Sol'un, Çarşı'dan öğrenebileceği...
Şike soruşturmasının bir anda Beşiktaş'a sıçramasıyla olay çok daha önemli hale geldi.
Çünkü bütün konunun Fenerbahçe etrafında kenetlenmesi ve ortada çoğu tahmin ve çıkarsamadan oluşan deliller yığınının içinde gezinilmesi, kasıtlı veya manipülasyona açık bir operasyon ihtimalini de birçok insanın kafasında tutmaktaydı. Bu arada ne derece doğru olduğunu bilemediğimiz 'itiraflar' duysak da, itirafı makbul saymak zorunluluğu da yok. Nitekim Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım, şike düzenlemelerini kotarmakla suçlanan kulüp yöneticisi Mosturoğlu'nun itiraf niteliği taşıyan beyanının baskı altında alınmış olabileceğini öne sürdü. Taraftarların önemli bir bölümü de fazla irdeleme gereği duymadan bu yorumu daha doğru buldu. Diğer bir deyişle siyasetle ahlakı bir araya getiren bu türden ikilemlerde, eğer çok açık seçik ve reddedilemeyecek halde değillerse, delillerin pek fazla önemi olmayabiliyor. Meselenin taraftarları, gerçekliğe nesnel bir biçimde bakma gayreti yerine, taraftar olmanın bilinci ve sorumluluğu içinde davranıyorlar. Bu ise kendi arkadaşını, grubunu, giderek kampını koruma ve savunma biçiminde somutlaşıyor. Taraftarlığı cemaat üyeliğine dönüştüren bir sosyolojik ve ideolojik arka planın varlığında, söz konusu dürtü daha da güçleniyor ve 'saldırganlığa direnen bir dayanışma'nın parçası olma şeklinde bir ruh hali ortaya çıkıyor. Böylece bir yandan taraftarlığın kamusal alana çıkmasına ve aktivizmle kendisini yeniden üretmesine tanık oluyoruz, diğer yandan da taraftar grubu arasında aykırı seslerin baskı altına alınmasına ve ihanetle suçlanmasına...
Böyle bir psikolojik atmosferde Beşiktaş Çarşı grubunun açıklaması, haklı olarak farklı bir yere kondu ve sitayişle karşılandı. Çünkü Çarşı grubu, yukarıda anlatılan çekici anafora kapılmayı reddetti. Yaptıkları açıklamada şöyle demişler: "Mahkemenin kararını vereceği son güne kadar bu olayda ismi geçen bütün Beşiktaşlılar bizim için masumdur, onlara önyargı ile bakmayacağız. Ancak diğerlerinin yaptığı gibi arkalarından peşi sıra gitmeyi de reddetmeliyiz. Acı ve sancılı da olsa doğrusu budur. Artık 'o' Beşiktaşlılar bize bizden olduğunu kanıtlamak zorundadır... Onun içindir ki, masum olduğuna inandığımız, sonuna kadar inanacağımız 'zanlı' Beşiktaşlılarla aramıza mesafe koymalıyız. Masumiyetlerini kanıtlayıncaya kadar ne 'büyük' diye bağırırız ne de 'yanındayız' diye destek veririz. Artık aidiyet değil hukuk devreye girmiştir. Adaleti simgeleyen o gözü bağlı kadın kadar tarafsız ve objektif düşünürüz. Zira biliriz ki eğer ki ortada Beşiktaş'ımızı zan altında bırakacak bir iddia varsa, biz utanacağız. Eğer ki puan ya da kupa için anlaşılmışsa o kupaya saygı duymayacağız."
Metnin sonu ise davet niteliğinde bir çağrı ile bitiyordu: "Diyoruz ki, arının... Temizlenin... Masumiyetinizi sadece yargıya değil bizlere de kanıtlayın. Sizi kucaklayalım. Coşkuyla gücünüze güç katalım. Ama siz de arınıncaya, temizleninceye ve masumiyetinizi kanıtlayıncaya kadar Beşiktaş'la aranıza mesafe koyun. Beşiktaş'a yapılacak en büyük iyilik budur."
Bu duruşta okunması gereken iki mesaj var. Birincisi, siyasetin ahlakî zemininin kaybolduğu noktada siyasete devam etmektense, o ahlakî zemini yeniden kurmaya çalışmak gerekir. Aksi halde siyaset fırsatçı bir mecraya doğru akar ve ahlakı da araçsallaştırır. İkincisi, aynı ahlakî zemin olayın mağdur/zanlıları için de geçerlidir. Onlardan da ahlakî açıdan kendilerini kanıtlayana kadar, siyaseti araçsallaştırmamaları beklenir. Burada mesele yargının vereceği karar değil... Yapılan 'işin' vicdanlarda nereye oturacağıdır.
Şike olayının bu yönü Ergenekon bağlamında tutuklu yargılanan Şık ve Şener'in konumuyla epeyce paralellik taşıyor. Onlar da bir tür şike suçlamasıyla karşı karşıyalar. Benim de dâhil olduğum bir grup insan bu 'şikenin' yapılmış olsa bile suç niteliği taşımaması gerektiğine inanıyorlar. Ama tekrarlarsak, mesele hukuksal değerlendirme değil, yapılan 'işin' vicdanlarda nereye oturacağı... Bu noktada benim gibi düşünen bir azınlık, Çarşı'nın bakışına sahip oldu. Olaya mesafe almak gerektiğini, ahlakî zemini korumanın laik asabiyeden beslenen bir aktivizmi köpürtmekten daha değerli ve doğru olduğunu savunduk. Ayrıca mağdur/zanlıların da siyaseti araçsallaştıran çıkışlarının bizzat kendi ahlakî duruşlarını sorguya açtığını vurguladık. 'Hrant için' türünden ahlakçılık girişimlerinin veya 'dokunan yanar' formatındaki kahramanlık yaldızlarının gerçekte vicdanlarda ters yönde mesajlar ürettiğini söyledik.
Ama taraftar ekseriyeti bizden hoşlanmadı... Mesafe almak, ahlakî zemine sahip çıkmak onlara zor geldi. Savcının ve iddianamenin aksaklıklarını, tutuklama süresinin uzunluğunu, adil yargılama hakkını haklı olarak vurgularken, nedense 'işin' siyasî yönüne bakmayı istemediler. Bugün savcı ve iddianame ile sorunlar Beşiktaş'a yönelik şike suçlamasında da var. Ama Çarşı grubu bunun ardına sığınmıyor... Onlar 'puan için anlaşılmışsa o puana saygı duymayız' diyorlar. Solcu kesimin sıkıntısı galiba burada...
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT