“Sol-Liberal Sapma ve Tezahürleri” Paneli Yapıldı
Özgür-Der 2014-2015 dönemi aylık panellerinin beşincisi, "Sol-Liberal Sapma ve Tezahürleri" konulu program ile Ali Emiri Kültür Merkezinde yapıldı.
ERKAM KUŞÇU / HAKSÖZ-HABER
Özgür-Der tarafından, “Değişim, Tekâmül ve Kırılmalar Karşısında İslamcılık” üst başlıklı 2014-2015 dönemi aylık panellerinin beşincisi, “Sol-Liberal Sapma ve Tezahürleri” konulu program ile Ali Emiri Kültür Merkezinde yapıldı.
Zehra Ergül’ün sunumunu yaptığı programın konuşmacıları Gülşen Özer ve Kenan Alpay oldu.
Moderatör Zehra Ergül giriş kısmında şunları belirtti: “Modernite tarihi süreçte insan aklının ortaya koyduğu en güçlü akımlardan birisi. Sekülarizmle birlikte çok geniş bir yayılma alanı var ve bu düşüncelerin hepimizi kuşattığı bir güncelde yaşıyoruz. Türkiyeli Müslümanlar da bu kuşatmadan etkileniyorlar. İslami hareketlerin çabası dışında moderniteye yine modernitenin kendisinden etkilenmeden cevap üretilememiştir.” diyerek sözü Gülşen Özer’e bıraktı.
Gülşen Özer şu noktalara değindi:
“Sapma kavramını açmamız gerektiğini düşünüyorum. Bu eylemi gerçekleştiren kişinin sapkın olduğunu söylersek kimse bu kavrama sahip çıkmaz. Bu yüzden kavramın kendisi alıcısı olmayan biraz “havada” bir kavram.
Benim için sapma insanlığın yaratılışından beri var olan bir kavram. Hz. Musa’nın Tur Dağı’ndan inişinde geride kalanların buzağıya tapması buna örnektir. Tarih aslında bu sapma örnekleriyle dolu. Tabi ben de bu konu üzerine düşünürken kendi ülkemdeki, yakın tarihimdeki olayların üzerinde durdum. Yani biz Müslümanlar öz ilkelerimizden saparak neden hataya düşeriz diye düşündüm. Tabi ki gençlerimiz var olan gerçeklikten fazlasıyla etkileniyor. Bu yaşanan gerçeklik biz bazen çok üzerinde durmasak da gençlerimizin zihin dünyasında çok farklı şeylere tekabül ediyor.
Öncelikle insanların kendi ilkelerinden sapmalarının alt yapısında yenilgi duygusu ve başarısızlık yatıyor. İkinci sebep olarak hâkim gücün kendisinin çok güçlü olması diyebiliriz. Bu da cumhuriyet tarihi boyunca algıyı belirleyen güç olarak kurucu idarenin yaptıklarını düşünürsek, Müslümanların hor görülen, zulme uğrayan kesim olduğunun farkına varırsak bu durumu daha rahat kavrarız. Bu hal bir özgüven eksikliğine sebep oldu neticede.
Örneğin yazın alanında entelektüel dile hâkim olan sol kesimdir. Eğer ki sizler orada bir şey yapmak isterseniz hâkim olan dilin kavramlarıyla konuşuyorsunuz ki kabul görebilesiniz. Bu da bir zaman sonra bu halin içselleştirilmesine kadar vardı ne yazık ki. Celladına âşık olmak diye bir laf var. Bu kimseler cellatlarına o kadar âşık oldular ki kendi tutarsızlıklarını göremez hale geldiler.
Gezide de şahit olduk bu duruma farklı örnekleri de var ne yazık ki. Örneğin Suriye’deki, Mısır’daki olaylara hiçbir şey demediler ancak Kobani’de olanlara olayın faillerinden daha fazla sahip çıktılar. Bir de şu var ki, bu sol-liberal sapmayı yaşayan kimseler hareket ettikleri o kimselerle birlikte durmadan iktidara vuruyorlar. Burada sebep, ortada bir pasta var ve bu kimseler pastadan istediklerini elde edemediler. Dolayısıyla pastadan istediklerini elde edemedikleri için pastacıyı daha fazla vuruyorlar. Tabi bu olay sadece bu mevzuyla açıklanamaz.
Burada bir müzmin muhalefet olma durumu da var. Kur'an bizim dışımızda kalan insanlarla dost olmamayı emreder. Yani bazı noktalarda ortak kavramları kullanıyormuş gibi gözüküyorsak da bizler bu kimseleri dostlar edinemeyiz.” diyerek sözlerine son verdi.
Ardından sözü alan Kenan Alpay şunlara değindi:
“Sapma, etkilenme; siyasi açıdan ekonomik açıdan güçlü olanların güçsüz olanları etkilemesi anlamına geliyor. Biz eğer sağ sapma, sol sapma veya liberal sapma diye bir şeyler konuşuyorsak bu en temelde bizde olan bir zaafa işaret ediyor. Güçlü olan etkiliyor neticede. Bundan dolayı Allah Kur'an-ı Kerim’de muhsinlerle birlikte olmayı, muhlislerle birlikte olmayı, şahitlik yapmayı teşvik ediyor. O zaman bizim muhsinlerle, muhlislerle beraber olamamak ve hakkın şahitliğini yapamamak gibi bir sorunumuz olduğu üzerinde durmamız gerekiyor.
