oldukça hareketli bir sosyal hayatı olduğu yanılgısına kapılabilir. Çünkü bir telefonun küçücük ekranına tüm gün gömülerek sosyalleştiğini sanmak oldukça abes kaçıyor. Dışarıda akan hayattan ve yüz yüze iletişimin sıcak ve samimi havasından nasiplenmeden sosyalleşmek, her şeyiyle sanal olan medyanın bir yanılsaması mı diye düşünmeden edemiyor insan. Daha isminden başlayarak kafalarda çelişkiler oluşturan sosyal medya, tüm ağlarıyla hayatımızı çepeçevre kuşattı. Öyle hızlı, baş döndürücü bir gelişme ve yükselme trendi gösterdi ki tüm dünyada âdeta kasırga etkisi meydana getirdi. Ancak sosyal medyanın bu tozu dumana katan sersemletici etkisi geçmeye başladıkça nasıl bir mecrada at koşturduğumuzun da farkına varmaya başladık.
Önce arkadaşlarımızı bulacağız gibi masum niyetlerle başlayan sosyal medya maceramız, zamanla vaktimizin önemli bir kısmını geçirdiğimiz ve hayatımızın neredeyse her anını paylaştığımız bir alana dönüştü. Sosyal medya bir taraftan bize imkânlar sunarken diğer yandan bizim paylaştığımız verilerle kendi varlığını sürdürüyor. Ya da en azından bizim ondan faydalandığımızdan daha fazla onun bizim paylaştığımız verilerle kendisine büyük bir imparatorluk kurduğunu söyleyebiliriz. Öyleyse sosyal medya bize nasıl imkânlar sunuyor ve buna karşılık hangi tehlikeleri barındırıyor konularında bir kılavuza ihtiyacımız olabilir. Zira bu dünya, doğru ile yanlışın, iyi ve kötünün birbirine karıştığı flu bir dünya!
Pek çok açıdan hayatımızı kolaylaştıran sosyal medya, iletişim alanında devrim niteliğinde gelişmeleri beraberinde getirdi. Geleneksel medya araçları tek taraflı işleyen bilgilendirme mekanizmasına sahiplerdi ve insanlar kendilerine sunulan haber ve bilgileri edilgen bir şekilde alıyorlardı. Bugün ise haber ve bilgilerin sosyal ağlar üzerinden üretilip yayıldığı yeni bir medya söz konusu. Geleneksel medyadan çok farklı bir anlayışa dayanan yeni medyada ise karşılıklı etkileşimin olduğunu görüyoruz. Yani insanlar hem dolaşıma giren haberlere yorum ve eleştiri yaparak müdahil olabiliyor hem de haberi bizzat kendileri üretebiliyorlar. Dolayısıyla yeni medyanın anlayışında sıradan insanlar da ürettikleri veya elde ettikleri haber ve bilgileri paylaşarak bir anlamda kendi müstakil medyalarına sahip olma imkânına kavuştular. Aslında sunduğu imkânlarıyla belli sınırlar dâhilinde kullanıldığında tüm dünyaya sesini duyurma ve kendini ifade etme açısından sosyal medyanın çok cazip olduğunu söyleyebiliriz. Özellikle dünyanın neresinde olursa olsun insanların haberleşmeleri ve anlık olarak birbirlerini takip etmeleri açısından önemli bir imkân. Bu sayede küresel bir köye dönüşen dünyada uzak ve yakın anlayışlarımız değişti, uzaklar yakın oldu. Dünyanın bir ucunda meydana gelen bir olaydan anında haberdar olabiliyoruz. İstediğimiz politikacı, yazar, sanatçı, sporcu ve devlet adamıyla nerede olurlarsa olsunlar iletişime geçebiliyor ve onlara sesimizi duyurabiliyoruz. Görüş ve önerilerimizi iletebiliyoruz. Kişilere ve olaylara tepkilerimizi ve eleştirilerimizi paylaşabildiğimiz gibi daha önce iki kapak arasında yazdığımız düşünce ve fikirlerimizi dünyaya duyurabiliyoruz. Dünyanın her tarafından insanlarla tanışma, konuşma ve fikir alışverişinde bulunma açısından sosyal medya faydalı bir zemin sunuyor kullanıcılarına.
Yeni medyanın yeni değerleri!
