Sonunda birbirlerini buldular
Eser Karakaş (Star) önceki gün hiç yapmadığı biçimde "MedyaKronik"lik bir yazı yayımladı.
"Vecdi Gönül, merkez ve muhafazakar medya" başlıklı bu gözlem yazısında haklı olarak önce şu tespiti yapıyordu:
"Merkez medya dendiğinde ilk akla gelen ve bu çizginin has kalemleri bu konuyu, Cumhuriyet'in gizli felsefesi olduğu için mi bilinmez, tamamen görmezden geldiler."
Karakaş, nereden-kimlerden söz ettiğinin iyi anlaşılması için görmezden gelenlerin önde gelen bazı kalemlerinin adlarını da sıralıyordu.
Yazar, yazısının başlığında işaret ettiği "muhafazakar medya"yı da ihmal etmiyordu:
"Muhafazakar basının geleneksel, köklü, eski, klasik kalemleri de Vecdi Gönül'ün açıklamasını görmemeyi tercih ettiler."
Karakaş'ın bu tanım altında hangi yazarları kastettiğini tahmin edebiliyoruz. Ama bence, bu ikinci kümeye giren kalemlerin sıralanan nitelikleri iyi seçilmemiş. Bunu şunun için söylüyorum özellikle: "Vecdi Gönül vak'ası"nda, "Muhafazakar basının geleneksel, köklü, eski, klasik kalemleri" olarak adlandırılmayı reddetmeyecek öyle muhafazakar kalemlerle karşılaştık ki, değerlendirmeleri tartışılan konuya son derece nüfuz edici karakterdeydi doğrusu.
Mesela Akif Emre'nin yazısı. (Bu yazıdan Karakaş'ın da övgüyle söz ettiğini unutmayalım.)
Mesela A. Turan Alkan'ın yazısı. (Alkan'ın "mübadele-azınlıklar" bahsine ilişkin birkaç yıl önce yayımladığı çok önemli bir başka yazıyı da hatırlatalım yeri gelmişken.)
Mesela Ali Bulaç'ın yazısı.
Genel bir başlık altında "muhafazakar kalemler" olarak adlandırabileceğimiz (itirazları olursa, sıfatı hemen geri çekmeye hazırım!) bu gazetecilerin elinden çıkan bu metinler, Türkiye'de toplumsal bir barışın mümkün olup olmadığı konusunda bizi iyimser olmaya sevk eden önemli etkenlerden birisidir.
Bu yazılar, Mustafa Erdoğan'ın geçen günkü yazısında Michael Mann'in kitabından naklettiği bir dönüşümün toplumların başına ne türden dertler açtığının-açacağının –tabii ki- tamamen farkında olan yazılardı. Şu dönüşümün: "Demos'un etnosa dönüşümü."
Genelde "medya eleştirisi" olarak adlandırılan bir yazı türünden epeyce zamandır bilinçli olarak uzak durmama rağmen, Karakaş'ın "MedyaKronik"çe yazısı beni de heveslendirdi ve bunun sonucu olarak ben de gözlemeye başladım "merkez medya”yı. Bakalım bu medya “Vecdi Gönül vak'ası” ile ilgilenmeye başlayacak mı?
Aradığımı buldum sonunda. Ege Cansen (Hürriyet) cumartesi günkü (15 Kasım) "Siyasetçi gazeteciler ve ecnebi Türkler" başlıklı yazısında Milli Savunma Bakanı'nın tartışma yaratan açıklamasına hangi açıdan baktığını yazıyordu.
Yazıya hakim olan "ruh", yazının başlığında yer verilen "ecnebi Türkler" ifadesinden anlaşılmıştır herhalde zaten. "Cumhuriyet, ne mutlu Türküm diyenleri ülkenin efendisi yapmıştır" şeklinde Bakan'ın laflarını aratmayan bir tespitle başlayıp "cumhuriyet sayesinde Türkiye'nin ama çok daha önemlisi Türklerin durumu çok iyileşmiştir" iddiasıyla gelişen ve "Savunma Bakanı Vecdi Gönül, Belçika'da bunları anlatmıştır. Bu konuşma üzerine, ezelden beri Türk diye bilinmekten mutsuz bizim bilgiç 'Ecnebi Türkler' ve 'hiçbir şeyin aslını bilmeyen' gafiller çok utandılar" utanmazlığıyla sona eren bir yazı bu. Ama hakkını da vermek gerek; Yazının şu "Son sözü" ne kadar da yerli yerine oturmuş: "Gâfil, gafletinin farkında değildir."
Bir yıl kadar önce bu köşede Ege Cansen'in -yine "gaflet" içindeki- bir yazısını daha gözden geçirmiştim. "Bir tane patlatacam ama elim acır diye korkuyorum" başlıklı bu yazı da bir başka âlemdi. "Tarihin en büyük gerçeği savaştır. Barış ancak savaşla kurulur ve korunur" gibi feylesofça düşünce kırıntılarının sergilendiği, "Toplum, kendi bekası için fertlerini feda eder" gibi tehlikeli manasızlıklar içeren bu yazıyı Halil Berktay Taraf gazetesindeki köşesinde "faşizm" sözcüğüyle birlikte okumaya çalışmış, ama ben –nedense- bu okuma tarzına katılmadığımı belirtmiştim. Yanılmışım.
"Merkez medya"da dikkat çekici bir yazı ile daha karşılaştım.
Murat Yetkin'in (Radikal) "Vecdi Gönül: Mazimizi bilelim, istikbalimize ona göre karar verelim" başlıklı yazısı bu.
Yetkin adını Cansen'den hemen sonra anıyor olmam yanlış anlaşılmasın. Yetkin –tabii ki- Cansen değil. Dolayısıyla iki köşe yazarının yazıları arasında da bir benzerlik yok.
Ama Yetkin'in yazısında da –"benzerlik" olmasa da- şöyle bir "tuhaflık" var doğrusu:
Bu yazı, baştan sona, Vecdi Gönül'ün Brüksel'deki açıklamasına ayrılmış.
Yani yazıda Yetkin değil, Gönül konuşuyor.
Peki Gönül'ün bu (yeni) açıklamaları eski açıklamasını daha anlaşılır kılan cinsten mi?
Katiyen. Yetkin'in köşesine konuk olan Gönül ile Brüksel'deki Gönül arasında en ufak bir fark yok.
Peki öyle ise, Yetkin'in köşesinin tamamını -araya bir kere dahi girmeden- bu "sözde tamir edici" açıklamaya ayırmasının amacı ne?
Dahası, köşeyi baştan sona dolduran bu açıklama Yetkin'in "Dün Estonya'dan telefonla konuştuğumuz Gönül" diyerek aktarmaya başladığı bir açıklama. Bence işin bu yönü de şaşırtıcı. Gönül'ü ta Estonya'da bulup mülakat almak şart mıdır;
Adını Cansen'den sonra andığım için kırılmasın ama Yetkin'in 15 Kasım tarihli köşesi bana hiç hoş görünmedi.
YENİ ŞAFAK
YAZIYA YORUM KAT