Solun Kemalistleşme, İslamcıların Sağcılaşma Sorunu
Hüseyin Acarlar’ın Türkiye Solunun İslam’dan mahrumiyeti ve Kemalistleşme sorunu ile muhafazakarların İslami kimliğin belirleyiciliğini ikinci plana itici devletçileşme sorunlarını analiz ettiği yazısı çarpıcı tespitler içeriyor.
Hüseyin Acarlar’ın Yeni Akit gazetesinde yayımlanan yazısının (tartışmalı bulduğumuz bazı hususları içermekle birlikte) temel vurguları açısından kayda değer tespitler içerdiğini düşünüyor ve aşağıda ilginize sunuyoruz:
Sol’un İslam Mahrumiyeti ve Sağ’ın Merkez Handikabı
Eskilerin bir meseleyi anlatırken eksiksiz anlatım için kullandıkları oldukça senfonik bir ifade vardır. ‘efradını cami ağyarını mani’ diye. İnsan üretimi hiçbir metin yoktur ki onda eksiklik olmasın.
Olanları anlamlandırmak, “olan”ı anlamak için ön koşuldur. İdeali, olması gerekeni konuşmaya sıranın gelmesi bu iki aşamayı geçmekle doğru zemine oturur. Buna reel politikten ideal politiğe, gerçeklerden ideallere gitme süreci de diyebiliriz. Anı/hali/olanı doğru resmedebilmek için kadraja olabildiğince etkenleri sığdırmak gerekir. Bu ‘efradını cami ağyarını mani’ ilkesel bir tutumla olabiliyor.
Bu itibarla;
Kadim dönemlerde coğrafyamızda din, bir üst kimlik olarak kabul gördü. Ve hayattaki yerine kondu. Yüzyıl önce girilen türbülansta bir kırılma yaşandı. Yüz yıldır bu coğrafyada aynı mekanı aynı zamanı yaşayıp paylaşanların hasletleri düşleri, kaygıları ve acıları çoğu kez aynıydı. Buna rağmen farklı biçim ve kültürü soluyunca ‘İslam’ kimilerinin kimliği, kimilerinin kültürü oldu. Şeytan bizim çocukları aldı götürdü kendine benzetip getirdi.
Oligarşik vesayette sol; oryantalizmi, batıcı, self sömürgeci yapıları ve sermaye sınıfını korumakla konumlandırıldı. İlk dönem sol aydının olanları anlamlandırması mümkün değildi. Arapça bilmiyorlardı ki Kur’an-i ilimleri okuyabilsinler, Osmanlıca bilmiyorlardı ki tarihi ve geçmişi yorumlayabilsinler. Farsça bilmiyorlardı ki edebiyatı bilebilsinler. Bu yönüyle 1928 Harf inkılabının mağdurları aslında kendilerini sol kulvarda görenlerdir. Böyle bir sol ilerlemenin önündeki engel olarak İslam’ı kodladı. İslam’ı kimlik olarak görenler, bütün yasaklara engellemelere rağmen dilden, İslami müktesebattan, tarih bilincinden doğu medreseleri sayesinde bir nebze haberdar olmayı başarmışlardı.
1928-1945 arası Sol, CHP ile eşitlendi. Demokrasi Laiklikle eş anlamlı alındı. 1945 yılına kadar Sol, CHP üzerinden altı oklu amentü esaslı bu çizgi üzerinden yürüdü.
Vesayeti kurgulayanlar biliyorlardı ki insan nevrotiktir. İmandan inançtan soyutlanamaz. Tapmayı ve tapınmayı sever. İnanç profanlaştığı ölçüde anlamlı, kendilerine hizmet ettiği ölçüde vazgeçilmez bir değer hatta silah olabilirdi.
Biliyorlardı ki; Başkasını öncelemenin ve kulluk etmenin maliyeti düşük, tatmini yüksektir.
Biliyorlardı ki; Birey, yaşamını önce bu metafizik çapraza oturtur sonra yoluna devam eder.
Biliyorlardı ki dini format, insanın yakasını bırakmaz. Kölesi olacağı bir dava, tapınacağı bir ilahı, mutlak inanacağı bir doktrin ve tartışmaya açık olmayan kutsallar oluşturmadan sükûna ermez.
