1. YAZARLAR

  2. MUSTAFA SİEL

  3. Soma'dan Suriye'yi Görebilmek
MUSTAFA SİEL

MUSTAFA SİEL

Yazarın Tüm Yazıları >

Soma'dan Suriye'yi Görebilmek

17 Mayıs 2014 Cumartesi 10:45A+A-

Can Yakan Bir Maden Kazası Daha

13 Mayıs 2014 Salı akşamı duyduğumuz bir haberle sarsıldık. Manisa’nın Soma İlçesinde özel sektörce işletilen bir kömür madeninde, nedeni henüz belirlenemeyen bir yangın sebebiyle 300’e yakın işçi karbon monoksit zehirlenmesi sebebiyle can verdi.

Bu maden kazası ne ilk ne de son. Her ne kadar kaza diyorsak ta, oluşmasında insanların ihmal ve kusurlarının payı büyük. Tıpkı 1999 Gölcük depreminde meydana gelen zayiatta, deniz kumundan yapılan inşaatların payının büyük olması gibi. Yada büyük çoğunluğu sürücülerin trafik kurallarına uymaması nedeniyle meydana gelen kazalar gibi.

Madende ölenler bizim insanlarımız, ekmek parası için hak ettiklerinin çok altında, olumsuz şartlar ve risk altında çalışan halktan insanlar. Ateş düştüğü yeri yakar derler. Elbette düştüğü yeri yakıyor ve halka halka genişlerken harareti düşerek etrafını da kısmen yakıyor, uzaklaştıkça sadece ısı ve ışık görünüyor.

İdeolojik Körlük İnsanların Acılarını Bile İstismar Ettiriyor

Sonda söyleyeceğimi baştan söyleyeyim. Bu ve benzeri insan payının olduğu kazaların suçlusu hepimiziz. Suç sokaktaki insandan, madende çalışana, şirket sahibinden ilgili devlet kurumlarına, oradan da siyasetçilere ve hükümete kadar uzanır.

Sorun toplumsal kalite sorunu olup, dini anlama ve yaşamada ki düşük toplumsal seviyemiz - kalitemiz, dünyevi işleri anlama ve yaşamada da benzer olumsuz sorunları doğuruyor.

Gel gör ki anadan doğma İslam (ve Erdoğan) düşmanları olan ulusolcular ile iktidar hırsının gözlerini kör edip kalplerini mühürlediği Derin Cemaat medyası, daha kazanın mahiyeti bile anlaşılmadan tüm suçu hükümete atıp, bu fırsattan istifade Erdoğan’a esaslı bir darbe vurmaya çalışıyorlar.

İdeolojik körlükle insanların acılarını bile istismar edenlerin bu çirkin tutumları, belki ilk anda faydalı gibi gözükse de, bir bumerang gibi onları vuracaktır eninde sonunda.

Suçlu Kim?

Elbette iktidarın ana unsuru olması dolayısıyla hükümetin bu kazada ciddi bir payı olabileceği ihtimali yadsınamaz, ama olup olmadığı ve varsa ne oranda olduğu ancak ciddi bir tahkikat neticesi ortaya konabilir.

Hükümet suçlu bile olsa, suçlu sadece hükümet değildir. Çünkü Meclis olarak en doğru kanunları çıkarsanız, hükümet olarak en doğru tüzükleri ve yönetmenlikleri uygulamaya koysanız bile, sadece bunu yaparak bu tür kazaları önleyemezsiniz.

Nitekim Yüce Allah en doğru kılavuz olan Kur’anı indirdiği ve peygamberimiz bu kitabı mükemmel bir seviyede pratiğe aktardığı halde, henüz O hayatta iken bile pek çok sorunlar yaşandığı gibi, ölümünden sonra sahabe arasında çıkan kanlı ihtilaflar hepimizin malumudur.

