'SOS Kobanê' değil miydi?
IŞİD terör örgütünün Kobanê'ye saldırıları bugün itibariyle 41. gününe girdi. Belki ABD liderliğindeki koalisyonun 8 Ekim'den itibaren (6-7 Ekim olayları patlak verdikten sonra) bölgedeki IŞİD mevzilerini etkin bombalaması olmasaydı, Kobanê şimdiye kadar düşmüş olacaktı.
Ancak yine de Eylül ortasından Ekim'in ilk haftasına kadar büyük ölçüde desteksiz biçimde YPG güçlerinin IŞİD'e direnebilmesi, IŞİD'i görür görmez topuklayıp kaçan Irak Ordusu askerleri düşünüldüğünde kayda değer bir başarıdır. Fakat büyük kısmı Amerikan malı, son model ağır silahları olan bir örgüte karşı, sadece havadan yapılan destekle ayakta kalmak mümkün değil. Bu yüzden Türkiye'nin açmayı önerdiği peşmerge koridoru ile Özgür Suriye Ordusu'ndan gelecek destek literal olarak hayatî öneme sahip. Ne var ki PYD lideri Müslim bu görüşte değil.
Müslim liderliğindeki PYD, âdeta askerî destek gelmesine karşı bir pozisyonda duruyorlar. Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesut Barzani, PYD'ye destek olması için Rojavalı ve özel eğitim almış 2.000 peşmerge göndermeye hazırken ve Türkiye de peşmerge geçişine onay vereceğini ilan edeli bir hafta olmuşken, PYD tarafı müzakereleri uzattıkça uzattı ve en son sadece 150 peşmerge geçişini onaylayacaklarını bildirdi.
Peki Türkiye, en nihayetinde terör listesindeki bir örgüt olmasına rağmen, IŞİD'e karşı mücadele verdiği için PYD'ye peşmerge desteğine ve hatta ılımlı Suriyeli muhaliflerden de 1.300 kadar savaşçının takviyesine ön ayak olmaya hazır olduğunu açıklamışken PYD lideri Salih Müslim ne yapıyor? PKK'nın yayın organı ANF'ye verdiği demeçte Türkiye'nin hâlen IŞİD'e destek verdiğini iddia edip, çoğunluğu Türkiye'nin içinde bulunduğu koalisyonda yer alan uluslararası toplumun Türkiye'ye müdahale etmesini talep ediyor. Türkiye, PYD'ye askerî takviye imkânına hayır demiş olsaydı, Müslim muhtemelen bu çağrıda bulunmayacaktı.
Türkiye'nin PYD'nin IŞİD'le mücadelesine desteğinin boyutu genişledikçe, PYD'nin söyleminin düşmancıllık dozu artıyor. Sanırım bu ters ve tuhaf korelasyon, Türkiye'nin ABD ile yapılan görüşmelerde PYD'ye askerî destek verilmesi ve koridor açılmasına karşılık Kürt grupların birleşmesini ve dolayısıyla Rojava'da kurulacak siyasî yapının çoğulculaşmasını önşart olarak sunduğu iddiasını doğruluyor. 'Kürdistan kırmızı çizgimizdir'den Kürtlerin birliğinin kırmızı çizgimiz haline gelmiş olması hem ülke olarak kat ettiğimiz mesafeyi göstermesi bakımından kayda değer olduğu kadar, bölge jeopolitiği açısından da nedensiz değil elbette.
Öncelikle İran destekli Esed rejiminin hâlen memur maaşlarını ödediği yerlerde de bayrağı asılı olan PYD'nin diğer Kürt gruplarla ortak hareket etmesini sağlamak, Suriye Ulusal Konseyi ile de aralarında bir köprü kurmayı hedefliyor. Dolayısıyla Kürtlerin birliğini savunmak, onların Suriye halkıyla ortak geleceğini savunmakla paralel bir strateji.
Ayrıca PYD'nin peşmergeyi kategorik olarak reddetmeden etkisizleştirmeye çalıştığı ve bölgede IŞİD'e karşı edinilecek bir başarı varsa bunu büyük ölçüde kendi başına almak istediği söyleniyor. Ki bu siyasal bir strateji olarak doğal karşılanabilir ama aynı zamanda ne meşru ne de sürdürülebilir. Zira PYD, bunu yaparken bölgedeki Sovyetik tarzda tekçi ve arkaik bir yapıyı ve Esed rejimiyle ilişkilerini olduğu gibi muhafaza etmek istiyor. Peşmergeye kapı aralamak zorunda kalmak, Duhok'ta Kürt Ulusal Konseyi ve PYD'liler arasında, Barzani'nin himayesinde gerçekleşen toplantıdan da birleşme yönünde kararların çıkması bu stratejinin sürdürülebilir olmadığınının anlaşılması bakımından önemli.
YENİ ŞAFAK
YAZIYA YORUM KAT