Sol popülizm
DTP’nin kapatılmasının ardından ortaya çıkan siyasi boşluk bir hafta içinde hızla kapatılmak üzere. Hatırlarsak DTP’liler Anayasa Mahkemesi kararının öncesinde sine-i millete döneceklerini açıklamış ve bu tercihlerinde kapatma sonrasında da ısrarlı olmuşlardı. Hatta yeni dönemin Kürt siyasetinde bir ‘geçiş dönemi’ olacağı, yani daha açıktan sert bir çatışmacı tavrın gelmekte olduğu yorumları yapılmış, Demokratik Toplum Kongresi’nin bir parlamento gibi çalışma ihtimalinden söz edilmişti. Bunun anlamı Meclis’le bağların atılması ve ayrılıkçılığı merkeze alan bir stratejinin hayata geçirilmesiydi. Bu siyasi çizgiyi saptayan ise yine Öcalan’dı... Ancak henüz bir hafta bile geçmeden aynı Öcalan tam ters yöne saparak DTP’lilerin Meclis’e dönmesini istedi. Acaba niçin? Bu bir hafta içinde ne oldu ki, böylesine radikal bir karar değişikliği yaşandı? Cevap toplumsal dinamikte, toplumun ses ve taleplerinde gizli. Bugün Kürtlerin büyük çoğunluğu PKK ile duygusal bağ içinde, büyük çoğunluğu gelinen noktanın PKK sayesinde olduğuna inanıyor; ama yine büyük çoğunluğu Kürtlerin geleceğinin bu PKK siyaseti tarafından rehin alınmasını istemiyor. İstenen PKK’nın yok olması, karşısına demokrat bir alternatifin çıkması değil, PKK’nın değişmesi. Yani PKK sivil siyasete geçerken, şiddet kullanan bir hareket olarak PKK’nın da, demokratikleşmeye paralel olarak tasfiye olması. İstenen PKK’nın devlet tarafından tasfiye edilmesi değil, kendi iradesiyle tasfiye yolunda ilerleyerek sivil siyasette anlamlı bir aktöre dönüşebilmesi. Bunun yolu ise Meclis’ten geçiyor...
Geçmiş uygulamalarıyla zaten derin devlet bağlantısı apaçık olan, Ergenekon davasını desteklemekte tedirginlik yaşayan PKK’nın, Tokat’ta öldürülen askerler sonrasında Kürtleri temsil etmeye devam edebilmesinin yegâne yolu bu. Çünkü Kürtlerin çoğunluğu PKK siyasetini işlevsel bulsalar, devletin tavrı karşısında PKK desteklerini sürdürseler de, zihniyet olarak PKK’ya mesafeli hale gelmiş durumdalar. Örgüt ile halk arasında oluşan bu zihniyet boşluğu yeni bir siyaseti ve aktörleşmeyi davet eder nitelikte. Uluslararası koşullar da bunu besliyor ve AKP her geçen gün dış politika kanalları üzerinden bugünkü Kürt siyasetini sıkıştırıyor. Kısacası demokrat Kürtlerin daha cesur olabilecekleri bir dönemin eşiğindeyiz. Bu ille de yeni bir partiyi ima etmiyor. Ancak yeni bir sözün potansiyeline işaret ediyor.
Diğer taraftan bir potansiyelin varlığı, hayatın ille de o yöne gideceğini söylemez. Neler olacağı Kürtlerin yapacakları tercihlere bağlı olacak. Ama Öcalan’ın U dönüşü, söz konusu demokrat sesin gerçek bir alternatif olduğunu gösteriyor. Nitekim DTP’lilerin Meclis’te kalması şimdilik bu sesin beklemeye alınması yönünde etkili olacak. Yeni PKK stratejisine bir şans verilmesi şaşırtıcı olmaz. Ancak artık herkesin PKK’lı olmadığının, ve PKK demokratik siyasete uyum sağlamadığı takdirde PKK’lı olmaktan hızla uzaklaşma ihtimalinin görülmesinde yarar var.