John Perry Barlow, “Siber Uzayın Bağımsızlık Bildirgesi”ni 1996 yılında yayınlayarak bir anlamda internetle birlikte dünyamızda nelerin değişeceğinin de ipuçlarını veriyordu. Barlow, internetin özgürlük üzerine inşa edildiğini ve bu alanda hiçbir sınır ve sansürün söz konusu olmayacağı gibi merkezi de bulunmayan bir teknoloji olduğunu ilan ediyordu. Sınırların, kuralların olmadığı bir alanda değerlerden de söz edemeyiz. Bunun bir anlamı da sınırsız özgürlük vadeden bu mecraların kendi anlayışlarına uygun yeni değerleri insanlara empoze edeceğiydi. (Bbkz. M. Dağıtmaç- Ş. Ekmen, Dijital Psikolojik Devrim, Motto yay., İstanbul, 2019)
Sınırlar ve ölçüler belirsizleştiğinde kimse özgür olmuyordu aksine özgürlük adı altında hakların, özgürlüklerin biteviye çiğnendiği bir dünya ile karşı karşıyaydık. Bir merkezinin olmaması da karşımızda muhatap alacağımız bir yönetim ve kurumun olmaması demekti. Ayrıca sanal mecraları denetleyecek bir mekanizma da yoktu ve her türlü ahlaki ölçü ve değer kolayca tüketilip harcanabiliyordu. Nitekim şimdiye kadar geçen süreçte sosyal medyanın başta güvenlik ve denetim olmak üzere pek çok açığı tartışıldı ve hala cevap bulunamayan sorun ve sorularla karşı karşıyayız.
Sosyal medyanın yeni değerleri ile ilgili en açıklayıcı bilgiyi bu ağların ilkinin kurucusu olan Mark Zuckerberg veriyordu. Ona göre mahremiyet artık bir norm değildi ve “İnsanlar sadece çok ve çeşitli bilgiyi paylaşmakla kalmıyor, daha çok insanla ve daha açık bir şekilde paylaşıyorlar ve bundan memnunlar.” derken mahremiyet gibi bir değerin de tükenişini haber veriyordu. Nitekim sosyal medya mecralarında en çok mahremiyet tüketildi. Önce iletişim kurma, resim, fotoğraf, video ve birtakım bilgilerin paylaşımı olarak başlayan süreç sonrasında insanların kendileriyle ilgili mahrem bilgileri paylaşmasıyla devam etti. Öyle ki insanlar en mahrem alanlar olarak kabul edilen özel hayatlarını ve evlerini hiç tanımadıkları insanlara açmaktan imtina etmez bir hâle geldiler.
Sosyal medyanın insanların mahremiyet algılarını değiştirmesindeki en büyük etkenin, insanların beğenisine sunulan paylaşımlarla görünür olma, beğenilme, takdir edilme, onaylanma ihtiyaçlarını gidermesini sağlamak olduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca paylaşımların altına yazılan yorumlar ve beğeni butonuna tıklanma sayısı insanlarda geçici bir tatmin duygusu oluşturuyor. Giderek daha fazla paylaşım yapan insanlar, yaşadıkları hazzı devam ettiriyor ve bu döngü böylece sürüp gidiyor.
İnsanlar kendileri ile ilgili paylaşımda bulunurken pek çok sosyal medya uygulamasının paylaşılan verileri topladığını dikkate almak gerekiyor. Hem sosyal medyada hem de dijital alanda yapılan her paylaşım ve arama, kayıt altına alınıyor. Daha sonra toplanan veriler analiz edilerek sosyal medya kullanıcılarının profilleri oluşturuluyor. Bizi en çok tanıyan kişiden bile daha isabetli bir profil oluşturulduğu ifade ediliyor. Sosyal medya mecraları, bu profile uygun arkadaş seçeneklerinden tutun da siyasi, sosyal ve ekonomik konularda yönlendirmeye imkân tanıyan reklam ve bilgilendirmelerle insanları manipüle edebiliyor.
Sosyal medya kullanıcılarının profillerinin kullanıldığı alanlardan biri de reklam. Beğenilerimize, ihtiyaçlarımıza ve ilgi alanlarımıza yönelik seçilen reklamlara internette gezinirken rastlamamız bir tesadüf değil. Son zamanlarda bu mecraların ortam dinlemesi de yaptıkları ve konuşulan konuların anahtar kelimelerini seçerek ona uygun reklamları servis ettikleri dile getirilen bir başka husus (https://www.aa.com.tr/tr/bilim-teknoloji/ortam-dinlemesine-kapali-mikrofon-onlemi/1389099). Bunun anlamı ise sadece çevrimiçi iken kullanıcıları takip etmiyorlar; kişiler, telefonlarının yanlarında olduğu her an gözetim altındalar!
İnsanların değil Cenab-ı Hakk’ın rızasını kazanmak
Sosyal medyada var olmanın ve kıymet görmenin ölçüsü daha çok görünür olmak ve bunun için de sürekli paylaşımda bulunmaktır. Sosyal medyada nasıl biri olduğundan ziyade nasıl göründüğün önemli olduğundan insanlar beğeni kazanmak için olduklarından farklı gösterecek paylaşımlarda bulunabiliyor. İnsanların ilgi ve beğenisini kazanmak için hep daha ilginç ve özel şeyler paylaşıma açılıyor. Beğeni ve alkış sayısı arttıkça narsizme giden yolun taşları da bu övgü ve alkışlarla örülmeye başlanıyor. Bol keseden dağıtılan övgüler insanın kendisini dev aynasında görmesiyle sonuçlanır. Ve nihayetinde sosyal medya kullanıcılarına yeni değerlerini bırakıyor; kendini beğenmişlik ve kibir! Nitekim yapılan araştırmalar da bu sonucu ortaya koyuyor (Bkz. Vehbi Bayhan, Gençlik, Sosyal Medya ve İnternet Bağımlılığı, Siyaset ve Kültür Dergisi, S. 23, ss. 61-80).
