Sosyal medya salgını olarak "Linç kültürü"
Gökhan Özcan, sosyal mecralarda ortaya atılan iddialar ve bilgilerin hiçbir doğrulamaya gerek duymadan kabul görerek insanları nefret ve kine sürüklediğini belirtiyor.
Geçen hafta sosyal medyada vaka-i adiyeden sayılan linçlerden birine konu oldum. Ben malumunuz gündemdeki hararetli ve kapağı açıldığında başka herhangi bir konuyu konuşmayı imkânsız hale getiren meselelere girmemeyi, insanın ve hayatın kendimce ‘gerçek’ meseleleriyle ilgili yazmayı tercih ediyorum. Bu sebeple pek sık karşılaşmıyorum böyle linç hadiseleriyle. Kimi arkadaşlarımız içinse rutine dönüşmüş bir şey bu.
İşin şahsımla ilgili kısmının üstünde durmanın pek gereği yok aslında. Sosyal medya birçok insan için ‘adam asmaca’ oynanan yangına açık bir yer nihayetinde, insanın hak vermediği bir kişiye her türlü hakareti yapabildiği, insani frenlerin boşa alındığı bir mecra… Ancak yaşadığım bu tecrübenin toplumsal hayatımız açısından açığa çıkardığı bazı gerçekler var ki, meselenin o kısmı gerçekten dehşet verici…
Sadede geleyim… Linçe konu olan yazı bu köşede geçen perşembe günü yayınlanan ‘Şükrün Varlığı ve Yokluğu’ başlıklı yazı… Yazının ana konusu şükür kavramı ve ona değişken bakış açılarımız… Yazı boyunca farklı toplumsal şartlar altında hayatını sürdüren bireylerin şükretme konusundaki değişken algı ve kabullerinden söz etmeyi deniyorum. İnsanların ‘temel ihtiyaç’ kavramına bakış açılarının ne kadar değişebildiğine ve dolayısıyla neye şükredecekleri konusunun da bu bakış açılarına göre nasıl farklı muhtevalar kazanabildiğine dair örnekler veriyorum. Kimi insanlar için ekmeğin, suyun, ilacın temel ihtiyaç olduğunu, bunları bulduğunda bu insanların bütün kalbiyle şükre yöneldiğini ifade ediyorum. Güncel örnek olarak da Gazze’deki cefakâr insanları örnek veriyorum. Afrika’nın bir yerinde yaşayan yoksul insanların durumu da, deprem sonrasındaki mahrumiyet günlerinde depremzede kardeşlerimizin yaşadıkları da örnek gösterilebilir ama ben en güncel örneği seçiyorum.
Bizim toplumumuzda da ağır şartlar altında, gerçekten bıçağın kemiğe dayandığı yerde yaşayan insanlar bulunduğunun altını özellikle çiziyorum. Ancak bir de belli bir standarda erişen ve daha fazlasını isteyen kesimler olduğunu, onların şükretmek için çıtayı daha yükseğe koyduklarından söz ediyorum.
Twitter üzerinden yayın yapan @ajans_muhbir isimli haber paylaşan bir hesap, yazıyı “Yeni Şafak yazarı Gökhan Özcan: ‘İstediği semtte oturmadığı için geçim sıkıntısı çektiğini söyleyenler var. Oysa Gazze’de ‘temel ihtiyaç’ dedikleri şeyler olmadığında, o mazlum insanlar bu alemden göçüp gidiyor.” cümleleriyle paylaşıyor. Yazdıklarımın arasından cımbızla çekilmiş ve yazının maksadıyla da, muhtevasıyla da ilgisi olmayan, isteyerek ya da istemeyerek durumu çarpıtan bir anons bu. Yirmi bine yakın insan görüntülüyor bu alıntıyı. Ve bunlardan onlarcası en ufak bir meseleyi anlama gayreti göstermeden ağız dolusu hakaretler altına yorumlarını yazıyor. Gazze’ye gitmemi söyleyenler, Türk olmadığımı Arap sevici olduğumu söyleyenler, bunlar hep böyle diyenler, yancılık yaptığımı, hükümeti akladığımı iddia edenler, en hafifi salak olup küfürlere varan hakaretler… Çoğu kim olduğumu ve ne yazıp çizdiğimi bilmiyor ama ‘Yeni Şafak’ yazarı olmam yeterli onlar için… Yazdıklarımdan haberdar olup hayal kırıklığına uğrayan, 35 yıldır yazdıklarımı sıhhatini hiç araştırmadıkları bir cümleyle bozuk para gibi harcayan üç beş kişi de var bu koronun içinde. Ayar verenler, racon kesenler, yargı dağıtanlar, gizlemeden saklamadan doğrudan nefretini kusanlar… Çoğu bugün burada yazdıklarımı okumayacaklar, gerçeği öğrenmeyecekler, böyle bir şeye ihtiyaç da duymuyorlar. Onlar çoktan linç edecek başka birilerine yöneldiler. Buradan besleniyor, adam asarak geçiniyor ve yalan üzerine kurulu bu tek taraflı savaşları kazanarak kendilerini, egolarını, yenilmez yanılmaz kişiliklerini kutsuyor, kendileriyle yüzleşmekten böyle kaçıyorlar.
Şahsıma söylenenlere takılıp kalıyor değilim. Mesele bana söylenenler değil, bu sık başıma gelen bir şey de değil! Mesele her şeyin hızla çürüyor olması! Mesele sosyal medya dediğimiz mecraların artık insanlar arası iletişimi dinamitler hale geldiğini ve kör dövüşünün, ‘adam asmaca’nın gündelik alışkanlıklarımız arasına girdiğini görüyor olmam… Bu mecralarda insanlar gerçeğin ne olduğuyla hiç ilgilenmiyor, sabah kalkıp linç edecek birilerini arıyor ki, oralarda her zaman kışkırtıcılar da hazır vaziyette oluyor!
Nefretle, öfkeyle, düşmanlıkla, sevgisizlikle yaşıyoruz artık, belli bir kesimimiz değil, birçoğumuz! Maalesef şu değerler sistemine sahip ya da bu değerler sistemine inanan olmak çok şeyi değiştirmiyor, sosyal medyada hepimiz o agresif, hakkaniyetsiz, yıkıcı insan oluyoruz. İnsanlar birbirini tam olarak dinlemiyor, anlamaya çalışmıyor, duyduklarının sıhhatini araştırmıyor ama insafsızca hedef seçerek yargılıyor ve infaz ediyor. Böyle devam ederse sosyal medya toplumsal felaketimiz olacak ve hepimiz birden kaybedeceğiz.
HABERE YORUM KAT