"'Son Kale' PKK'ya Tutunmak"
İbrahim Karagül, Yeni Şafak'ta kaleme aldığı yazıda Türkiye, İran ve Suudi Arabistan'ın son dönem politikalarını değerlendiriyor, birbirleri arasındaki ilişkiye dikkat çekiyor ve "şer cephesi"nin PKK ile kurduğu ahbaplığı vurguluyor.
İbrahim Karagül - "Son Kale" PKK'ya Tutunmak / Yeni Şafak
İran'ın Batı ile anlaşması, 1979 devriminden bu yana Tahran yönetimi için en köklü değişimdir. Devrim sona ermiştir, emperyal İran başlamıştır, Fars milliyetçiliği bundan sonra alabildiğine tırmanacaktır. Bu, ABD'de başlayan, Avrupa kıyılarına yayılan ve hızla kıtanın içlerine doğru genişleyen yeni milliyetçi dalga ile doğru orantılıdır. Aynı zamanda İran'ın Atlantikçi çevrelerce bir şekilde vesayet altına alınması, sistem içine çekilmesi, Fars ateşini söndürme girişimidir.
Ama bu durumun tam tersi sonuçlar doğurma ihtimali de oldukça güçlüdür. Otuz beş yıldır devam eden çatışmayı sona erdirmek İran'ı rahatlatacak, bu çatışmada harcadığı enerjiyi alabildiğine yayılma amaçlı kullanmasının kapılarını açacaktır. Yemen'e müdahale edip Kızıldeniz'e açılma, aynı zamanda S. Arabistan'ı çevreleme stratejisi, İran'ın bundan sonra neler yapacağına dair somut işaretler içermektedir.
İran-Batı anlaşması yeni cepheler açacak
Avrupalı ve Türk şirketler kısa süreli kâr hesapları yapadursun, İran pazarına ilişkin atılımlara girişedursun Afganistan'dan Lübnan'a, Suriye'den Yemen'e kadarki geniş coğrafyada İran'ın daha da yayılma, hırçınlaşma, agresifleşme hamlelerini izleyeceğiz.
Dolayısıyla İran-Batı anlaşması hem İran için, hem Batı için ama özellikle bölgenin güç haritası için radikal değişikliklere neden olacak, belki bölgede yeni cepheler açacak, belki de İran içinde cepheleşmeleri tetikleyecektir.
Yüz yıllık mücadele yarıda bırakılamaz
Türkiye de son on yıldır benzer bir genişleme, Birinci Dünya Savaşı'ndan bu yana Anadolu sınırlarına hapsedilen kaderini yenme, bölgeye ve dünyaya açılma, bunu yaparken kendi iç dönüşümünü radikal bir biçimde bu yeni eğilimlere uyarlama mücadelesi içine girdi. Arap Baharı rüzgârına öncülük ederek olağanüstü bir sıçrama hamlesi başlattı. Çünkü Arap dünyasındaki her değişim, Türkiye'nin pozisyonunu da güçlendiriyordu.
Irak ve Suriye ile başlattığı ancak devam ettiremediği yakınlaşma stratejisini, siyasî söyleme dönüştürdü. Bölgesel güç olmanın da ötesine uzanarak, küresel iktidar alanında yer kapmaya çalıştı. Her ne kadar Atlantik ekseni içinde yer alsa da, Soğuk Savaş sonrası yeni pozisyon arayışını içine kapanarak değil büyüyüp genişleme yönünde gösterdi.
Birilerinin “Osmanlı yeniden kuruluyor.” gibi provokatif söylemlerle boşa çıkarmaya çalıştığı bu arayış, hem bölgenin otoriter yönetimler hem de Türkiye'nin Batılı müttefikleri tarafından tehdit olarak algılandı. Önceleri kısık seslerle başlatılan itirazlar sonraları tehditlere dönüştürüldü. Ankara, karşısında bir cephe şekillendiğini erken fark etti ama bu yoldan dönme şansı da yoktu. Çünkü yüz yıllık bir hesabı yarıda bırakmak küçülmek, parçalanmak anlamına geliyordu.
