1. YAZARLAR

  2. BAHADIR KURBANOĞLU

  3. "Son FETÖ'cü İtlaf Edilene Kadar" Katlanmalı mıyız?
BAHADIR KURBANOĞLU

BAHADIR KURBANOĞLU

Yazarın Tüm Yazıları >

"Son FETÖ'cü İtlaf Edilene Kadar" Katlanmalı mıyız?

20 Mayıs 2017 Cumartesi 10:51A+A-

Ortam "Normalleşene" kadar sürecek OHAL ile "Normalleşmeyi" günbegün imkansızlaştırıyormuş gibi ilerleyen OHAL uygulamaları arasındaki çelişkinin maliyeti herkes tarafından merak ediliyor. Tabii bu "Herkes" tabiri aslında sessizliğini koruma endişesinin sorumluluklarını törpülediği duyarlı kesimler için geçerli. Yoksa halk tabanında geniş bir kesime yayılmış olan "vesayet ve beka korkusu", son FETÖ'cü de itlaf edilene kadar mağduriyet taburlarının oluşmasını normal karşılayan -bu konuda devlete güveni azami düzeyde sergileyen- bir ruh halini ortaya koyuyor.

Bu süreçte mağduriyet yaşadığı halde, ümidi hala korumak, kimliğini aynılaştırdığı hükümet ricaline olan güvenin iç dünyasında sarsılmasını frenlemek, belki de her derde çare KHK'ların gün gelip mağduriyetleri giderme adına da aynı hızla işleyeceği beklentisinin diri tutulmasından kaynaklanmakta.

Bu da şu soruyu akıllara getirmekte:

"Meşru korkularla, her KHK kutsallık zırhına büründürülürken, maşeri vicdanın aldığı yaraların sarılması için acaba kaç yüz KHK gerekecek? Ve mağduriyetleri ışık hızıyla gidereceği umut edilen bu KHK'ların zamanı gelene dek ülkede ve toplum tabakalarında ne gibi değişiklikler gerçekleşmiş olacak?"

Ülkenin dört tarafı düşmanlarla çevrilmişken "vesayet yeniden hortlayabilir" korkusu terazinin bir kefesinde, adaletin aldığı yaralar diğer kefede iken, buradan yeni bir "BİZ" inşa olmuş olarak mı çıkacağız? Bu "BİZ" ile 15 Temmuz gecesi sokaklara dökülen "BİZ" arasında ne gibi farklar olacak?

"BİZ yoksak, zaten adalet de hukuk da ortadan kalkacak" diye bir savunu ortaya koyduğumuzda, adalet ve hukuk bilincinden yoksun bir "BİZ"in de düşmana ihtyaç olmadan aynı tahribatları ortaya koyacağını/koyduğunu görebilmek için acaba daha hangi süreçleri yaşamamız gerekmekte?

Doksan yıldır dayak yemişliğimizin giderilmesi adına hareket eden liderliklere olan vefa borcunun ödenmesi için daha nelere ve nereye kadar göz yumulabilir olan bitenlere?

Muhafazakâr-müslüman kimliğin ve ortak hassasiyet konularının hatrına halen diri olan "Güven duygusu" bizim için ne tür riskler içerir ve/veya sığınılacak bir liman olması hasebiyle bizler için sağlam bir ölçüt müdür? Bunun devamında da şu sorulabilir: Kimliksel ortaklık ve geçmişte yapılanlara (ve gelecekte muhtemel inşa edilecek olanlara ilişkin beklenti) halihazırdaki güven duygusunun devamı için yeterli midir? Eğer öyleyse "iyiliği emredip kötülükten sakındırma"nın zamanını, sabrını, tahammülünü belirleyen kıstas nedir ve kimler arasında geçerlidir?

Geçmişten bu yana inşa edilenler, yine geçmişe doğru yapı bozumuna uğruyorsa mesela.

Mesela abartılı olduğunu farzetsek de, "işkence" kelimesinin telaffuz edilmeye başlanmış olması bile yeterince ürkütücü değil midir? Muhtemelen FETÖ'cülüğü sabit olanlara uygulandığı artık ayyuka çıkan bu fiilin işlenmesi, buna maruz kalanların geçmişte yapageldikleri aynı fiilin bir intikamı olarak normalleştirilebilir mi? Adalet Bakanlığı ve Meclis İnsan Hakları Komisyonlarının sessizliği 15 Temmuz ruhu adına ve şeytanlarla işbirliği yapmış bir örgütün hakettiği bir karşılık olarak addedilebilir mi? Ve tabii bunun yanında diğer onlarca keyfi uygulama...

Mesela “Yargıda hatalı işler olmuyor mu, tabiî ki de oluyor ve daha da olabilir..." dedikten sonra sabredilmesini salık verirken, bu tavsiyeyi hangi ideolojik saiklerle hareket ettiğini az çok tahmin ettiğimiz, tecrübesine ve adalet noktai nazarından bağımsızlığına güven duymadığımız ya da hepsinden önemlisi başında medya ve siyaset baskısıyla demokles kılıcı sallanan bir hukuk mekanizması ve kolluk gücünün varolduğunu bilerek yaptığımızın farkında mıyız? Yoksa bu farkındalık daha üst değer ve beklentiler adına geçiştirilebilir, bilinmez bir zaman dilimine ertelenebilir mi? 

"OHAL sürecinde hatalar oluyor"dan yola çıkarak mağdurlara tavsiye edilen sızlanmama, sabır gösterme, hatta tehlikeli bir örgüte karşı devletinin yanında olduğunu herşeye rağmen ortaya koyma telkinleri de cabası. Bu "nazik" ve "duyarlı" çağrı mealen “Örgüt sözcüsü gibi devlet kuvvetlerine saldırmak yerine sizi bu duruma getirenlerle mücadele edin” anlamına gelmekte.

Peki ya "bu tablonun bizatihi kendisi, aslında mücadele edilen ve bizlerin bolca hata yapmamızı ellerini ovuşturarak bekleyen iç ve dış unsurların beklentileriyle örtüşmüyor mu?" diye soranların endişeleri yersiz mi?

Operasyonlardaki keyfiliklerden, yanlış kriterlerden, sınırları belirlenmemiş örgüt tanımlarından, bilgi işlem-bilişim hatalarından, sorumlu bakanlıkların hala almadıkları tedbirlerden, tahliye kararları veren hukukçuların örgüt ile ilişkisi şüphesiyle sorgulanmasından, hakim teminatından, tanımı ve delili olmayan "suç"lardan kaynaklı uzun tutukluluk süreleri ve bunların yargısız infazlara dönüşmesinden, cezaevlerindeki koşullardan, işi aşı zayıf delillerle (hatta hiçbir delile dayanmaksızın) elinden alınanlardan "muhtemel bir geleceğin hatırına" bahsetmemeyi/konu etmemeyi salık vermek, hangi yüksek ve meşru ideallerin/beklentilerin karşılığı olabilir?

Çoğunlukların beklentisi ve duruşu -her türlü değer ve ilkenin üzerinde olmak kaydıyla- "son FETÖ'cü itlaf edilene kadar sınırsız destek" olabilir. Peki ya bizim farkımız?

İşin gerçeği olaylar ne şekilde cereyan ederse etsin, durduğumuz yerin, geçmişten bugüne geliştirdiğimiz siyasi perpektiflerin -olgular ve süreçler değişse de bir süreliğine sükunetini koruması- olan biteni anlamlandırmaya çalışması anlaşılabilir bir durumdur. Ama üzerine yemin edilen zaman bir süre sonra tepki verdiğimiz vermediğimiz; gördüğümüz görmediğimiz hadiselerle sınavımızın devam ettiğini bizlere hatırlatmaktadır.

İşin gerçeği görmek istesek de istemesek de herşey ve herkes değişiyor. Daha doğrusu izlenen ve izlenmeyen siyasetlerin etkisiyle değişime zorlanıyor. Muktedirler, onların etkisi altındaki halk kitlelerin bir kısmı, hangi kimliğe sahip olursa olsun süreçten olumsuz etkilenen farklı kesimlerin hemen tamamı. Ve görünen o ki bu değişimi zorlayan faktörlerin önemli bir kısmı geçmişe doğru menfi anlamda gerçekleşmekte.

Bahsi diğer, 15 Temmuz'un yarattığı fırsat ortamlarının çoğunu geri dönülmez bir şekilde tepegeldik. Umudu diri tutan ise, vahyi mübinin tarihten ders almamız ve ıslahı tavsiye ve inşa edebilmemiz için bize sunduğu değer ve ilkelerin sapasağlam/alternatifsiz bir şekilde oracıkta durması. Sokulduğumuz girdapta debelenmek istemiyorsak, sahip olduğumuz yegane azığımız bu değer ve ilkelerin yaşamsallaşması ve kurumsallaşması için mücadele vermeliyiz. Unutmamak gerekir ki, birileri kulaklarını tıkasa da ve bu değerlerden uzak kalmanın ağır bedellerini ödemek (ve geniş kitlelere ödetmek) zorunda kalsa da, biz ayakta kalırsak yerimize başka toplulukların gelmesi uyarısında bulunan sünnetullahı kendi lehimize ertelemiş oluruz...  

YAZIYA YORUM KAT

11 Yorum