“Son Süper Güç” de tarihe gömülürken…
Burada bazı sözleri cümleleri yazarken “büyük laflar ettiğimiz” sanılır. Öyle değil. Sadece başkalarının bin bir kaygı ve hesapla yazmak istemediği gerçekleri yalın ifadelerle aktarıyoruz. Ve bunlar, sadece bizim gerçeklerimiz değil. Bugünün dünyasında herkesi ilgilendiren ve bilinmesi gereken ve hızla ortak kanaate dönüşen gerçekler. Bilinen, inanılan ama itiraf edilmeyenler. Başlıktaki “Son Süper Güç de tarihe gömülürken” ifadesiyle anlatılmak istenen gibi.
Krizin dar ekonomik yorumlarını fazlasıyla okuyoruz. Merkez ülkeler, çevre ülkeler, küçük ülkeler, herkes, ABD'den doğup dünyaya yayılan krizin nasıl önleneceğini, nerelere uzanabileceğini, hangi ülkeleri batırıp hangi ülkeleri güçlendireceğini, ne tür ekonomik dönüşümlere yol açabileceğini, ne tür siyasi krizler çıkaracağını, ne tür sosyal travmalara zemin hazırlayabileceğini öngörmeye çalışıyor.
Kişisel kanaatim; her ülke kendi çapında önlemlerini alıyor. Bu daha çok Türkiye gibi ülkeler için söz konusu. Krizin asıl kaynağını oluşturan gelişmiş ülkeler de. Ama gelişmiş ülkelerin aldığı önlemler kendilerini kurtaracak ölçüde değil.
Yaptıkları tek şey, krizi hazırlayanları beslemek. Finans devleri batıyor, devletler onları fonluyor. ABD, AB, G-8 veya tek tek devletlerin yaptığı şey şuan bu. Şuan finansal kriz görünen durum altı ay sonra ciddi biçimde üretim krizine dönüşecek. O zaman ne olacak? Yüz milyarlarca dolar para aktarılıyor, etkisi birkaç gün sürüyor. Şu ana kadar yarayı tedavi edecek hiçbir çözüm önermediler. Sadece kanamayı durdurmaya çalışıyorlar. Tedavi için küresel ekonomik sistemde köklü değişimler yapmak zorundalar. Bunu göze alamıyorlar.
Neden? Çünkü sistemi dönüştürürlerse ABD'nin ekonomik öncülüğüne son vermiş olacaklar. Çünkü krizin tek sebebi ABD'nin dış ticaret açığı. Yani borçları ve yeni borç bulamaması. Krizi gelişmekte olan ülkelerin üstüne atmaya, faturayı onlara çıkarmaya çalışıyorlar. Bu ülkeler üzerinde baskı oluşturmak istiyorlar. Ancak dünya bu sefer buna izin verecek gibi görünmüyor
Bizi asıl ilgilendiren krizin ekonomik olmayan sonuçları. İşte asıl büyük sözler bu alanda söyleniyor. ABD'nin siyasi, askeri ve ekonomik olarak sınırsız gücü olduğuna, 11 Eylül sonrası iki ülkeyi işgal ettikten sonra dünyanın yarısını hizaya sokacağına inananların anlayabileceği bir durum değil bu. Daha doğrusu onları derin hayal kırıklığına uğratacak, inançlarını sarsacak gelişmeler bunlar. “Büyük laflar”dan birkaç örnek:
ABD, siyasi ve ahlaki öncülükten sonra ekonomik öncülüğünü de kaybetti. Askeri üstünlük tek başına yeter mi? Irak ve Afganistan işgallerine bakılırsa yetmez. İki savaşı kaldıramayan bir ülkenin askeri olarak dünyaya yön vermesi ihtimal dahilinde değil.
Sadece dünya genelinde değil, ABD'nin kendi iç kamuoyunda çok ciddi sarsıntılar yaşanabilir. Çünkü; şu an bankerlerin devlet korumasına alınması vergi mükelleflerinin paralarına ol konarak yapılıyor. Yani; “bankerlere sosyalizm geri kalanlara vahşi kapitalizm” uygulanıyor. Dünyanın geri kalanı bunu örnek almamalı.
ABD dış politikasında köklü değişimler yaşanacak. Kasım seçimlerini kim kazanırsa kazansın, bazılarının iddia ettiği gibi, köklü değişiklikler olmayacak. Ortadoğu, Güney Asya, Latin Amerika'da ABD'nin ciddi oranda gerilediğini göreceğiz. Arka bahçesi Latin Amerika'da zaten çok ciddi dirençle karşılaşan Washington, bu direnci daha sert biçimde Ortadoğu ve Güney Asya'da da görecek. Hatta Afrika'da bile. Oluşturduğu “Yeni Afrika Projesi”nin fiyaskoyla sonuçlanması bunun kanıtı. Daha da önemlisi ABD'nin bu süper güç rolüne Avrupa içinden çok ciddi bir direnç gelişti. Bükreş'teki son NATO zirvesinde ABD'nin önerileri bu ülkeler tarafından reddedildi. Ret cephesinde Türkiye de vardı.
“Süper gücün yönettiği dünya” tarihinin sonuna gelindi. Artık bundan sonra süper güç olmayacak. Tek kutuplu dünya zaten olamayacak. ABD'nin gerileyişi süper güçler çağını sona erdirdi. ABD'nin elitleri bile çöküşün kaçınılmaz olduğunu söylüyor.
Artık hiçbir ülke, dünya zenginliğinin yüzde 30'undan fazla pay alamayacak. 2010 yılı sonunda ABD'nin payı yüzde 20'ye düşecek. Sonraki on yılda ise bu pay yüzde 15 ya da 10'a kadar gerileyecek.
Yeni şartları göz önünde bulunduranlar, bundan sonraki dünyanın hangi kavramlarla tartışılacağına ilişkin dikkat çekici ifadeler ve kavramlar kullanıyor.
“Dünya devleti”, “NATO'nun öncülük edeceği faşizan arayış”, Nükleer saldırı dahil “önleyici savaş”, “zihin kontrolü”, “kitle yönetimi”, “diktatörlük arayışları”, “istihbarat emperyalizmi” gibi…
Süper güçlerin olmadığı, dünyanın çok sayıda bloklara ayrıldığı ya da küresel üst yönetimin kurulduğu, kitlelerin doğrudan kontrol edildiği, kaynak savaşlarının alabildiğine arttığı, her bireyin izlendiği bir dünya…
Ya da daha dengeli, kaynakların bölüşüldüğü, adaletin etkisini artırdığı, çatışma değil uzlaşmanın öne çıktığı, imparatorluk ve hegemonya arzularına izin verilmediği bir dünya…
Hangisi öne çıkar bilmiyoruz. Şimdilik bildiğimiz şey; küresel krizin ekonominin yanında siyasi alanda da köklü dönüşümlere yol açacağı, yeni aktörlerin öne çıkacağı, süper güç ABD'nin bu gücünü hemen hemen kaybedeceği şeklinde.
YENİ ŞAFAK
YAZIYA YORUM KAT