İslam’ın ahlak anlayışında enaniyet ve kibir yerilmiş, mütevazı ve alçakgönüllü olmak tavsiye edilmiştir. Peygamber Efendimiz (s.a.s.), “Mütevazı olun, öyle mütevazı olun ki biriniz diğerine karşı övünmede bile bulunmasın.” (İbn Mâce, Zühd, 16) buyuruyor. Hz. Peygamber tevazuu öğütlerken övünmekten ve kişiyi yüzüne karşı övmekten de men etmiştir bizleri (İbn Mâce, Edeb, 36). Yeni medyanın yozlaştırdığı ahlak anlayışının sonucu olan kötü huylardan kurtulmanın yolu ise bu mecraları beğeni toplamak için değil, kendisine ve başkalarına faydalı olmak için kullanmaktır. Sosyal medyanın kişiyi kör ve sağır bir şekilde kendine müptela eden etkisine kapılmamak için de ona dikkatli yaklaşmak gerekiyor. Dinimizin inanç ve değerleri bu konuda da davranışlarımıza yön vermeli. Zira yüce dinimiz, hayatımızın her alanında olduğu gibi sosyal medyada da esas almamız gereken ölçüyü koyuyor önümüze: Her söz ve tavrımızda insanların değil Cenab-ı Hakk’ın rıza ve hoşnutluğunu kazanmak olmalı gayemiz.
Başkası olma kendin ol
Değerlerimizi erozyona uğratan sosyal medyanın bir diğer zararı ise insanlar arasında gösteriş ve tüketim yarışını körüklemesidir. İnsanlar bir taraftan kendi hayatlarını gözetime açarken diğer taraftan başkalarının hayatlarını gözetleyerek âdeta birbirleriyle yarışa girmekteler. Esasında burada söz konu olan gerçek kişiliklerin değil imajların yarışıdır. Çünkü paylaşılan hâller kişilerin sahip olmak istedikleri imajların bir ifadesidir. Sosyal medyada kendisi olmak zordur. Sanal dünya, insanı olduğundan farklı davranma konusunda âdeta teşvik etmektedir. Diğerlerinden farklı olmak ve hep daha güzel, hep daha mutlu, hep daha başarılı olmak âdeta kutsanır bu mecralarda. Bu uğurda değerler esner, ölçüler aşılır.
İmajların gösteriş uğruna yarıştırıldığı bu tablo en çok kişiye zarar verir. Çünkü olduğu kişi değil olmak istediği ya da insanların kendisinden olmasını beklediği kişidir. Kendi gerçek kimliğinden ve benliğinden kopan kişi sanal kimliğiyle aslında çok yalnız ve mutsuzdur.
Toplumsal açıdan baktığımızda ise aynı imkânlara sahip olmayan kişilere nispet yapar gibi hayatını gözler önüne sermek gösterişten başka bir şey değildir. Bizim kültürümüzde sahip olduklarıyla övünmek ve bunlarla gösteriş yapmak hoş karşılanmadığı gibi hem göz hem de kul hakkı kapsamında değerlendirilmiştir. Yemek ve gezme keyfi adı altında paylaşım yaparken dikkatli davranmak gerekir. Bunları alma ve yapma imkânı olmayan kimselerin durumu hatırlanmalıdır. Üzerinde göz hakkı olan bir keyfin gerçek anlamda bir keyif olup olamayacağı düşünülmelidir.
Sosyal medya uğruna heba edilenler
Annesini, babasını, dost ve akrabalarını aramaktan, görüşmekten imtina eden insanlar sosyal medyada binlerce arkadaşa sahip olmakla övünebiliyorlar. İnsan şunu düşünmeden edemiyor; zor duruma düştüğünde acaba buradaki arkadaşlarından kaçı imdadına koşacak! Aile ve yakınlarını ihmal etme pahasına hiç tanımadığı insanları takip etmek için saatler ayırmak ne kadar akıl kârı? Öncelikle zaman gibi değerli bir nimeti boş ve faydasız şekilde heba etmek Sevgili Peygamberimizin ifade ettiği üzere bir aldanıştır (Buhârî, Rikak, 1). Diğer taraftan ailenin ihmal edilmesi, anne baba, eş ve çocuklara vakit ayırmamak da bir vebaldir. Çünkü onların da bizim üzerimizde hakları vardır (Buhârî, Savm, 51). Sılayırahimi terk etmek ise Allah’ın rahmet bağlarıyla bağladığı bağları koparmaktır (Tirmizî, Birr, 16). Arkadaşlar, dostlar ve komşularla sosyal ilişkilerin devamı, toplumsal birliktelik açısından elzemdir. Dinimiz tüm bu ilişkilerin sürdürülmesini ısrarla tavsiye ederken sosyal medyanın sanal ve sahte dünyasında kaybolup gitmekle aldanışa düştüğümüzü fark etmeliyiz.
HABERE YORUM KAT