Bu da bizi ‘Kürtlerin 28 Şubatına’ getiriyor... Bundan böyle PKK’nın demokratik alanda bıraktığı her boşluğun demokrat Kürtlerce doldurulma ihtimali giderek artıyor. Belki de bu baskı PKK’yı zorunlu bir değişim sürecine sokacak ve tabandan gelen yeni siyaset talebi dönüşen bir kitlesel parti sayesinde isteklerini ve fikirlerini kamusal alana çıkaracak.
***
Bu hafta içinde bir de entelektüel sürtüşme yaşadık. Bazı yazarlar benim 28 Şubat benzetmemden rahatsız oldular. Kürtlerin içinde demokratların bulunduğu ve onların cesur davranarak kendilerini PKK’dan ayrıştırma potansiyeline sahip oldukları tesbiti, niçin bütün Kürtlerin kendilerini PKK’ya yakın hissettikleri argümanıyla karşılandı. Anlaşılan bu yazarlar iş Kürt aydınlarına geldiğinde ‘hissiyatın’ siyaset üretmek için yeterli olduğunu düşünmekteler. Ben öyle düşünmüyorum... Bence Kürtler de beni eleştiren Türkler kadar duyguları ile siyaset arasına mesafe koyabilecek olgunluktalar. Bana Kürtler kendi duygularının peşinden gitmekle yetinen bir sürü psikolojisine sahiplermiş gibi gelmiyor. Ama diyelim ki Kürtler toplum olarak gerçekten de bu psikolojideler ve hep PKK’lı kalacaklar. O zaman önlerindeki potansiyeli kullanamamış olurlar ve eğer aralarında demokratlar varsa, bu sorumluluk adımını atamamış olmanın ezikliği ile yaşarlar.
Kısacası ortada çok derin bir mesele yok. Bir potansiyelin ne derece hayata yansıyabileceği sorusu var. Ancak anlaşılması pek de kolay olmayan bir nedenle kendilerine ‘solcu’ diyen bazı arkadaşlar Kürtlerin önündeki bu muhtemel potansiyelin zikredilmesinden garip bir rahatsızlık duydular. Örneğin Mithat Sancar perşembe günkü yazısında şöyle demekteydi: “‘Türk tarafı’nda iyice boy veren bir refleks de Kürtlere PKK’ya tavır alma ve ‘yeni bir siyasi hat’ oluşturma tavsiyesidir. Burada özellikle ‘Kürt aydınlarına’ seslenildiğine de dikkat çekelim... Meseleye tepeden ve çok uzaklardan bakan bir üsluptur bu; buram buram oryantalizm kokuyor.” ‘Türk tarafı’nda Kürtlere böylesine densizce, kibirli tavsiyelerde bulunanlar her zaman olmuştur ve onlar artık bugünün siyaset denkleminde yer almıyorlar. Örneğin bazı Hürriyet yazarlarının tutumu yıllardır zaten budur ve yeni bir refleksden söz edilemez. Ancak bir de ‘Türk tarafı’ ne derse desin ‘Kürt tarafı’nın geliştirmiş olduğu bir demokratlaşma eğilimi var. PKK’ya mesafe alan Kürtler ortaya çıkarsa, herhalde buna ‘Türk tarafı’ istiyor diye karşı çıkmayacağız. Çünkü bu ‘Türk tarafı’nı doğrulayabilecek her türlü adalet ve eşitlik imkânının da reddedilmesini ima eder. Sancar Kürt aydınlarının muhatap alınmasından da işkillenmiş gözüküyor. Kim muhatap alınacaktı acaba? Eğer aydınlar siyasetin öznelerinden biri değilse, yeni bir sol üretmek için yola çıkan ve aydın olmaktan başka hiçbir özellikleri olmayan bu arkadaşlarımız kendilerini nereye oturtuyorlar? Yoksa ‘Türk tarafı’nın aydınlarının becerebildiğini ‘Kürt tarafı’nın aydınlarının beceremeyeceği mi söyleniyor?
