1. HABERLER

  2. İSLAM DÜNYASI

  3. SOMALİ

  4. Somali: Bir Bardak Su, Bir Topak Un...
Somali: Bir Bardak Su, Bir Topak Un...

Somali: Bir Bardak Su, Bir Topak Un...

Siz hiç kepekli unu suyla kaynatıp yediniz mi? Tadı nasıldır bilir misiniz?

19 Ağustos 2011 Cuma 14:38A+A-

Tuncer Köseoğlu Somali’ye gitti; kepekli unla suya kavuşmak için yürüyen binlerce çocuğun ölüm yolculuğunu yazdı:

Hayatınızda hiç kepekli unu su ile kaynatıp yediniz mi? Ya da tadı nasıldır bilir misiniz? İşte Somali’de yüz binlerce insan tadına dahi bakmayı istemediğiniz bir yiyeceği bulabilmek adına aylarca süren yaşam yolculuğuna çıkıyor. Gittikleri yerde en azından onu bulabileceklerine inanıyorlar çünkü... Bunun adı umuda yolculuk değil, yaşama tutunma yolculuğudur. Bu yolculukta güçlü olan ayakta kalabiliyor. Bir sürek avıdır bu insanın yaşamla ölüm arasında seçtiği. En yakınlarını bu yolculukta kaybediyorlar. Kaybettikleri bu küçük bedenleri gömer gömmez devam ediyorlar yolculuklarına. Varılmak istenen yer ise Kenya’da bulunan göçmen kampı Dadaab. Sınıra varılınca bitmiyor Somalili insanların çilesi. Ölüme inat yaşamayı başarabilenler, sınırdan 100 km daha yürümek zorunda, kampa ulaşabilmek için. Varıldı mı kampa hayatta ikinci kez galip geliyor. Umutları yok o insanların, hayalleri de... Hani bankalardan kredi alıp ev araba peşinde değiller. En temel hakları olan yaşama hakkı için 40 derece sıcaklık altında kampa varabilmek adına çıktılar bu yolculuğa.

tuncer-koseoglu.jpg

Dadaab dünyanın unuttuğu yer

Aslında böyle bir kamp dünya için hiç olmadı. Bunu 500 binin üzerinde mültecinin hayatları pahasına varıp yaşama tutunmaya çalıştığı Dadaab kampını görünce anlıyorsunuz. Afrika’yı kuşatan kuraklık sonucu yerlerinden yurtlarından yürüyerek ölülerini gömerek kampa ulaşan bu insanlara dünyanın el uzatması, her türlü insani yardımı yapması gerekir değil mi? Gerçek işte böyle değil. Somali sınırında Kenya’da olan bu kamp, yardımlarla dolup taşmıyor. Varabilmek için yol sayılan orman yolunda yardım kamyonlarının bir gelip diğeri gitmiyor. Dadaab kampına Birleşmiş Milletler’in yardım depoları var. BM elinden geldiğince açlıktan ölmek üzere olan insanlara sınırlı da olsa erzak yardımı yapıyor. Bu kamp öyle dünyadan uzak ki çölün içinde gömülüp kalmış. Oysa bu kamp 1991 yılından beri var. Somali de çıkan iç savaştan sonra kurulan kamp 90 bin kişilik olarak planlanmış. 20 yıl önce gelenler bir daha geri dönmemişler. Kendilerine yeni bir hayat kurmuşlar burada. Elektriği suyu olmayan bir şehre dönüşmüş Dadaab. Kıtlıkla birlikte bir anda 500 bine çıkan şehir, kendi yaşam savaşını sürdürüyor modern dünyadan habersiz. Kenya’nın Garissa şehrine 100 km mesafede olan kampa ulaşmak hiç de kolay değil. Bırakın gelen yardımları ulaştırmayı, dört çeker jeeplerle bile ulaşmak çok zor. Çünkü yol yok. Ormanın içinde olmayan yolda kumlara ve toprağa bata çıka dört ile beş saat de ancak gidebiliyorsunuz 100 km’lik yolu. Dünyanın gündeminde olsaydı eğer Somali de açlıktan kaçıp, yaşama tutunmaya çalışan insanların dramı Kenya hükümetine baskı yapıp, yardımların daha çabuk ulaşabilmesi için asfalt yol yapılırdı kampa. Bu göç ani bir göç dalgası değil, 20 yıllık bir süreçti. Yol olmadığı gibi elektrik ve su da yok. BM ve diğer yardım kuruluşları jeneratörlerle sağlıyorlar elektriklerini.

Tanrı onlara yürü ya kulum dedi

Açlıktan kurtulmak için yüzlerce km yol yürüyen Somalili göçmenleri Dadaab kampında da zorlu bir yürüyüş bekliyor. 90 km uzunluğunda bir alana yayılmış olan kampta gıda yardımı yapılan yerlerin sayısı çok az. Yardım yapabilmek için öncelikle güveli bir yer bulmak zorundasınız. Aksi halde günlerdir aç kalan insanlar yardım yerlerini basabiliyor. İşte bu çok az sayıda olan yardım yerlerine ulaşabilmek için göçmenler günde 10-15 km yürümek zorunda kalıyor. Çoğu kez de hiç yardım alamadan elleri boş dönüyor derme çatma kulübelerine. Birleşmiş Milletlerden sonra Dadaab kampında en örgütlü yardımı dağıtan Türkiye’den İHH’da bu durumdan yana dertli. Günde ortalama iki bin aileye erzak yardımı yapan İHH’nın yardım kampında yaşanan kaosa bizzat tanık oldum. Aslında İHH yardımlarda son derece disiplinli çalışıyor. Yardım yapılacak aileler bir gün önceden İHH gönüllüleri tarafından bir gün önceden belirlenip, fiş veriliyor. Bu fiş verilmeye karşın dağıtım yerine fiş almayanlar da bir umut olarak geliyor. Bizim kampta olduğumuz gün, yine aynı kaos yaşandı. İnsanlar erzak yardımı yapılan tel örgülerle çevrili yere saldırdılar. Güvenlik amacıyla tutulan askerler, karmaşayı güçlükle önledi. İHH gönüllüleri bu durumu dağıtım yerlerinin az olmasına bağlıyor.

