Sorun, askerin tekeli altında kaldığı sürece çözülemez!
Lafı hiç uzatmadan, eğip bükmeden bazı şeyleri bir defa daha söylemek istiyorum.
Asker, adına ne derseniz deyin, ister Güneydoğu, ister Kürt, isterseniz PKK ve terör deyin, bu sorunu 'kendi tekeli'nde tutmak istiyor ve tutuyor.
Bin yıldır bu böyle.
Böyle olduğu için de, yani 'askerin tekeli altında' kaldığı için de bu sorun bir türlü çözülemiyor.
Ve asker gitgide çözümün değil, sorunun bir parçası oluyor, hatta 'meselenin kaynağı' haline gelmeye başlıyor.
Bu durum, not edin bir kenara, Türkiye'nin istikrarı açısından tehlikelidir. Çünkü askere karşı da hem kendi içinden, hem toplumun değişik kesimlerinden tepkiler büyüyor, tomurcuklanıyor.
Askerin 'Güneydoğu'yu kendi tekelinde tutması demek, hükümetin devre dışı kalması demektir.
Askerin 'Güneydoğu'yu kendi tekelinde tutması demek, Meclisin devre dışı kalması demektir.
Durum böyle değil mi?
Hükümet devrede mi?
TBMM devrede mi?
Sanmıyorum.
Hükümette olan bitene ilişkin ne kadar gerçek bilgi var? Hükümet, neyin nasıl yapılması gerektiği konusunda ne kadar bilgi ve deneyim birikimine sahip?
Hükümette, sorunun çözümüyle ilgili kapsamlı, bütüncül bir strateji oluşturmak için bir niyet var mı? Hükümetin niyeti varsa, bunu gerçekleştirebilecek donanıma sahip olduğu söylenebilir mi?
Yanıtlar olumlu değil.
Hükümet, eskilerdeki gibi! Ya da 'eskilerin yolu'nda seyrediyor.
Eski hükümetler ve başbakanlar da 'Güneydoğu'yu askere havale edip işin içinden sıyrıldıklarını zannetmişlerdi. Dar ufukları, siyasal kararlılık ve cesaret düzeyleri ve 'asker korkusu' rol oynamıştı bunda...
Bugün de farklı değil.
Erdoğan hükümeti de 'Güneydoğu'nun ya da Kürt meselesinin sadece askere bırakılmayacak kadar önemli olduğunu görecek bir 'vizyon'dan yoksun olduğunun işaretlerini her geçen gün daha fazla veriyor.
Asker, istihbarat alanında 'polis'in yaptığı işi de kendine istiyor. Asker, Kuzey Irak'ta zaten devre dışı bıraktığı MİT'in yaptığı işi de kendine istiyor. Asker, polisin yetkilerini de jandarma için istiyor.
Kimselere güvenmiyor asker!
Asker, kendi tekel durumunu güçlendirmek için mevcut koşullarda inisiyatif geliştiriyor sürekli olarak. "Güneydoğu benim işim, kimse karışmasın" diyor öteden beri.
Oysa askerin de eleştiriye ihtiyacı var. Ama eleştiriye kapalı. Dün de öyleydi, bugün de öyle. Ve eleştiriye kendini kapalı tutan her kurum yanlışa kapıyı ardına kadar açmış demektir.
Askerin durumu böyle!
Dediğim dedikçi...
Bu dediğim dedikçilik, meseleyi yılan hikayesine çeviren hatalar zincirinin uzayıp gitmesine yol açıyor.
Asker acaba hata yaptığının ne kadar farkında?..
Örneğin Kürtçe televizyon kararı alındı hükümet tarafından. Bir türlü uygulanamıyor. Neden? Asker hâlâ o malum havayı, "Kürtçe, milliyetçiliği körükler!" havasını çalmaya devam ediyor çünkü...
Başka sorular da var. Düzenli orduyla, ordunun mevcut donanımıyla PKK'ya karşı mücadele nereye kadar yürütülebilir sorusu örneğin...
Kısacası:
Askerin elinde bir 'ezber' var. Bu ezbere inanıyor. Bu ezberin sorgulanmasına da izin vermiyor.
Oysa askerin inandığı bu ezberdir, Türkiye'de bu 'yangın'ın bu kadar parlamasına yol açan...
Şimdi asker de sıkıntıda!
Bu biliniyor.
Kendi sıkıntılarını da aşabilmesi için bu 'ezberi'ni sorguya açması şart askerin...
Bunun gibi, seçilmiş siyasal güçlerin, Meclisle hükümetin de artık kendi varlıklarını hissettirmeleri lazım, eğer yangının kontrol altına alınıp zamanla sönmesi isteniyorsa...
Uzun lafın kısası:
'Askerin ezberi'yle de, 'asker korkusu'yla da ne barış, ne de demokrasi mümkündür!
MİLLİYET
YAZIYA YORUM KAT