Böylece oryantalizm meselesine geliyoruz... Basit olarak oryantalizm, kendinizden daha ‘geri’ bulduğunuz birilerinin hep öyle kalma eğilimine sahip oldukları ve ancak size benzeyerek bu gerilikten kurtulabileceği önermesidir. Galiba ben de Kürtleri önlerindeki demokratik alternatife davet ederek oryantalist oluyorum, çünkü Kürtleri tanıma zahmetine katlanmadan onlardan benim gibi davranmalarını talep ediyorum. Ne var ki oryantalizm kültürel bağlamda anlamlı bir kavram. Yani Kürtleri ‘Türk gibi’ veya ‘makbul vatandaş’ gibi davranmaya davet ediyorsanız, size oryantalist denebilir. Oysa burada istenen, Kürtlerin zihniyet olarak demokrat davranmaları... Zihniyet ise kültüre bağımlı bir değişken değil. Her kültürde nasıl otoriter zihniyette insanlar varsa, demokratlar da var. Dolayısıyla da Kürtlerin ‘Türkleşmeleri’, bize benzemeleri gerekmiyor. Hatta eğer demokrat davranırlarsa bize hiç de benzemeyecekleri, çünkü bu zihniyetin üreteceği siyasetin o kültür içinde tamamen farklı bir içerikte olabileceği açık. Kısacası ben Kürtlerin kendilerini engellememelerini, kendileri olmalarını öneriyorum. Buna karşılık solcu arkadaşlarımızın tutumu epeyce farklı. Onlar ‘Türk tarafı’nın konuşma hakkının olmadığını, Kürtlerin PKK’lı olmalarının doğal olduğunu ve bunun değişmesinin de beklenmemesi gerektiğini vurguluyorlar. Neredeyse ‘Kürtler böyledir ve böyle kalacaklar’ diyecekler... Acaba Türklerin becerdiğini şu Kürtler niye beceremiyorlar? Ötekinin geriliğinin normalleştirilmesinin bir adı olmalı... Yoksa oryantalizm miydi?
Sancar Kürtlerin demokrat bir potansiyel üretme ihtimaline karşı çıkarken şöyle diyor: “Sanki Kürt aydınları bugün karar verirlerse hemen PKK’ya alternatif bir siyasi cephe kurabileceklermiş varsayımı da gerçekliğe yabancı bir yaklaşımdır.” Bu ‘hemen’ ve ‘alternatif’ kelimeleri de nereden çıktı acaba? Demokrat potansiyel, yeni bir sözdür... Başka bir şey değil. Eğer birilerine ‘alternatif’ olarak gözüküyorsa herhalde bunun nedeni de PKK’nın demokratlıkla hiçbir bağının olmamasıdır. Sancar “böyle bir olayın gerçekleşmesi için birçok faktörün biraraya gelmesi gerekiyor” diyor ama bu faktörlerden hiç söz etmiyor. Yoksa bunların bazıları şu anda biraraya gelmekte mi? Nihayet Sancar’a göre ‘Kürt sivil toplumu’nun niye etkisiz kaldığını anlamak için önce kendimizi sorgulamamız gerekiyor. Eğer biz ‘Türk tarafı’ isek doğrudur... Devletin bunca yıl sürdürdüğü siyaseti gözardı edecek halimiz yok. Ama ya 80 öncesindeki entelektüel Kürt hareketinin onlarca mensubunu öldürmüş, insanları susturmuş olan PKK’ya ne demeli? Yoksa Sancar’ın ‘Kürt sivil toplumu’ dediği şey böyle mi oluşabiliyor ancak?
Solculuğa soyunanların önündeki tehlike, kullandıkları güzel kelimelerin cazibesine kapılarak kendilerini popülizmin rahatlatıcı sularına bırakmalarıdır. Sonunda umarım şöyle bir paranteze sıkışmazlar: “Kürtleri seviyorum. Bütün Kürtler PKK’lı. Öyle ise PKK’yı seviyorum.” Umarım kendilerini ‘aydın’ kabul etmelerinin koşulu başkalarını aydın kimliğinden mahrum etmek olmaz...
TARAF
YAZIYA YORUM KAT