Bu doğru mevzuatı doğru olarak ve hakkını vererek uygulayacak bir bürokrasiye, Genel Müdüründen şoförüne, işini hakkını verecek yapacak kamu personeline, bu mevzuatı önemseyecek özel sektör girişimcileri ile yönetici personeline, bu mevzuatın hakkınca uygulanıp uygulanmadığını kontrol eden yetkililere, bu mevzuatı kendi açısından uygulamaya çalışan maden çalışanlarına, bu konuya önem verip gündemde tutmaya ve madenci yakınlarına hatırlatmaya çalışan aile fertlerine, bu konuyu önemseyip zaman zaman gündeme getiren bir kamuoyuna sahip olmak zorundasınız, kazalardaki insan payını asgariye indirebilmek için.

Bir zincir ne kadar kuvvetli olursa olsun, zayıf tek bir halkası dahi kopması için yeterli olduğu gibi, sistem ne kadar kuvvetli olursa olsun, bir unsurunun zayıf olması dahi sistemi çökertmeye yeter. Nitekim bir sene kadar önce Afyondaki Askeri cephanelikte gerçekleşen patlama ile, 6 ay kadar önce askeri bir tersanede gerçekleşen kazalar bu gerçeğin en yakın misalleridir.

Ve bu tür kazalarda kimin ne derece suçlu olduğunu ancak tarafsız ve ciddi bir tahkikat neticesi ortaya çıkarabilirsiniz. Suçun büyüğü tamamen hükümete ait olabileceği gibi, tamamen dikkatsiz bir işçinin ihmaline de bağlı olabilir.

Erdoğan’a Düşen

Erdoğan konuyu samimiyetle ve ciddiyetle sonuna kadar takip etmeli, sorumluları adaletli bir şekilde (kendi aleyhine bile olsa) tespit ettirmeli, varsa kendi payına düşen kusurları samimiyetle kabullenip özür dilemeli, benzer kazaların tekrarlanmaması için gereken tüm çalışmaları mutlaka yaptırmalıdır.

Bu sütunlarda 29 Nisan Salı günü yayınlanan “1 Mayıs Hangi Emekçilerin Bayramı” başlıklı yazımızda, emek ve çalışma hayatının bazı sorunlarına, ücret açısından değinmiş, bu konuda hükümetin gerçek emekçilere mutlaka insanca geçinecekleri bir gelir sağlaması gerektiğinin altını, pratik öneriler getirerek kalınca çizmiştik.

Kendilerini solcu ve halkçı tanımlayan kesim ve partilerin aksine AK Parti, 12 yıllık icraatıyla, çoğunluğu oluşturan halk kesimlerinin hayat standartlarını yükselten, insanca yaşama şartlarını iyileştiren, onları sistemin köleleri değil devletin sahibi olduğunu hissettiren önemli icraatlar da bulundu.

Özellikle, kamuya ait dairelerde halka daha insanca ve doğru hizmet verilmesi, emekliler ile engellilerin gelirlerinin ve durumlarının iyileştirilmesi, sağlık hizmetlerinin kalitesinin arttırılıp neredeyse bedava denecek imkanlarla tüm toplum katmanlarına hizmet sunulması gibi alanlardaki icraatlar önemlidir.

Lakin aynı iyileştirici icraatların işçilerin ücretleri ile çalışma şartlarının iyileştirilmesi ve iş güvenliğinin sağlanması açısından yapıldığını söylemek mümkün değil. Elbette bu alanlarda hiçbir şey yapılmadığını söylemiyorum, ama diğer alanlarda sağlanan iyileştirme ve yüksek düzey sağlanabilmiş değil henüz.

Bu nedenle, özel sektör işçilerinin çalışma ücretlerinin arttırılıp çalışma şartlarının iyileştirilmesi, her türlü güvenlik tedbirinin alınması hususlarına özel önem verilmesi, Erdoğan’ın kimliğine yakışan bir tutum ve 12 yıldır her şeye rağmen kendisini desteklemekte direnen sıradan halka karşı bir borcudur.

Bu tür durumlarda maalesef halkımızın fikri takibi saman alevi gibi bir durum arz etmekte olup, Erdoğan bu meseleyi kendi meselesi olarak algılayıp ciddiyetle sonuna kadar takip etmeli, günü kurtarmaya yönelik tutumlardan kaçınmalıdır.

Suriye’de 3 Yıldır, Her Gün 1 Soma Yaşanıyor

Soma’da 300’e yakın işçinin kaza neticesi ölümü, başta yakınları olmak üzere herkesi sarstı. Fakat burada halk olarak bir empati yapmamız gerekmiyor mu? Hemen yanı başımızdaki Suriye’de her gün ortalama 100 kişi, bazı günler 200 -300 kişi, kazaen değil, kasten katlediliyor.

Bizler bir günde gerçekleşen 300 kayıpla sarsılırken, Suriye halkının durumu nedir acaba? Dile kolay, yaklaşık 1300 gündür süren direniş neticesinde, en az 170 bin kişi, bazı kaynaklara göre 500 bin kişi, bir kez daha vurgulayalım, kazaen değil, kasten katlediliyor. İşkencelerle, aç bırakılarak, keskin nişancılarla, varil bombalarıyla, kimyasal silahlarla vs. vs. üstelik bunların en az 20 bini kadın ve çocuk.

Şehirlere rastgele atılan varil bombalarıyla her defasında 10 – 30 arası sivil katlediliyor, kimyasal silahla yapılan tek bir saldırıda 1700 sivil katledildi. En az 11 bin kişiye ait olduğu sanılan 55 bin işkence ve açlık neticesi ölüm fotoğrafı yayınlandı medyada çarşaf çarşaf.

Soma’da meydana gelen ölümlerin sebebi, insan kusuru payı yüksekte olsa bir kazadır neticede. Tıpkı trafik kazalarının, bazen tamamen insanların kusurundan kaynaklanmasına rağmen kaza olması gibi. İnsan payı oranı ne kadar yüksek olursa olsun, kaza ile katliam arasında her halükarda uçurum vardır.

Soma’da 300 ocağa kazaen ateş düşmüşken, Suriye’de en az 200 bin ocağa kasten ateş atılmış durumdadır ve halen kesintisiz devam etmektedir bu yakım ve yıkımlar.

Gel gör ki, maalesef halkımız Suriye’de 3 yıldır yaşanan ve her günkü toplam kayıpları neredeyse bir Soma kazasında kaybedilenlere denk katliamlara duyarsız kalmakta, acılarını hissetmemekte, katliamcılara gerekli öfkeyi duymamakta, göstermesi gereken tepkiyi göstermemektedir.

Koyun Can Derdinde Kasap Et Derdinde

Böyle bir felaket karşısında öncelikle herkesin durup düşünmesi, ölenlere ve ailelerine merhamet duygularıyla yaklaşması gerekir, asgari insani – vicdani kaideler gereğince. Gel gör ki, madende mahsur kalanlar ile ailelerinin can derdinde olduğu o sıcak saatlerde, bazıları hemen et derdine düşmüş görünüyorlar.

Madenciler ve aileleri ile en ufak bir empati kurmaksızın ve acılarını zerrece hissetmeksizin, düşmanının can alıcı bir açığını yakalamış savaşçılar gibi çılgın savaş naralarıyla saldırıya geçiyorlar. Onlar için madenciler ve ailelerinin, onların acı ve kayıplarının hiç önemi yok. Bu kazaya ve büyük kayıba zerre kadar üzülmek bir yana,  işte Erdoğan’a kuvvetli bir darbe vurmak için harika bir fırsat doğdu diye, sevindirik oluyorlar adeta.

İnsanlar madende mahsur kalanları kurtarmaya çabalar, ailelerin bir kısmı yürekleri hop oturup hop kalkarak madendeki yakınlarının akıbetine dair bilgi bekler, diğerleri ölüm haberleriyle kolları kanatları kırılmış vaziyette oturup kalmışken; bazıları hemen bu altın fırsatı - pası gole çevirmek için ellerini oğuşturmaya, emekçileri! sokağa dökmeye, bu kazayla sendelediğini umdukları hükümete ağır darbeler vurarak yıkmaya yöneldiler sevinçle.

İnsan kaza sonrası gelişen bu izansız saldırıları görünce, acaba bir sabotajla başlatılan yeni bir Gezi Sürecimi diye düşünmekten kendini alamıyor açıkçası.

Kör Öldü Badem Gözlü Oldu

Halka göbeğini kaşıyan adam diye hakaretler yağdırırken, bir yanda da kendilerini halkçı, adaletçi, emekçi, solcu, hümanist sayanlar, Soma’daki ölümlerin üzerine mal bulmuş mağribi gibi balıklama atladılar. Bu güne kadar iğrenerek baktıkları, yan yana gelmek zorunda kaldıklarında, üzerimize değmesinler diye uzak durmaya çalıştıkları, adam yerine koymadıkları insanlardan bir kısmı ölünce kıymete bindi.

Pişkinliğin ve istismarın bu kadarına da pes doğrusu. Kör öldü, badem gözlü oldu diye sanki bu durum için söylenmiş. Düne kadar adam yerine koymadıkları bu insanları, ölümlerinden sonra neredeyse evliya ilan edecekler. Kazada ölenlerin ve yakınlarının acılarını zerre kadar hissetmek bir yana, Erdoğan’a vurmak için altın bir fırsat çıktı diye içten içe seviniyorlar, neredeyse göbek atacaklar. Bu ölü sevicilerin bu ölümlere zerre kadar üzülmek bir yana, dehşetli bir sevinç duyduklarından yana en ufak bir kuşkum yok.

Bu kesimden bir habercinin, Gezi olayları sırasında, kayıtta olan kamerayı unutup, şimdi birkaç ölü olsa ne güzel olur diye yaptığı gaf, aslında bu kesimin bu tür olaylara bakışını ortaya koyuyor.

Bunlar sadece karşıtlarının ve (insan yerine koymayıp göbeğini kaşıyan adam diye küçümsedikleri) halkın değil, işlerine yaradığında kendi arkadaşlarının ölüsünü bile severler. Nitekim Hasan Cemal, 1980 öncesi olaylarda, kazaen kurşunla ölen bir arkadaşlarının ölümünün sorumluluğunu bile bile ülkücülere attıklarını ve bunu tepe tepe kullandıklarını açıklamıştı anılarında. Bunların Gezi olaylarında, Berkin Elvan başta olmak üzere, kendi taraflarından ölenler için üzüldüklerini mi yoksa sevindiklerini mi sormak bile abes.

Ölü Seviciler

Bu kesim, sadece kullanabilecekleri ölümleri sevmezler. Aynı zamanda, karşılarında duran (yada öyle gördükleri) kadın ve çocuklar dahil herkesin ölümünü de severler. Nitekim Berkin Elvan protestoları esnasında ölen Burak Can’ın ölümüne üzülmedikleri açık, ama bu ölüm kendi aleyhlerine bir hava oluşturduğu için üzüldüler.

Bunların Suriye’de şimdiye kadar kasten katledilen en az 170 bin mazlumun ölümüne üzüldüklerine dair en ufak bir açıklamaları da söz konusu değil. Henüz bir açık mikrofon kazasına uğramadıkları için delillendiremiyoruz ama, bu öldürülen mazlumların ölümlerinden gizli bir sevinç duyduklarına, her ölümde Esed’in zafere biraz daha yaklaştığını umduklarına dair yakini bir kanaatımız var. Nitekim bazılarının sosyal medya hesaplarındaki paylaşımları ile haberlere yaptıkları yorumlarda, bu durumlarını açığa veriyor.

Hülasa bazıları Allah’ın rahmetinden pay almış merhamet sahibi insandır, masumların ölümlerine üzülür, acı duyar; bazıları Allah’ın rahmetinden kovulduğundan dolayı merhameti kaybetmiş insan kılıklı şeytandır, masumların ölümlerine sevinir, zevk duyar.

YAZIYA YORUM KAT