Sorunların kaynağını sığınmacılar olarak gören sığ anlayış kaybetti!
Uğur Matiç seçim sonuçlarını kaybeden ve kazananlar bağlamında incelerken sığınmacılar boyutunun da altını çiziyor.
Uğur Matiç / TAV
Yeni kabine ve 28 Mayıs’ın anlamı
Seçimi kazanan Cumhurbaşkanı Erdoğan yeni kabineyi açıkladı. Kabine, kamuoyunda olumlu karşılandı ve heyecan oluşturdu. Buna değineceğim ama önce yeni kabinenin de işaret ettiği kapsayıcılık ve kuşatıcılık boyutuna işaret etmekte fayda var. 28 Mayıs’taki Cumhurbaşkanlığı ikinci tur seçiminin ardından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, her seçim zaferinin ardından yaptığı gibi artık geleneksel bir hal almış olan balkon konuşmasını bu sefer Külliyede gerçekleştirdi. Toplumun tüm kesimlerini kucaklayıcı bir ifade olarak bu seçimin kazananının 85 milyon nüfusuyla tüm Türkiye olduğunu söylemesi önemliydi. Erdoğan’ın daha önceki seçimlerde de benzer ifadeler kullandığı görülmüştür. Esasında demokrasinin gereği olan bir şeyi dile getirmekten ibaret gibi görünse de 14 Mayıs – 28 Mayıs arasında yaşanan birtakım gelişmeler de dikkate alındığında aslında çok önemli bir şeyi hatırlatmaktadır. Zira bu süreçte birtakım sosyal medya alanlarında Millet İttifakı seçmeni olduğu anlaşılan bazı kişilerin toplumun demokratik tercihlerine saygı duymadığı, deprem bölgeleri başta olmak üzere bekledikleri gibi oy oranlarını yakalayamadıkları yerlerdeki insanlara ateş püskürdükleri görüldü. Üstelik bunların sosyal medya ile sınırlı ve söylem düzeyinde kalmadığı, bazı belediyelerin de yardımı kesmek, depremzedelerin konaklamalarını sonlandırmak gibi uygulamalara giderek son derece yakışıksız hamlelerine şahit olundu. Dolayısıyla demokrasi kültürünü özümsemekte güçlük çeken ve ayrıştırıcı bir dil kullananlara rağmen toplumun tüm kesimlerini kucaklayıcı bir söylemin kullanılması Türkiye’nin geldiği olgunluk noktasını göstermektedir.
Yeni kabine
14 ve 28 Mayıs seçimlerinin ardından Erdoğan’ın yeniden Cumhurbaşkanı seçilmesiyle birlikte son 1 yıldır, özellikle son 1 aydır devam edegelen gergin siyasi atmosfer yerini yeni dönemde kimlerin kabinede yer alacağı, kimlerin daha aktif roller üstleneceğinin merak konusu olduğu bir ortama bırakmıştı. Geçtiğimiz cumartesi günü gerçekleşen Cumhurbaşkanı yemin merasimi ve ardından yeni kabinenin ilan edilmesi ile Türkiye Yüzyılı vizyonunda ilk etapta kimlerle nasıl yola çıkılacağına dair bir kanı oluşmaya başladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın TBMM’ye geçici Başkanlık eden Devlet Bahçeli’nin elinden mazbatayı almasından Cumhurbaşkanı Göreve Başlama Merasiminin görkemine, yüksek düzeyde uluslararası katılıma, sembolik olmanın ötesinde anlamlar yüklenecek bir günün ardından söylenebilecek olan şey, Türkiye’nin dünyanın izlediği bir noktada olduğu ve seçim öncesi tartışmaları çoktan geride bıraktığıdır.
Kabinenin bir iki istisna dışında neredeyse tamamının değişmesi, bazı alanlarda izlenen politikalarda değişikliklere gidileceğine dair ipuçlarını vermektedir. Keza devir teslim törenlerinde yeni bakanların yaptıkları açıklamalar da ekonomiden hariciyeye pek çok alanda yeni adımların atılabileceğini gösteriyor. Kamuoyunda pek tanınmayan bazı yeni bakanlar da daha önce aktif siyasette yer almış bilinen isimler de bu manada büyük bir sorumluluğu devralmış bulunmaktadır. Dolayısıyla çok kısa bir zaman zarfında görevlerinde hızlı bir adaptasyon sağlamaları ve öncelikli olarak 2023 hedeflerinin gerçekleştirilmesi doğrultusunda birtakım seri adımların atılmasına şahit olunacağının izlenimi oluşmuştur. Bakanların devir teslim törenleri ve yeni atmalarla birlikte Türkiye’de oluşan bu pozitif hava demokrasinin herkesi kapsayan somut çıktıları arasında. Erdoğan’ın kapmaya esnasında ve seçim gecesi “biz kazanırsak herkes kazanacak veya seçimin kazananı 85 milyon vatandaşımızdır” bağlamındaki ifadelerinin izleri yeni kabinede de görülmektedir.
Seçimin kaybedenleri
28 Mayıs seçimiyle birlikte kesin manada kaybedenlere bakılacak olursa, bunların seçim üzerinden değil oluşturmak istedikleri algı düzeyinde kaybettiklerini söylemek gerekir. Dolayısıyla sosyal medya gibi aygıtlar üzerinden algı oluşturma siyaseti kaybetmiştir. Bununla da ilişkili olarak seçim sonuçlarına ilişkin gerçekçi olmaktan çok uzak sonuçlarıyla hezimete uğrayan birçok anket şirketi de kaybedenler arasında yerini almıştır. Bir başka kaybeden ise terör ve terörle iltisaklı siyaset ve siyasiler olmuştur. Türkiye’de seçim kazanmak için kritik olan kesimin terör iltisaklı siyasete yakın duranlar değil milliyetçi ve muhafazakâr taban olduğu bu seçimin sonucunda görülmüştür. Öte yandan Gezi Parkı eylemleri, 6-7 Ekim olayları ve 15 Temmuz darbe girişimi gibi olayların sorumluları olan Osman Kavala, Selahattin Demirtaş ve Fethullah Gülen gibi isimler başta olmak üzere PKK, DHKP-C, FETÖ gibi örgütlerle ilişkili olup hükümlü ya da kaçak olarak yaşamlarını sürdürenlerin Erdoğan’ın gitmesine ümit bağladıkları bu seçim sürecinin kesin kaybedenleri oldukları da açıktır. Başta Erdoğan olmak üzere bu ülkenin önde gelen siyasilerine, gazetecilerine, Erdoğan’a yakın duran sanatçılar, akademisyenler ve halka “yargılanacaksınız!” diyenlerin de kaybettiği bir durum ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla seçimle birlikte sadece demokrasi değil, demokrasinin işlemesi için en önemli unsur olan güçler ayrılığı prensibinin de perçinlendiği bir sonuç ortaya çıkmıştır. Zira bu seçimi kazanan, yargı erkini baskı altına alacak söylemleri benimseyenler değil yargı bağımsızlığını savunan taraf olmuştur.
