1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Sömürgeciliğin keşif kolu: Oryantalizm
Sömürgeciliğin keşif kolu: Oryantalizm

Sömürgeciliğin keşif kolu: Oryantalizm

Yasin Aktay, Samsun Üniversitesi'nde oryantalizm ve oksidentalizm üzerine yapılan çalışmalardan bilgiler veriyor.

12 Ekim 2024 Cumartesi 12:00A+A-

Yasin Aktay / Yeni Şafak

Garbiyatçılık: Hegemon anlatıyı yıkmak mı, yeniden üretmek mi?

Aksa Tufanı’nın atmosferinin herkesi ve herşeyi yeniden değerlendirmeye, yeniden anlamaya ve bu bağlamda anlamaya zorladığı bir noktadayız. Aslında tam da anlamanın temel koşulunun gerektirdiği şey değil midir bu? Hiçbir şeyi, onunla ilgili tecrübelerimizden bağımsız algılayıp anlayamıyoruz zaten. Ancak konu oryantalizm (Şarkiyatçılık) veya oksidentalizm (Garbiyatçılık) olunca buna dair anlamalar alabildiğine bağlama bağımlı bir alana girmiş oluyor.

Samsun Üniversitesi tam da Aksa Tufanı’nın atmosferinden en fazla etkilenmiş olması gereken, bu bağlamda anlaşılması daha da anlamlı olacak, oradan yola çıkılarak birçok mevcut anlayışlarımıza dair hesapları yeniden açabilecek bir kavram üzerine bir günlük çok güzel bir sempozyuma ev sahipliği yaptı. Sempozyumun konusu Garbiyatçılık, yani diğer ismiyle Oksidentalizm, daha Türkçesiyle Batıbilimi.

Hatırlarsanız iki sene önce de Oksidentalizm başlığı altında Siirt Üniversitesinde Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma öncülüğünde Prof. Dr. Cemalettin Erdemci ve Prof. Dr. Fadıl Aygan’ın başkanlığında Türkiye’de ilk olarak duyurulan bir sempozyumu konuşmuştuk.

OksidentalizmCemil Meriç’in meşhur nitelemesiyle “sömürgeciliğin keşif kolu” olarak çalışmış olan Oryantalizme karşı bir düşünme, tepki, duygu veya literatür alanı. Bir rövanş hevesini içten içe elbette taşıyor ama akademik bir konu olarak gözardı edilemeyecek bir olgudur aynı zamanda. Batılıların doğuyla ilgilendiği gibi, onlarla aynı şekil ve düzenekte değilse bile doğuluların da Batıya dair bir ilgileri var olmuştur ve olacaktır. Ancak Edward Said’in çığır açıcı eserinde ortaya koyduğu en temel buluş belki de “Doğu” ve “Batı” kavramlarının kendisi, doğulu ve batılı kimlikleriyle birlikte oryantalist söylemin bir icadı ve üretimi olduğudur.

Yani Doğu hakkındaki bilgi, doğuyu nesneleştirerek, isimlendirerek, ona türlü nitelikleri tasnif icabı atfederek bir bilgi disiplini alanı olarak var etmiştir. Ondan sonra da Doğu hakkındaki bilgi malum söylemi ortaya çıkarmıştır. Onların doğu diyerek niteledikleri coğrafyadan Avrupa’ya dönük algılar, bilgiler ve söylemler ise Batı kavramını buna bağlı olarak üretmişlerdir.

Bunun için önce kendilerinin doğulu olduklarını kabul etmiş olmaları gerekiyordu tabii. Türkiye’de Müslümanlar bile kendi kimliklerini doğulu olarak nitelemeye büyük bir değer atfederek aslında bu söyleme büyük bir prim vermiş oldular. Batı karşıtlığı doğululuk kimliği adına telaffuz edildi. Kimlik ve hareket olarak Büyük Doğu ideali işlendi durdu. Bunu yaparken tarihte Müslümanların en güçlü ve en uzun soluklu medeniyetlerden birini zamanın bilinen batısının en batısında Endülüs’te kurmuş oldukları gözardı edildi.

Oryantalizm sömürgeciliğin keşif kolu ise ona karşı Müslümanlar olarak yapmamız gereken şey elbette kendi sömürgeciliğimizin keşif kolu olarak oksidentalizm yapmak olmayacaktır. İslam’a göre doğu da, batı da Allah’ındır ve Müslümanlar doğulu da olabilir batılı da. Zaten Oksidentalim sorgulamasının veya arayışlarının böyle bir iddiası yok. Aksine kendimiz ve öteki üzerinde düşünmek için kavram önemli bir alan açıyor, iyi yerlere ulaştıracak sorular barındırıyor.

Samsun Üniversitesi Rektörü aynı zamanda güçlü bir dinler tarihçisi olan Prof. Mahmut Aydın hoca sempozyumun açılış konuşmasında Müslümanların konuyu Doğu Batı ekseninden ziyade Müslüman ve Yahudi ve Müslüman inançları arasındaki farklarla ortaya koymaya çalıştı ve ilk ikisinin etkisiyle şekillenen oryantalist söylemin İslam’ı kılıç dini olarak nitelemesine cevaben ezber bozan bir yaklaşım getirdi: Kılıç etkisi bütün fetihlerde, yayılmalarda olur, önemli olan bu kılıcın nasıl kullanılmış olduğu. Farklı olanı, öteki olanı yok etmek üzere mi kabullenip himaye etmek üzere mi kullanılmış olduğu. Karşılaştırmayı böyle yaptığınızda Yahudi ve Hıristiyanların kılıcı hem daha fazla kullanmış oldukları hem de ötekini hiçbir zaman kabullenmeden sadece yok etmek üzere kullanmış oldukları çok net görünüyor. Oysa İslam insanlara kılıcının himayesi ve güvencesi altında inançlarını özgürce yaşayabilme seçeneği sunmuştur.

Benim de “Oksidentalizm hegemon anlatıyı yıkar mı, yeniden üretir mi?” başlığı altında bir konuşma yaptığım sempozyumda konuyu ele alan Türkiye’nin farklı üniversitelerinden katılımcıların ortaya koyduğu entelektüel derinlik ve performans doğrusu son zamanlarda üniversiteler üzerine mevzu açıldığında hep ifade etmek durumunda kaldığım iyimser müşahedelerimi çok daha pekiştirdi. Bütün katılımcıların katkılarından ayrıntılı bahsedemeyeceğim ama burada sadece tebliğlerinin başlığını aktarmam bile bir fikir verecektir. Dr. Ahmet Demirhan, “Şarkiyatçılık, Garbiyatçılık ve Bir Sorun Olarak Avrupa” Dr. Abdullah Metin, “Mecrası Arayan Disiplin: Oksidentalizm Ne Değildir?” Prof. Dr. Ali Utku, “Geç Osmanlı’da Modernleşmeci İdeolojik Teklifler ve Garbiyatçılık” Doç. Dr. Peyami Safa Gülay, “Felsefe 18. Yüzyılda mı Başlar? Felsefenin Irkçı Tarihi” Doç. Dr. Fatma Kızıl ise “Batıda Akademik İslam Araştırmalarında Hegemonik Söylem” Dr. Fatma Sayın “Doğu-Batı Karşılaşmasında Çifte Temsil Sorunu: Osman Hamdi’nin Eserleri Üzerine Felsefi Bir Mütalaa” Doç. Dr. Adem İnce, “Garbiyatçı Kemalist Retoriğin Açmazları: Bir Hayalet Ulus Oluşturma Gayretinin Tahlili” Dr. Vefa Can Kaya, “Sol Kemalizmin Garbiyatçı Söylemi: Attila İlhan ve Niyazi Berkes Örneği” Dr. Yaşar Yeşilyurt, “Taha Abdurrahman ve Oksidentalizm: Batı’nın Ahlaki Eleştirisi” Dr. Hasan Harmancı, “Batı Meselesinde Kemal Tahir ve Abdurrahman eş-Şarkavi” başlıkları altında benim şahsen ufkumu epey açan sunumlar yaptılar.

Kuşkusuz Müslümanların batı hakkındaki algıları, bilgileri yaşadıklarından çok etkilenmiştir. Geçmişte Batı hakkında aşağılık kompleksleriyle, savunmacı söylemleriyle, geri kalmış Müslümanlar ve ilerlemiş Batı imgelerinin gölgesinde kapıldıkları rüzgarlardan çok farklı rüzgarlar esiyor şimdi.

1967 sonrasında esen rüzgarların etkisi Edward Said’e Filistin üzerinden Oryantalizm eserini yazdırıp oryantalizm anlatısını tersyüz ettirdi. O kitabın bile üstünden 46 yıl geçti. Bugün Said’i de aşan, onu eleştiren ve ötesine geçmeye zorlayan bir entelektüel birikim ve ufuk var. Dahası bugün bambaşka bir tarihsel ufuktayız, ABD ve Avrupa’nın sınırsız desteğiyle soykırıma tabi olan sadece Gazze veya Filistinliler değil Batı kendi imgelerini de, kendisi hakkındaki algıları da yıkıyor. Elan, Aksa Tufanı’nın yükselen suları altında kalan, orada bütün maskeleri inen bir Haçlı-Siyonist Batı imgesinin ifşası var. Bu ufukta ortaya çıkacak Batı hakkındaki bilimimiz, yani garbiyatçılık, bu bilincimizden bağımsız şekillenmeyecektir.

HABERE YORUM KAT