O büyük hesap revize edildi
Oyun revize edildi. Türkiye, Kürt sorununu çözmeden, PKK terörünü bitirmeden bu büyük hesabın yürütülemeyeceğini, etnik çatışmaların ve bölgede hızla pazarlanan mezhep kavgalarının direncini kıracak ölçüde servis edileceğini anladı. Çözüm Süreci bu anlamda bir yerli, karşı duruş mücadelesiydi. Kısmen de başarılı oldu. Mezhep ayrışması konusunda İran ya da S. Arabistan gibi taraf pozisyonu almaması da Türkiye için bir zaaf gibi kullanılmak istendi.
Çözüm Süreci'nin bir zaman kazanma, Türkiye'yi oyalama olarak kullanılacağı 7 Haziran seçimlerinin hemen öncesinde belirginleşti. “Büyük Hesap”ta Ankara'nın kurduğu son oyun da boşa çıkarılıyordu. Zaten seçim sonrası da HDP'ye tayin edilen yeni rol ve PKK saldırılarının tekrar başlatılmasıyla net biçimde ortaya çıktı. İran-Batı anlaşması ve PKK'nın yeniden devreye alınması arasında bir ilişki vardır. Birileri Türkiye'yi İran'la dengelemeye çalışıyor sanki.
Türkiye daha müdahaleci olacak
İşte Ankara'nın son operasyonları da son oyunu boşa çıkarmaya dönük. ABD ile yeni tür ilişki biçimi de bölgesel rolünü sınırlandırmaya dönük girişimleri boşa çıkarma amacı taşıyor. Türkiye bu sefer biraz gözünü karartmış görünüyor ve sanırım bölgesel konularda daha agresif, daha müdahaleci bir eğilim başlatıyor. Kanaatim, İran üzerinden Türkiye'yi sınırlama hesabı tutmayacak. Mısır askerî darbesi ile sabote edilen bölgesel değişim rüzgârlarının ikinci aşaması bir şekilde başlayacak. Suriye meselesi bir şekilde çözüme kavuşturulabilirse, Türkiye'yi sınırlamanın başka bir yolu da kalmayacaktır.
İran'ın, PKK ile güçlü ilişkiler kurması, PYD'yi aynı ölçüde görmesi, Ankara'ya yakın Kürt gruplar üzerine baskı kurması, bu büyük mücadelenin alt unsurları olarak öne çıkmaktadır.
Mekke Savaşı: Bu sefer Riyad tehdit altında
Bölgenin merkez ülkelerinden Suudi Arabistan'da tam da bu dönemde öne çıkan esaslı değişikliklere dikkat etmek gerekiyor. Mısır darbesinin finansörü olan Riyad yönetiminin en tehlikeli stratejik körlüğü, Sudan'dan Suriye'ye kadar bölgenin ciddi ve demokratik muhalif yapısı Müslüman Kardeşler'e tavır almak oldu. Bu politika, Riyad için “İran tehdidi”nden daha büyük bir tehlike ortaya çıkardı.
Tahran'ın son Yemen müdahalesi, savaşı S. Arabistan'ın içlerine taşımaya, Basra Körfezi'ndeki ülkeleri tehdit etmeye dönük İran'ın en büyük girişimiydi. Riyad yönetimi bu tehdidi anladı. Tehdidin Müslüman Kardeşler konusundaki o bağnaz stratejik körlükten kaynaklandığını da anlamış olmalı ki, son günlerde bazı İhvan üyeleri ile görüşmelere başladı. Bunu yaparken de bölgesel kaos fırtınasını bir şekilde dindirme, azaltma ya da biraz olsun erteleme yönünde girişimler başlattı.
Görünen resimde bugün için yakın tehdit altında olan S. Arabistan'dır. Basiretli hareket edemezse, geleneksel dar politik manevralarla bu tehdidin üstesinden geleceği yanılgısını devam ettirirse, tehdit bu ülkenin içlerine kadar işleyecektir. Bu dalga durdurulamazsa varacağı yerin Mekke Savaşı olacağını, bu anlamda bir iki yıl içinde Körfez ülkelerinin çok ciddi istikrarsızlıklarla boğuşmak zorunda kalacağını bir kez daha tekrar edeyim.
Kaos dışarıdan ekildi ama artık bölgenin ayrışma ve çatışma alanlarından besleniyor. Türkiye ve İran genişleme arayışlarını sürdürürken Arap dünyası, 1991'den beri devam eden gerilemeyi durdurabilmiş değil. Durduramazsa savaş ve yıkım, 1991'den bu yana yaşananların en büyüğü olacaktır. Mekke Savaşı feryadımın kaynağı burasıdır.
Bu bir intihar girişimidir
Büyük Oyun yeniden kurulurken, Türkiye'nin en büyük iç engeli sadece PKK değildir. En büyük operasyon içeriden yürütülmektedir. Şimdiye kadar bütün muhalif çevreleri tek bir cephede toplama projesinde bir adım daha atılmış ve terör de bu cephenin bir unsuru haline getirilmiştir. İçerideki cephe artık terörle iç içedir, hesaplaşmasını terör üzerinden yürütmektedir.
Türkiye ile büyük hesaplaşma içine giren bu cephede kimler var, çok iyi okuyun. Bu hesaplaşma yüz yıldır devam etmektedir. Öyleyse herkes bulunduğu yere bir daha baksın. Hangi cephede olduğunu ve o cepheden Türkiye, bu tarihî hesaplaşma nasıl görünüyor, kontrol etsin. Bütün varlıklarıyla ülkesinin yanında saf tutanlar da bu Türkiye karşıtı iç cephede kimlerin yer aldığını iyi anlasın.
Haftalardır Aydın Doğan grubu için yazdıklarımız işte bu resim karesidir. Onlar hem içeride hem de bölgede verilen mücadelede çok yanlış bir yerde konumlandılar. Kürt milliyetçiliğini alabildiğine tahrik ettikleri yetmiyormuş gibi, Gezi sırasında DHKP-C'yi pazarladıkları yetmiyormuş gibi bu sefer de PKK'yı masumlaştırma, pazarlama gibi tehlikeli bir yere savruldular. Aydın Doğan bir tür “intihar bombacısı” gibi kendini öne attı ama cephede sadece o yok. Medya organları üzerinden son derece pervasız yayınlarıyla öne çıktığı için onun üzerinden yürüyor bu tartışma.
Terör etiketi üzerlerine yapıştı
Bu aşamadan sonra terör etiketini üzerlerinden hiçbir zaman atamayacaklar. Toplumsal hafızada bir tür iç işgal cephesi gibi yer alacaklar. Bugüne kadar bütün muhalefet alanlarını kullanması, bu amaçla sokak isyanı ve örgütleri besler pozisyon alması yetmiyormuş gibi, son kale olarak gördüğü PKK'ya tutunmak tam anlamıyla bir intihar girişimidir.
Kimse endişelenmesin, Türkiye asla bir daha o eski kalıba sokulamayacak. İçeride ve dışarıda hangi yöntem kullanılırsa kullanılsın bu ülke yeni bir yirminci yüzyıl yaşamayacak. Her ülke kendi jeopolitik hamlesini yaparken, sağlam ölümcül bir hata analiz yapamayanların, dar çıkar ve iktidar hesabıyla hareket edenlerin yaptıkları çok yakında anlaşılacak.
Bu yüzden diyorum, herkes durduğu yeri kontrol etsin!
HABERE YORUM KAT