Eğer ki bizler bunları hakkıyla yerine getirmiş olsaydık bugün bizlerin değil liberallerin, solcuların veya sağcıların ‘İslamcı sapmayı’ tartışıyor olmaları gerekirdi. Tabi ki sapmanın da farklılık gösterdiği zamanlar olmuştur. Toplumlar ister aydın, entelektüel, akademisyen olsun, ister bir işçi, esnaf veya ev hanımı olsun içinde bulundukları toplumu sarsan bir olaydan duygusal açıdan veya fikri açıdan etkilenmeye açıktırlar. Burada etkilenmenin temelinde ne var? Eğer siz bir zaaf taşıyor ve yapmanız gereken işleri ortaya koyamıyorsanız, özünüz ve sözünüz arasında bir açı farkı ortaya çıkıyorsa, sürekli olarak da İslam’dan, dinden bahsetmenize rağmen eğer siz İslami sorumlulukları, İslami erdemleri aksatmaya başlıyorsanız sıkıntılar hızla artıyor. Bu kez size yakın olan insanlar ya da sizi kendilerini temsil eden insan pozisyonunda görenler başkalarına öykünmeye, başkalarının duygularıyla, düşünceleriyle sözleriyle kendilerini ifade etmeye başlıyorlar.
Evet, Müslümanlar cumhuriyet döneminde çok sıkıntı yaşadılar. Tek Parti rejiminin akabinde darbe rejimlerinin yaptıkları bunların hepsi hakikaten ciddi manada sıkıntıya düşmemize sebep oldu. Fakat 60’lı yıllarda oluşan görece özgürlük ortamı bir noktada Türkiye’deki Müslümanların dünyayla ilişkilerini sağlamaya vesile oldu. O yıllarda yapılan tercüme faaliyetleriyle Müslümanlar, İslami kimliği bulmaya ve bu kimlik üzerinden kendileriyle, toplumlarıyla, tarikat ve mezhep anlayışlarıyla hesaplaşmaya başladılar. Yani dini anlayışlarında ki cahili kalıntılarla da hesaplaştılar. Sonra devlete yüklenilen bir takım manaları tartıştılar. Buradan hareketler dünyanın hâkim sistemini, emperyal güçleri sorguladılar. Bu sorgulamaların hepsi temel kaynaklara dönüşü teşvik etti, vesile oldu. Fakat tabi zorluklar yaşanmadı değil. Uzunca bir süre yasaklar dönemiydi. Tam bu dönemde Müslümanlar bu zorlukları, engelleri nasıl aşabiliriz gibi soruları daha sık, daha ısrarlı sormaya yöneldiler.
Özal döneminde ufak ufak başlayan ama ismi, kavramları, kaynakları ortaya koyulmayan liberal sapma hadisesinin özelikle 28 Şubat sürecinde daha belirgin bir biçimde ortaya çıktığını düşünüyorum. 28 Şubat sürecinde Türkiye’deki Müslümanların çok hızlı bir şekilde özgüven kaybına uğradıklarını, devlet karşısında ve devleti idare eden askeri sınıf karşısında ciddi bir özgüven kaybına maruz kaldıklarını ifade edebiliriz. Tam da 28 Şubat’a giden süreçte kimi aydınlar, akademisyenler üzerinden bazı Müslüman çevre ve aydınlar kendilerini ifade etmeye başlamışlardı. Mesela Nilüfer Göle’nin Modern Mahrem kitabı gibi bazı kitaplara, bu kitaplar üzerinden ifade edilen tanım ve süreçlere aşırı anlamlar yüklendi. Kavramlar, kıyaslar, kaynaklar vs. derken seküler-Batıcı entelektüel literatüre bir noktada aşina olmaya çalışan isimler, çevreler oldu.
28 Şubat sürecinde Müslümanlar kendilerini devlete karşı hem ideolojik hem siyasi anlamda korumak maksadıyla liberal birtakım kalkanlar edinmeye giriştiler. Adeta kendi sözcüleri gibi Nuray Mert, Nazlı Ilıcak, Gülay Göktürk gibi dönemin gazeteci-aydınlarını öne çıkarttılar veya daha doğru bir tanımla onların gölgesine sığındılar. Tüm bunların Müslümanlar üzerine tesiri örneğin laikliği İslami kavramlarla değil verili düzen üzerinden tartışmaya başladılar. Dolayısıyla literatür değiştiği, temel hakların korunması meselesi üzerinde verilen mücadelede kavramlarda olan değişimin bir benzeri yaşandı. Böyle bir zaafla karşı karşıya kalındı. Artık öyle bir hale geldi ki bu çevreler kendilerini liberal değerlere göre, liberal toplulukların istekleri üzerinde ifade etmeye başladılar. Aslında bu hal en temelde sapmanın farklı çeşitlerinden ziyade Müslümanların genel manada yaşamış oldukları zaafla alakalıdır. Biz eğer gerçekten güçlü; fikri anlamda, siyasi anlamda, pratik anlamda ciddi ve yaygın bir örneklik ortaya koymuş olsaydık ben bu kadar hızlı sapmaların gerçekleşmeyebilirdi.”
Panel soru-cevap faslıyla son buldu.
HABERE YORUM KAT