'Son darbe'yi beklerken
Şu işe bakın...
24 Mart'ın 25 Mart'a döndüğü dakikalardan itibaren, ülkenin bütün siyasi partileri, siyasi aktörleri, kanaat önderleri, medyası ve toplumun "online yaşayan" kesimi gözünü bilgisayar ekranına dikip "son darbe"yi beklemeye başladı. Kimileri "altın vuruş" adını takmış bu son darbeye. Kimileri"turpun büyüğü" diyor.
Kapanan göz kapaklarına yenilmemek gerek. Biraz daha dayanın; ha düştü ha düşecek.
Ne bekliyoruz?
Erdoğan'ın şeytani bir planla Muhsin Yazıcıoğlu'nun helikopterini nasıl düşürttüğünü, ona ulaşmaya çalışan kurtarma ekiplerini nasıl yanlış yönlendirdiğini ve onu karlar içinde nasıl ölüme mahkûm ettiğini mi dinleyeceğiz ses bantlarından?
Yoksa artık kırmızı noktalı bel altı görüntüler eşliğinde toplu röntgencilik seanslarına mı geçeceğiz hep birlikte?
Belki de Erdoğan'ın 1994'ten beri İran ajanı olduğunu öğreniriz!
Öyle ya, CHP'nin vekili bu son darbeden sonra "Erdoğan koltuğunu seçimi beklemeden bırakmak zorunda kalacak" dediğine göre böyle bir şey olmalı.
Ana muhalefet haliyle çok heyecanlı. Ellerini ovuşturup "turpun büyüğü"nün artık bir an önce düşmesini bekliyor ekranlara... Başka bir kozu, başka bir marifeti, halka söyleyebileceği başka hiçbir şeyi yok. Kaderini o turpa bağlamış; gözü ekrana kilitlenmiş bekliyor. Getirse getirse o"turp" getirecek onu iktidara, böyle umuyor...
Bu iş, orduya yalvar yakar darbe yaptırmaktan çok daha kolay, daha tatlı... Ayrıca foyan ortaya çıkınca darbecilikten yargılanma riskin de yok. Sen hiçbir şey yapmıyorsun, sadece oturup bekliyorsun, birtakım esrarengiz kişiler raftan bir ses bandı indirip koyuyor internete, alıp Meclis'te dinletiyorsun.
Sonra da utanmadan kendine "siyasi parti" diyorsun, "ana muhalefet" diyorsun; "ben sizi daha iyi yönetirim" diyorsun.
Muhalefeti sen mi yönettin ki iktidar olursan ülkeyi sen yönetebilesin?
Ses kayıtlarıyla idare edilen bir ülke mi olacağız?
Dört aydır ses kayıtlarıyla idare edilen bir ülke haline geldik. Öyle bir haldeyiz ki, gözümüzle göremediğimiz, seslerini duyamadığımız ama varlıklarından adımız gibi emin olduğumuz bir şebeke 72 milyonluk koca bir ülkeyi parmağında oynatıyor. Gündemin iplerini eline geçirmiş, hepimizi peşinden koşturuyor. Tehdit ediyor, şantaj yapıyor, geri çekiliyor, bekliyor, istediği zaman saldırıya geçiyor. İstediği zaman istikrarsızlaştırıp istediği zaman şoka sokuyor, istediği zaman panikletiyor. Yıllar yılı biriktirdiği zaafların, hataların, suçların her birini birer silah haline getirmiş; sıraya sokmuş, en öldürücülerini en sona saklamış, şimdi arka arkaya üstümüze fırlatıyor. İstediği zaman borsayı çökertip istediği zaman doları fırlatıyor.
Durum bu kadar rezil yani.
Böyle bir ülkede demokrasiden, halk iradesinden söz edilebilir mi? İktidarların internet üzerinden yıkılıp internet üzerinden kurulduğu ülkeye demokrasi denebilir mi?
Hiçbir şekilde hesap soramadığımız bir gücün istediği zaman bir provokasyonla ülkeyi savaş alanına çevirme, bir manipülasyonla dış dünyayla ilişkilerimizi tarumar etme, bir montajla hükümet krizi çıkarma tehdidi altında nasıl huzur bulabiliriz?
İşte meydanlara koşan milyonlar bu rezalete itiraz ediyor.
Ülkenin geleceğine karar verme hakkının elinden alınışına karşı bir isyan bu. Bu ülkeyi kimin yöneteceğini belirleme hakkını yeniden ele geçirme mücadelesi... Gayrimeşru bir savaşta piyon olarak kullanılmaya karşı ortaya koydukları bir irade gösterisi.
İktidara getirdikleriyle problemleri yok mu? Elbette var. Ama o karşılarında duruyor. Biliyorlar ki onunla aydınlıkta hesaplaşabilirler; düzeltmeye çalışır, düzeltemezlerse yıkabilirler. Oysa kör karanlığın içinden saldıranlarla savaşta hiçbir şansları yok.
Hiç kimse o meydanları küçümsemesin. Onlar tehdit sıralamasını değme stratejistlerden daha iyi yapıyor.
Bugün
YAZIYA YORUM KAT