Sol’un Sanatı Nasıl Emperyalizmin Uşağı Oldu?
Altın Kelebek Ödül Töreni’nde “En iyi Dizi” ödülünü alırken Diriliş ekibine söz hakkı tanınmaması ve kokuşmuş elitizmin bedenleşmiş sembollerinden olan Okan Bayülgen’in alaycı tavrının sadece ideolojik bir köhnelikle açıklanması mümkün değil.
Sanatın “muhalif” olduğuna dair bir kabulü alarak, aslında bir hegemonya alanı yaratmak, bunun için bilim, sanat ve akademiyi kullanmak birbiriyle oldukça tezat gözükse de aslında modern dönemde otorite savaşlarının merkezinde yer alır.
“Otorite merkezi”ni muhafaza etmede “Kültür” en önemli mücadele alanı olmuştur. SETA adına “Türkiye’de Mizah Dergileri, Kültürel Hegemonya ve Muhalefet” başlıklı (okumanızı tavsiye edeceğim) bir rapor hazırlayan Sertaç Timur Demir bu iddiayı şöyle açıklıyor:
“Mizah dergileri, basit bir eğlencelik ya da basmakalıp bir düşünce sahası olmanın ötesinde, nitelikli olsun ya da olmasın, birer kültür üretim ve dağıtım araçlarıdır. Karikatürler üzerinden verilen mesajlar da gündelik yaşamın yalnızca sıradan bir yansıması değil, kamuoyu oluşturabilen ideolojik ve manipülatif kurgu sahalarıdır.”
Demir bu çalışmasında “Bu dergiler resmi tarih ve ideolojinin dışında mı yoksa tam da orta yerinde mi?” sorusuna cevap arıyor.
Altın Kelebek/Diriliş çatışmasından yola çıkarak, hatta Robert De Niro’nun Trump’a bir araba dolusu küfür ettiği açıklamasını da içererek, benim iddiam, dünya üzerinde “Kültürel Hegemonya” kurmuş olanların bizatihi kendisinin müesses nizamın aparatı olduğudur. Hatta ben bu gruba üniversiteleri, özellikle de sosyal bilimleri de eklemek isterim.
Oysa muhalif duruş ilkeli ve kolektif olmalıdır [STD]. Yani ortaya toplumla ilgili bir sorunu koymalı, bunun eleştirisini yapmalı, çözümü üzerine kafa yormalı, insani değerleri merkeze almalı, benzer düşünen kitlelerin yan yana gelmesini sağlarken, onların sosyal sınıfları, dinleri, mezhepleri, meşrepleri ve ideolojileriyle ilgili olmamalıdır.
Oysa Robert De Niro’ya veya ülkemizde Orhan Pamuk’a yaptırılan açıklamalar olsun, akademisyenlerin terör örgütüne destek bildirileri olsun, sanat/akademi camiasının siyasete müdahalecilikleri olsun, tüm bunlar belirli bir hegemonyanın lehine kamuoyu oluşturmak adına yapılıyor. “Sanat muhaliftir” türünden bir basmakalıp kabul sorgulanmadığı için, bunların çoğunluk bilakis müesses nizamın bekçileri olduğu gerçeği bir örtü ardına gizlenmiş oluyor.
Seçilmiş lider ve hükümetler, sanat camiasının, medya, STK ve akademinin gayretleri ile hakiki müesses nizamlarmış gibi kamuoyuna yutturulmaya çalışılıyor. Böylelikle, gençler, emekçiler, kadınlar, dezavantajlı kesimler, çevreciler ve göçmenler dâhil tüm Öteki’lerin muhalif enerjisi küresel müesses nizamın rakipleri kimler ise onun üzerine boca ediliyor.
Kadife devrimlerin mantığının açılımı budur. Çevre hassasiyeti ve FETÖ’cü polislerin kasti şiddeti üzerine Gezi’ye giden gençlere de o dönemde bunu anlatmaya çalışmış ve bir kitap dahi yazmıştık. (Dünyayı Durduran 60 Gün.)
Şimdi Altın Kelebek’te olan ise şudur: Diriliş dizisi büyük başarı kazanmış ama seçilmişleri hal etmek isteyen hegemonik cenahın değil, Yenikapı Ruhu’nun içinde yer almıştır. Diriliş dizisinin başarısı kültürel hegemonyayı tehdit eder hale gelmiştir. Elde ettiği popülerliği seçilmişleri hedef almak yerine, işte Yenikapı’ya giderek işlevselleştirmiştir. O yüzden itibarsızlaştırılmak, ceza almak, haddi bildirilmek durumundadır.
1980 darbesinin İslamcılara alan açtığı Sol’un en büyük klişesidir. Oysa 27 Mayıs’tan beri vesayetin seçilmişlere karşı bindirilmiş kıtaları olan bütün eski sözde devrimcilerin, Türkiye’deki kültürel hegemonyayı bu darbeden sonra müesses nizamın adına ele geçirdiği görülmelidir. İstisnalar her daim başımız üstünedir. Ama kaideyi şu ana kadar bozamamıştır. Ama bu kaide artık vadesini doldurmaktadır.
Akşam
YAZIYA YORUM KAT