Yahudilik, Hristiyanlık, iddialarının aksine Pozitivizm, Komünizm, liberalizm ilanihaye Modernizmde format aynıdır. Söz konusu düşünce değil, ideoloji değil inançtır. Batı medeniyeti de esasta; tanrısı, kutsal kitabı, elçisi ve rükünleri olan bir dindir. Bu nedenle Doğu için Batı, bir ön kabuldür. Ön iman, ön rıza.
Doğudaki sol, önce Batı’nın “hakkını teslim etti.” Sonra “teslim oldu.” Ardından “iman(!) etti.
Bunun içindir ki, bizdeki sol; Batı’yı Batı'nın kendisinden daha güçlü savundu. Onun adına; daha çok sevindi, daha çok kahroldu.
Onun içindir ki, batı için dün Abdullah Cevdet neyse bugün Can Dündar odur.
Tarih öğretti ki, kralla konuşulur, kralcıyla konuşulmaz. “Önderlikle” konuşulur, “önderci”yle konuşulmaz. Şeyhle konuşulur, müridle konuşulmaz. Ağayla konuşulur, kâhyayla konuşulmaz. Patronla konuşulur, sekreteriyle konuşulmaz. Partinin lideriyle konuşulur, İl Başkanıyla konuşulmaz. Askerle konuşulur, askerciyle konuşulmaz. Batı’yla konuşulur ama bir Batıcı solcuyla asla ve kat’a konuşulamaz!
Çünkü Batıcı sol, Batı’yı bir din formatında telakki eder.
1928-1945 dönemi solun günah galerisi acıdır ve acıtır. Sadece İslamcılar sürek avına tabi tutulmadı bu dönemde. Hikmet Kıvılcımlı’yı Nazım Hikmet'i, Sabahattin Ali’yi düşüncelerinden dolayı mapus damında çürüten Sol, CHP’nin solu değil miydi? Dersim’e(Tunceli) Bomba yağdıran CHP değil miydi?
1945 yılına kadar sol, bir din ihdası ile meşgul oldu. Bu dönemden sonra ıskalanmaması gereken iki şey oldu.
Şehirli olmanın avantajıyla gündemi ıskalamayan hayata dokunan solun beyinleri İslam’ı aşağılamaktan kaçınıp, İslam toplumunu eleştiri zeminine taşıyan isimlerle bir dönüşüm yaşama fırsatını yakaladı. İdris Küçükömer gibi isimlerle katı CHP Katolik solu, daha entelektüel, vicdani yola evrilsede siyasetin baskın unsuru, darbeler bu aydınlanmayı engelleyici unsur oldu.
İkinci olan şeyse; İki bloklu -Nato-Varşova Paktı- dünya da Sovyet Rusya komşusu Türkiye için Hegemonik güç solun karşısına birde sağ ihdas etmek oldu. Yeni aktör Sağ’, Truman doktrini çerçevesinde Amerikan Güvenlik sistemi için “ateist-komünist, sol”un karşısına İslam hassasiyetler üzerinden istismar edilecek yegane unsurdu.1960’ta Seyyid Kutub'un “İslam’da Sosyal Adalet” kitabını Mit eliyle tercümesi – o dönem MİT- CIA İlişkisi için Alparslan Türkeş’in hatırlılarına bakılabilir- Komünizmle mücadele derneklerinin kurulması, anti parantez FETÖ temelinin atılmasını es geçmemek gerekiyor.
Sol, kadim geçmişten mahrumdu. Sağın handikapı çağını anlamadan mahrumdu. Medreseler çağı anlamaktan yoksun kalmıştı. 70’ler acıların içeriye dolarların dışarıya aktığı kardeş kanıyla geçti. Bu dönemler için Sol pozitivizmin yerlere düşmüş retoriği üzerinden yola çıktı. Şehirliydi sağa göre, ancak geçmişi hiç bilmeyen bir soldu bu. “Şeker Bayramı- Ramazan Bayramı” ayrımını yapabilecek bir retorikten fersah fersah uzaktı.