Seçim sonucunda kaybeden bir diğer husus, hem içeride hem dışarıda Erdoğan karşıtlığı olmuştur. Aslında herhangi bir ülkede, siyasetini bir şahsa düşmanlık üzerine kurgulayan bir ittifakın %47 üzerinde oy almış olması bir başarı olarak bile görülebilir. Bu konu Türkiye’deki seçmen davranışlarının ve tercihlerinin hangi motivasyonlardan etkilendiği üzerine belki de geniş çaplı bir sosyolojik araştırmayla anlaşılabilir. İlanihaye böyle bir yaklaşımın kazanma şansının olmadığının artık anlaşılması gerekir… Uluslararası alanda da, seçim öncesindeki süreçte Erdoğan karşıtı propaganda yürüten başlıca batı basınının sesinin kısılması, öte yandan seçim öncesinde Erdoğan karşıtlığını açıkça dillendiren özellikle Batılı liderlerin seçim sonucunda tebrik yarışına girmelerini, hiç kuşkusuz diplomatik nezaketle açıklamak yeterli olmayacaktır… İçerideki ve dışarıdaki Erdoğan karşıtlığı üzerinden kurgulanan senaryoların boşa çıkması, Erdoğan’ın sadece içeride değil aynı zamanda dışarıda da toplumlar nezdinde büyük bir itibar görmesiyle, güçlü bir duruş sergilemesiyle ve bir dünya lideri olduğunu göstermesiyle açıklanabilir…
Türkiye Türkiye ile sınırlı değildir, seçimin kazananları da öyle
85 milyonun kazanamayan istisnalarına birçok örnek daha verilebilir. Peki, başka bir açıdan, seçimin kazananı 85 milyonluk Türkiye ile sınırlı mıdır? Seçim sonuçlarının sadece Türkiye’deki meydanlarda değil, başta Müslüman coğrafya olmak üzere dünyanın dört bir yanındaki mazlum coğrafyalarda kutlandığını görenler elbette ki kazananın Türkiye ile sınırlı olmadığını anlayacaktır. Kudüs’te Mescid-i Aksa çevresinde Türkiye’deki seçimin sonuçlarını kutlayanlar, İsrail ile diplomatik ve ticari ilişkilerini artırsa bile Filistin Meselesi konusunda dünyada en net tavır gösteren lider olan Erdoğan’ın yönetimindeki Türkiye’yi görmekten memnundur. Bosna Hersek’te, Novi Pazar’da, Kosova, Üsküp gibi merkezlerde kutlama yapanlar “Balkanlar” tabirinin istikrarsızlıkla özdeşleştirilen anlamını değiştiren bir yaklaşıma sahip olan Türkiye görmekten memnundur.
Başta Azerbaycan ve Türk Devletleri Teşkilatı üyeleri olmak üzere Türk Dünyası, üstünkörü haritalarla Azerbaycan’ı ıskalayıp tarafsız statüdeki Türkmenistan’a uzanarak Orta Asya’ya, oradan Çin’e uzanacağını söyleyenlerin değil, Türk Dünyasına gerçekten önem veren milliyetçi ve mukaddesatçı çizgideki Cumhur İttifakının kazanmasından son derece memnundur. KKTC vatandaşları, uluslararası alanda kendilerini arkalayacak ve kaderlerini AB unsurlarının inisiyatifine bırakmayacak bir Türkiye’den memnundur… Siyasi istikrarı için Türkiye’ye bakan Libya da bu sonuçlardan memnundur… Ortadoğu, Balkanlar, Orta Asya ve Afrika’da yalnızca liderler düzeyinde değil toplumlar düzeyinde büyük bir memnuniyet gözlemlenmektedir.
Sadece Müslüman ve Türk dünyası değil; Latin Amerika ve Afrika ülkeleri de, uluslararası siyasette “Dünya 5’ten büyüktür” söylemiyle hareket eden ve adeta antiemperyalizmin bayraktarı haline gelen Erdoğan’ın kazanmasından son derece memnundur. Cumhurbaşkanlığı törenine Venezuela lideri Nicolas Maduro’nun katılımı dikkatleri çekmiştir. Fakat sadece o değil, birçok Asya Afrika ve Latin Amerikalı devletin üst düzey katılımı, Erdoğan’ın kazanmasının gelişmekte olan ülkeler nazarında büyük bir beklenti ve sevinç doğurduğunu göstermektedir. Öyle ki Brezilya’daki sol görüşlü İşçi Davası Partisinin Türkiye’deki 28 Mayıs seçimini “Emperyalizm yenildi” şeklindeki yorumlaması bu durumu açıkça gösteren bir örnek olmuştur. Bu aynı zamanda Türkiye’de sol olarak yorumlanan unsurların ne kadar sol olduklarını artık sorgulamalarının gerektiğini de göstermiştir. Zira İdris Köçükömer’den beri Türkiye’de solun sol olmadığı, sağ olarak görülenin ise esasında geniş halk kitlelerini temsil eden taraf olduğu bilinmekte ancak görülmek istenmemektedir.
Cumhurbaşkanlığı merasimine katılan batılı temsilcilerin, özellikle de NATO genel sekreteri Jens Stoltenberg’in varlığı ve yapılan görüşmeler, Batı dünyasındaki liderlerin tebrik mesajlarında kullandığı ifadeler, esasında Türkiye’den uluslararası arenada büyük beklentilerin olduğunu göstermektedir. Diplomatik olarak zorlu bir muhatap olmakla birlikte karşılıklı kazanca inanan ve Bağımsız hareket eden bir lider, kimi aktörlerin hoşuna gitmese de uluslararası ilişkiler camiasının da kazançlı çıktığı anlamına gelmektedir. Bunu, yıllardır bu durumun farkında olan Vladimir Putin tebrik mesajlarında açıkça dile getirmiştir.
Sığınmacılar…
Seçimin kuşkusuz bir diğer kazananıysa Türkiye’deki sığınmacılar olmuştur. Fakat seçimin kaybedenlerinin söylemesi muhtemel olan “Suriyeliler kazandı, zaten onlara vatandaşlık verip oylarını aldılar… geldiler tepemize bindiler… artık hiç gitmezler…” gibi realiteyi göz ardı eden bir tutumla yapılan yorumlarının aksine, aslında bu yaklaşımın kazanamamış olması hasebiyle sığınmacılar kazanmıştır. Seçim sürecinde en çok tartışma konusu edilen konulardan birinin başta Suriyeli sığınmacılar olmak üzere bu konu olduğu bilinmektedir. Millet İttifakı bileşenlerinin ve 28 Mayıs’ta onu destekleyen Ümit Özdağ’ın bu konudaki tutumları bizzat sığınmacıları sorunsallaştırma şeklindedir. Yani evet, Türkiye’de sığınmacılar ile ilgili bir sorun vardır. Fakat bunun çözümü onları “geri göndermek, sınır dışı etmektir” gibi son derece sığ ve sorunun kaynağını sığınmacıların varlığına indirgeyen bir yaklaşım söz konusudur. Bu tutumun kazanamamış olması, bu sorunun sebebi değil, aslında başlıca mağduru olan sığınmacıları hiç kuşkusuz memnun etmiş olmalıdır. Zira sorunu Türkiye’ye sığınmış olan bu insanlarda değil, onları sığınmacı haline getiren vakalarda arayan ve bu çerçevede seçim sürecinde ve sonrasında da Suriye’nin kuzeyindeki operasyonlarını devam ettirirken buralarda güvenli alanlar oluşturarak sığınmacıları iskân etme politikası izleyen bir cumhurbaşkanının kazanmış olması elbette ki mazlumları sevindirmiştir. “Mazlumlar” ifadesinin Türkiye’deki sığınmacılarla da sınırlı olmadığı aşikardır…
Sonuç olarak Erdoğan’ın zaferi – istisnalarıyla beraber – 85 milyon Türkiye nüfusuyla sınırlı olmayan, küresel düzeyde etkileri olan, yalnızca liderler düzeyinde değil toplumlar nazarında da takdir gören ve mazlum coğrafyaları sevindiren bir sonuç olması nedeniyle Türkiye sınırlarına ve sığ gündemlere hapsedilemeyecek kıymettedir. Erdoğan tarafından açıklanan yeni Bakanlar Kurulu da bu anlamda oldukça kapsayıcı bir niteliğe sahip görünmektedir. Önümüzdeki süreçte Erdoğan liderliğinde yeni Kabine tarafından ortaya konulacak performansın mevcut kazanımlara yeni kazanımlar ekleyeceği ve sadece Türkiye’de yaşayan insanlarımıza değil aynı zamanda gönül coğrafyalarımızda yaşayanlara da kazandıracağını söylemek mümkündür.
HABERE YORUM KAT