Beyaz adama avuç açmak

Üzerinde akbabaların kanat çırptığı kampta yaşanan en utanç verici olaylardan birisi ise avuçlarını açan insanların gözlerindeki çaresizlik. Aslında bütün bu yaşadıklarının sorumlusu olarak gördükleri beyaz adamları sevmiyor Somalili göçmenler. Sevmemeleri için o kadar çok neden var ki. Bu nedenleri burada sıralayacak değilim elbette. Göçmenlerin dağınık bir şekilde yaşadığı kapma konvoy halinde gelen beyaz adamların araçlarının etrafını sarıyor Somalililer. Kazara bir şey vermeye katlığınızda bir anda yüzlerce kişi etrafınızı sarıyor. Ve avuçlar açılıyor toplu halde. Tabii ki bu durumdan utanması gereken onlar değil, modern dünyada yaşayıp, başka bir dünyayı yok sayan insanlıktır asıl utanması gereken. Böyle olaylara neden olmamak için kampa gitmeden önce “sakın bir şey vermeyin” diye uyarılıyoruz. Buna karşın grupta bulunan bir gazeteci arkadaş son derece insani bir dürtüyle çocuklara şeker uzatıyor. İşte o anda olan oldu ve bir anda etrafımızı yüzlerce insan sardı. Ne yapacağımızı şaşırdık. Bu kargaşadan arabalara kaçarak kurtulabildik ancak.

Dadaab kampında ilk göze çarpanlardan birisi ise kadın ve çocukların çokluğu. Hele 20’li yaşlarda genç insan görmek hemen hemen imkansız gibi. Kara gözleriyle baktığı zaman yüreğinizin derinliklerine inip içinizi yakan küçük bebeler. Birisi karnında diğeri sırtındaki heybede, birkaç tanesi de anasının bacaklarına sarılmış çocuklar gördük çokça. Bunca açlık ve sefaletin arasında bu kadar çok çocuk yapılmasını, biz ‘medeniyet’ görmüş insanların anlaması ilk etapta biraz zor görünüyor. Ölmenin yaşamaktan çok daha kolay olduğu bir coğrafyada bu kadar çok çocuğun olması inadına yaşama tutunmak olmaz mı? Bir halk yok oluyor şu ya da bu şekilde dünyanın gözleri önünde. O yok oluşa karşı, bilinçli ya da bilinçsiz sürekli doğuruyor Somalili kadınlar. Bir kaçını toprağa verse de elinde kalanı büyütme umuduyla...

Bir metrekarelik yaşamlar

Göçmen kampına ulaşmayı başarabilen Somalililerin yaptığı ilk iş çalıdan ev yapmak. Ev dedikse gözünüze üç oda bir salon lebiderya evleri getirmeyin. Gündüz sıcaktan gece ayazdan korunmak için çalıdan küçük kulübeler yapıyorlar. Bu kulübelerin büyüklüğü bir ile iki metrekare arasında değişiyor. Bu çalıdan yapılan küçük kulübelerde 10’a yakın göçmen yaşıyor çoluk çocuk. Kurulması ailece bir günü alan kulübenin üzerini kaplayacak kalın bir çadır parçası buldu mu işte o lükse giriyor. BM yetkilileri kamp bölgesini sürekli dolaşarak göçmenlerin yaptıkları kulübelerin üzerine örtmeleri için ailelere çadır bezi yardımı da yapıyor.

Su su su...

Açlığın pençesinde kıvranan insanların kampta yaşadığı en büyük sıkıntı ise susuzluk... Aslında bunu gidermek çok kolay. Kampın bulunduğu bölgede 20 metrede kaynak suyu çıkıyor. Bunun yapılabildiğini, bir ay önce bölgeye yerleşip, yardım yapmaya başlayan İHH kampında gördük. İHH gönüllüleri kuyu açıp, 20 metreden temiz su çıkardılar. Bu su aynı zamanda içilebiliyor. İşte bu kadar kolay bir şekilde göçmenlerin su sorunu çözülebilecekken buna izin verilmiyor. Kenya hükümeti kuraklık nedeniyle göç eden Somalilerin kalıcı olmasını istemiyor. Kampın en önemli ihtiyacı olan su ise taşıma yöntemiyle sağlanıyor. Dadaab kampının değişik bölgelerinde bulunan su tanklarına taşıma su getiriliyor. Bu su oluşturulan musluk sistemiyle göçmenler tarafından bidonlara doldurulup, kulübelerine sırtta taşınıyor. Onlara yine her koşulda yürümek düştü. Bazen bir avuç yemek, bazen bir bidon su uğruna...

Tuncer Köseoğlu / Taraf

HABERE YORUM KAT