Batının profanlaştırılmış bir İslam’ın daha çok elverişli olduğunu keşfetmesi ile birlikte sağı en zayıf yerinden, taşralı hassasiyetinden vurdu. Birden bire Medreseler tu kaka edilecek zeminde oluşmuştu. İslam müktesebatının eserleri tercüme edilmeye başlandı. İbn-i Abdin, Fetevayı Hindiye, İhyayı Ulumiddin gibi ciltlerle ifade edilen ağırlıklı Fıkıh füruuna dönük eserlerin tercümesi, çağı anlamlandıracak durumda olmayan sağ için çağı daha karmaşık hale dönüştürdü. Karşılaştıkları günlük sorunlar için bu kitaplara yönelen mütedeyyin mahalle, sorularına cevap bulmaktan öte yeni gereksiz tartışmalarla boğuluyordu. Unutulan bir şey vardı. Mahalleleri oluşturanların sokaklara müdahaleyi de hesapladıklarıydı.
Ardından tefsirler, hadis külliyatları tercüme edildi. Fıkha dayanan, hadise dayanan, ‘Kur’an bize yeter’ deyip tefsire dalanların bağımsız bir şekilde İslami anlayış geliştirdiklerini söylemek biraz saflık olmaz mı? Bugünkü tartışmaların ardında bu okumaların olmadığını söyleyebilecek durumda mıyız? İbn-i Teymiyye külliyatı tercümesinin Suudilerce finansmanını nasıl yorumlayacağız mesela.
Yeşil Kuşak Projesi gereği Sovyetlerin çevresinin iyice kontrol altında tutulması bir Amerikan güvenlik meselesiydi. 1978‘de Pakistan’da darbe oldu. Öncesinde Afganistan operasyonunu, Brejnev’i anlamasak ta (!) hatırlatalım. 1979’da İran’da darbe oldu. İki darbenin de İslam adına yapıldığı söylendi. 1980'de Kenan Evren darbe yaparken Pakistan’da darbe yapan Ziya Ül Hak için kardeşim ifadesini kullanıyordu. Darbeler sonrası İran kaynaklı tercüme kitaplar rafları süsledi. İslam adına fraksiyonlar çoğaldı. Dini tartışmalar çoğaldı. Darbeciler, Türkiye’de ilk kez okullarda “din kültürü ve ahlak bilgisi” dersini zorunlu kılıyordu. 1985 yılına gelindiğinde FETÖ çetesinin hamisi CIA Ortadoğu direktörü Graham Fuller, yeni projenin adını duyuruyordu islamizasyon yada ılımlı islam projesi…
Türkiye’de İslam, gerek kültürel anlamda da gerekse kimlik anlamında da hep duygusal zeminde temerküz etti. Sol, geçmişi okuyamama hastalığını şimdi kendini dindar olarak tanımlayanlara miras bıraktı. Slogan üretenlerle ilimle uğraşanların doğrusal orantıları konuşulmalı. Sol, dini anlama gayretine giriştiği bir ortamda operasyonu belediyeler eliyle yiyor.!
Eskinin aşağılayıcı üslubunu hatırlatmaya çalışanlar artık sol mahallede ciddiye alınmıyor. Artık cehaletleriyle dalga geçilen malzemeler olmaktan öte anlamları yok. Doğu Perinçek’in ‘Türkler Müslüman olmakla şeref ve varlık buldular. Müslüman olmayan Türkler heba olup gittiler’ ifadesini bir yere not almak gerek. Ve kışkırtıcı olsun diye bir soru; Bugün Soner Yalçın’ın İslami okumalarını kaç İslamcı yapıyor?
Siyasi kimlik, İslami kimlikten baskın olmaya başlamışsa, kişilik dumura uğruyor demektir.
Hakikatin peşinde, İslami hassasiyetleri olanların şimdilerde mahalleden çıkıp din-i mübin-i İslam’ı kültürel zemine çekenlerle imtihanı var.
Her çekilen fotoğraf resmi tam veremez. Benimde yerim dar. Hakikat için son matruşkaya bakmalı…
HABERE YORUM KAT