'Sol-Ulusalcı' faşizmin tarihsel kökenleri üzerine bir deneme
İgnazio Silone'nin o çok bilinen 'F o n t a m a r a' romanında, hükümet temsilcisinin köy meydanında köylüleri sorguya çekmesine ilişkin anlamlı bir bölüm vardır.
Sorgulama, köylülerin siyasal eğilimlerini saptamak amacıyla yapılmaktadır. Hükümet temsilcisinin sorusu 'kim yaşasın?'dır. Köylülerden biri 'Yaşasın Meryemana!' yanıtını verir; hükümet temsilcisi, kâtibine 'Yaz, gerici!' der. Bir başka köylü, 'Yaşasın Kraliçe Margherita!' der, hükümet temsilcisinin vardığı sonuç ise, 'Yaz, Meşrutiyetten yana!'dır. Bir başkası, 'Yaşasın herkes' yanıtını verince 'Yaz, Liberal!' diye yaftalanır. 'Yaşasın yoksullar!' diyense, 'Sosyalist' olarak kayda geçer ve bu soruşturma böylece devam eder.
Bu bölüm, bana hep Orhan Veli'nin 'açlıktan bahsediyorsun/Demek ki sen komünistsin!' dizelerini hatırlatmıştır. Yaftalanmak, kimliğimiz konusunda ötekinin karar vermesi demektir. Bu öteki, iktidar'dır. 'F o n t a m a r a'daki sorgulamada kimliğe ilişkin karar veren siyasal iktidarsa, Orhan Veli'nin şiirinde, Foucault'nun her yerde olduğunu söylediği 'mikro iktidarlar'dan biri... Dolayısıyla 'yaftalanma', benim kimliğimin ne olduğuna ilişkin kararın bir Öteki, yani, bir İktidar ya da mikro iktidar (örneğin, 'mahalle baskısı' da bir mikro iktidar semptomudur) tarafından verilmesi anlamında açık ya da örtük bir Faşizmi işaretler. Açık Faşizm, F o n t a m a r a'da olduğu gibi, devlet faşizmidir; örtük faşizm ise, Orhan Veli örneğinde olduğu gibi, 'mahalle baskısı' türünden kamusal faşizm...
Türkiye'de, uzun bir süreden beri kamusal alanda örtük bir faşizm egemendir: Sol-ulusalcı mikro iktidar faşizmi! F o n t a m a r a'daki faşist sorgucular gibi, birileri, insanları 'liboş', 'dönek' vb. diye yaftalamakta; bu yaftaları sürekli kullanarak yaygınlaştırılmakta, dahası bunlar, Türkiye'de açık faşist bir edebiyatın kanonik terimleri olarak adeta resmîleştirilmektedir. Pek iyi de, bu faşizmin kökenini nerede aramak gerekir?
TEORİSİ OLMAYAN 'PRATİK' MODEL!
Öncelikle şunu belirtmem gerekiyor: Faşizmin, Sol-Ulusalcı model biçiminde ortaya çıkışı, Kemalizm ile Marksizm arasında bir sentezin mümkün olduğu konusundaki bir peşin hükümden kaynaklanır. Mümtaz Soysal bunu, en açık ve en veciz bir ifadeyle şöyle dilegetirmiştir: 'Kemalist devrimciliği Marksist düşünceye dayalı kalkınma yöntemleriyle bütünleştirip sağlam bir ulusal modele varılabilir.' Mümtaz Soysal'ın 'Cumhuriyet' gazetesindeki bir yazısından ('5 Ağustos 2004) bir alıntı!
Mümtaz Soysal'ın, Kemalist devrimciliği Marksist düşünceyle bütünleştirip bir 'ulusal model'e varma konusundaki düşüncesinin kökeni, Kemalist Devrim'in bir ideoloji'si olmadığına ilişkin tespitlere dayanır. Bu tespiti ilk defa yapma ayrıcalığı da 'Kadro'culara aittir. 1932 yılında yayımlanmaya başlanan 'Kadro'nun amacı, 'cemiyetin ve inkılabların ideolojisini yapmak'tır. 'Kadro'nun inşa etmek istediği bu 'ideoloji', son kertede, Soysal'ın önerdiği formülasyonla, yani, 'Kemalist devrimciliği Marksist düşünceye dayalı' yöntemlerle bütünleştirip bir 'ulusal model'e varmaktan öte bir şey değildi. Prof. Dr. Naci Bostancı'nın, 'Kadrocular' üzerine yaptığı o değerli çalışmada belirttiği gibi, 'Kadrocuların Devlet yorumu, Marksist yorumla birçok noktada paralellik gösterir.' Çok ama çok önemli, canalıcı bir nokta: 'Kadrocular'ın Demokrasi konusundaki görüşleriyle, Nasyonal Sosyalizm (evet! Nasyonal Sosyalizm!) arasında da paralellikler kurulabildiğini, yine Prof. Bostancı'dan öğreniyoruz.
Burada 'Devlet' konusuna vurgu yapılması, boşuna değil! Zira, Kemalist Devrim'in 'Devletçi' özelliğini öneçıkaran 'Kadrocular'a, derginin 22. sayısına 'Fırkamızın Devletçilik Vasfı' yazısıyla, bizzat Başvekil İsmet Paşa'nın destek verdiğini biliyoruz. 'Kadro', Devletçiliğin Türk tarihi açısından bir geleneği olduğunu da önesürüyor ve 'Kadro'nun ideologu Şevket Süreyya Aydemir'in deyişiyle, Devletçiliğin, geçmişteki 'ordulaşmış bütün tarihi rejiminin bir devamı olacağını' bildiriyordu. Naci Bostancı'nın özetlemesiyle Aydemir, dikkat edilsin, şunları söylemekteydi: 'Türk milleti bütün tarihi boyunca hatta daha önceki esatirî (mitolojik H.Y.) devirlerde bile ordu-millet şeklinde yaşamıştı. En büyük eserlerini bu yapıda ortaya koymuştu. 'Millî hayat tarzı olan' bu şeklin dışına çıktığında ise sürekli dağılmış, kargaşa dönemlerinin içine girmiştir.'
'Kadro'nun elitist (seçkinci) bir entelektüel tavır olarak, Devletçiliği, Ordu ile bütünleştirmesi, Türkiye'de daha sonraki yıllarda bu istikametteki ideolojik arayışların da çıkış noktası olduğunu unutmamak gerekir. Bizzat Mümtaz Soysal'ın 'beyin takımı' içinde yer aldığı 'Yön' hareketi de, aslında, Kemalist Devrim'e, 'Kadro'nun gerçekleştiremediği, 'Marksist düşünceye dayalı' ideolojik bir temel hazırlama girişiminden öte bir şey değildir.
Dahası, 1960 yılının son aylarında bir bildiri ile kamuoyu önüne çıkan 'Yön' dergisi, 'Kadro'nun bir devamıdır. Korkut Boratav, 'Türkiye'de Devletçilik'te Yön'ü 'Yeni Kadrocu' bir küçük burjuva radikalizmi olarak yorumlar. Haldun Gülalp, 'Yön' hareketinin öncüsü Doğan Avcıoğlu'nun çalışmalarıyla 'Kadrocu tezlerin 1960'larda yeniden canlandırılmasın'dan sözeder. 'Yön Hareketi' üzerine yaptığı o değerli çalışmada Hikmet Özdemir, ('Birkaç Söz' başlıklı yazısıyla, bu çalışmayı takdim eden, bizzat Mümtaz Soysal'dır), 'Kadro'cularla 'Yön'cüler arasında farklar olduğunu, 'birincilerin (Kadro'cuların H.Y.) Marksizm'i, geliştirmek istedikleri Kemalizm için; ikincilerin de (Yön'cülerin H.Y.), Kemalizm'i, yorumlamak istedikleri Marksizm için kullan[dıklarını] öne sürer. Aziz Nesin de bu istikamette görüşler önesürmüş ve 'Sol Kemalistlerin Marksist olmadıkları kanısına katılm[adığını]' yazmıştır.
Doğrusu, iki hareket arasında Özdemir ya da Nesin'in öngördüğü türden farklılıklar olduğu kanısında değilim. Görüldüğü gibi, Türkiye'de Kemalizm'i, Marksizm'le bağdaştırma konusundaki çabalar yeni değil. Aradaki farklar ne olursa olsun, ne 'Kadro'nun ne de 'Yön'ün, bu istikametteki girişimlerimden teorik bir sonuç alınamadığı ortadadır. Ama pardon, bir sonuç var elbet: Teoride gerçekleştirilemeyen bu 'sol-ulusal model', pratikte bir siyaset aracı olarak darbecilik ve faşizm biçiminde karşımıza çıkıyor. Öyleyse, Mümtaz Soysal, ne diye, Kemalist Devrimi Marksist düşünceye dayalı kalkınma yöntemleriyle bütünleştirip bir 'ulusal model' inşasından sözediyor?
Sakın bu 'ulusal model', Şevket Süreyya'nın sözünü ettiği 'millî hayat tarzı' olmasın?
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT