Sorunun gerçek kaynağını çözmek zorundayız!
Vahdettin İnce, Müslümanların gerçek sorunlarla uğraşmak yerine küçük meselelere takıldığını ifade ediyor.
Vahdettin İnce / Star
Islak haydutlar
"Evde tek başına" adlı bir film var, TRT'nin yılda en az bir kere (özellikle yılbaşında) yayınladığı. Eskiden çocuklarımla, şimdi de torunlarımla izliyorum fırsat buldukça. Bu filmde Noel tatiline çıkan ailesi tarafından unutulduğu için evde tek başına kalan bir çocuk ile onunla baş edemeyen şapşal iki hırsız canlandırılıyor. Hırsız diyorum ama onlar, kendilerini ayrı görüyorlar. En azından yumurcak onları çıldırtana kadar. Bir kere kendilerine göre prensipleri var. En önemlisi icraatlarının altına mutlaka imzalarını atıyorlar. İmzaları da, soydukları evin musluklarını sonuna kadar açık bırakmak. Bu yüzden Polis gelip karşısında her tarafını su başmış bir ev bulunca hemen "Kahretsin... Islak Haydutlar!" diyor.
Ne zaman Ortadoğu haritasını görsem, ben de "Allah belanızı versin... Islak haydutlar!" diyorum. Hayır, muslukları açık bırakmamışlar. Islaklık sınır tellerinden damlayan kandan kaynaklı.
Bildiğiniz gibi birinci cihan harbinin sonunda İngiltere ve Fransa Ortadoğu'yu aralarında bölüşmüşlerdi. Sonrası malum, bir takım ülkeler ortaya çıkmıştı. Söz konusu ülkelerin kurtarıcı kahramanlarına (!) sorsan, bu sınırları kendileri çizmiş. Ama aslında sınırları kimlerin çizdiği atılan imzalardan belli oluyor. İmza, ülkelerin yönetim biçimlerinde gizli, daha doğrusu aşikâr.
Mesela cihan harbinin sonunda İngiltere'nin payına düşen ülkelerin büyük çoğunluğu krallıkla yönetiliyor. Bir krallık olan İngiltere imzasını atmış yani. Bu çerçevede Fransa'nın payına düşen ülkeler de Cumhuriyetle yönetiliyor. Bu sefer de bir cumhuriyet olan Fransa imzasını atmış oluyor. Şimdi bu sınırları kendilerinin çizdiğini ileri süren kahramanlara inanan saf milletler çırpınıp duruyorlar, nasıl oluyor da kendi çizdiğimiz sınırların içinde tutsak gibiyiz, niye boğuluyoruz, diye söyleniyorlar. Dahası birbirlerini suçluyorlar. Oysa imza kime aitse, buralar da içindekilerle ve sorunlarıyla birlikte ona aittir.
Tıpkı çiftlik sahiplerinin besledikleri koyunların, sığırların yüzlerine veya böğürlerine kendilerine özgü damgalarını vurmaları gibi. Damga, onların imzasıdır çünkü. Bundan sonra çiftliğin kâhyası kim olursa olsun fark etmez. Çiftçilikten geldiğim için bilirim. Mesela babamın imzası "S" harfiydi. İyi ki ikinci bir "S"si yoktu imzanın. Düşünebiliyor musunuz "SS" (es es) çiftliği...! Maazallah!
İkinci cihan harbinin ardından öne çıkan müdahil güç de bildiğiniz gibi bir federasyon olan Amerika'dır. Nitekim o da nereye müdahale ederse mutlaka federal imzasını atıyor. Çekip gidince, ardında kalan enkaz "Kahrolası federaller!" dedirtiyor insana.
Son Paris olayları üzerine özellikle İslam âlemindeki sorunların kaynağının Batı medeniyeti olduğunu yazdığım için, "Müslümanların hiç mi kabahati yok, daha doğrusu Müslüman milletlerin birbirlerine yapıp ettiklerinin Batı medeniyeti ile ne alakası var?" diye eleştiren çokbilmiş dostlarım, özellikle Kürtlerin başına gelen bütün kötülükleri sadece komşularından ve kâhyalardan bilen ve bu düzenin baş sorumlusu batılı dostlarına asla toz kondurmayan, hatta onlardan medet uman bir kısım Kürt entelektüeli için yapacağım şey kanla atılmış bu ıslak imzaları göstermektir. Bu da yetmezse, daha önce bu köşede kendisinden söz ettiğim meczup komşumuzun anlattığı bir hikâye işe yarayabilir belki:
"Bir gün İblis oğluna etrafı gezdiriyormuş. Dağları, ovaları, denizleri, vadileri, hayvanları, insanları... tanısın istiyormuş. İleride lazım olur diye. Derken öğlen vakti güneşin en tepede olduğu vakitte yorgun argın bir halde bizim köyün (Valla meczup komşumuz öyle diyordu) karşısındaki tepenin üzerinde bir kayanın dibinde oturup dinlenmişler. O sırada bizim köylülerden biri (Meczup komşumuz onun da adını söylemişti ama ben söylesem olmaz şimdi) tarlasını sürüyormuş. Fakat köylümüzün karasabana koştuğu öküzlerden biri sürekli yan çiziyormuş, böğrüne bir şey saplanıyormuş gibi zıplayıp duruyormuş. Bir değil, iki değil. Sonunda bizim köylünün canına tak etmiş. Bir yandan huysuzlanan öküze sopa çekerken öbür yandan da "lanet olsun şeytana" diyormuş. Bizim meczup köylünün dediğine göre, İblis'in oğlu hayretler içinde babasına bakmış, "Baba! Ben bu Kürtleri anlamıyorum. Bunlar nasıl insan böyle? Baksana, öküzü yan çiziyor, o sana lanet okuyor?!" demiş. İblis, bütün sevecenliği ile yüzüne hafif bir hinlik kondurmuş. Sonra oğlunun sarı çıyan saçlarını okşayarak "Evlat! Daha öğreneceğin çok şey var. Biz buradayız, ama benim parmağım şu anda öküzün böğründe dolaşıyor" deyivermiş. "Merak etme, bir süre sonra o Kürt, başına gelenleri benden değil, az ötede tarlasını süren komşusundan bilecek, böylece kanlı bıçaklı olacaklar" diye de eklemiş hınzır hınzır gülerek. Sonra da "Unutma! Şeytanlığın birinci kuralı, safdilleri şeytan diye bir şeyin olmadığına inandırmaktır" demiş.
Rahmetli meczup köylümüz bugün hayatta olsaydı, "Bırakın birbirinize diş bilemeyi. Böğrünüzü delip geçen parmak kime ait, ona bakın!" derdi.
HABERE YORUM KAT