Sizin favori Hrant katiliniz kim
Polis mi, Jandarma mı? Alperenler mi, Cemaat mi, Ergenekon mu?
Nedim Şener’in yazdıkları mı doğru, yoksa Adem Yavuz Arslan’ın mı?
Kafes Planı mı kilidi çözecek, yoksa bu soruşturmaları yürüten İstanbul Emniyeti mi?
Ben kararımı verdim.
Kafama yatan, ideolojik tercihlerime en çok uyan, işime en çok gelen katilleri değil, Hrant Dink’in gerçek katillerini istiyorum artık...
O yüzden de dört yıl sonra kapağına polis yerleştirilip, “Hrant Dink’in kalemini kim kırdı” yazılı kitaplardan da, şu âna kadar ortada olmayan tanıkların kime ne zaman nasıl verildiği anlaşılmayan yeni ifadelerinden de korkuyorum.
Önce Polis’e sonra Jandarma’ya muhbirlik yapmış cinayetin büyük abisi Erhan Tuncel’in birdenbire mektuplar yazıp “Jandarma’yı bu işe ben kattım” demeye başlamasından da endişe ediyorum...
Hrant Dink davası zannedildiğinin aksine üzerinde büyük bir mutabakat olan Kemalistlerden dindarlara toplumun sesi en çok çıkan kesimlerini tek bir cephede buluşturan bir dava. Bunu anlamak için bugünkü gazetelerin Hrant anması haberlerine bakabilirsiniz.
Bu büyük mutabakat, vicdani karar, davayı aynı zamanda siyasi bir mücadele alanına çeviriyor. Taraflar bu davada herkesin kınadığı katilin kim olduğu, suikasta kimlerin göz yumduğu üzerinden mevcut polis-asker, laik-antilaik kavgasını yürütüyor. Ergenekon operasyonunu dövmek isteyenler Ergenekon davasını yürütenleri bu dava üstünden köşeye sıkıştırmak istiyor. Ergenekon davasının destekçileri de bu davada, gerçeğin, sadece katili Ergenekon çıkaran kısmıyla ilgileniyor.
İşte dört yıl boyunca bu davada gerçeği örten esas perde bu dava üstünden yürütülen bu siyasi kavgadır.
Hrant Dink cinayetinde Polis’in mi Jandarma’nın mı daha çok ihmali olduğu konusunda süren kavga da artık beni hiç ilgilendirmiyor.
Çünkü ihmal tartışması en baştan bu cinayeti bu üç serserinin yaptığını kabul ediyor.
Ben Hrant Dink’in ölüm emrini veren gerçek katillerle ilgileniyorum.
Bu kavgaya kurban edilmemesi gereken çok önemli bir fotoğraf buldu Adem Yavuz Arslan. Fotoğrafın bir tarafında Hrant Dink’in ölmeden önce yazdığı ihbar mektubunda, davalarına gelip gitmeye başlamasından sonra en çok korktuğunu söylediği, kardeşinin “o geldi ardından kurşun geldi” dediği Veli Küçük, öteki tarafında cinayeti bilip bir şey yapmamaktan yargılanan Ogün Samast’ın neden Trabzon’a dönmek istediğini açıklarken “Oradaki Jandarma’yla aram iyiydi” dediği Trabzon Jandarması’nın başındaki Ali Öz var.
Jandarma’nın, “fotoğraf, Bilecik Jandarma Komutanlığı’nda ve olaydan sekiz ay sonra çekildi” demesi de fotoğrafın devletin çıplak göründüğü fotoğraflarından biri olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
İşte bu fotoğraf güya Hrant Dink davasına önem veren gazeteler tarafından yok sayıldı, görmezden gelindi. Henüz ortada Jandarma’dan yapılan bir açıklama bile yoktu. Benzer yok saymaları Ergenekon karşıtı medya da Dink suikastında polisle ilgili ihmal haberlerinde gösterdi.
İşte bu cepheci bakış, böyle tarihî bir fotoğrafı görünce “Hay aksi yine şimdi askeri suçlayacaklar” refleksleri Hrant Dink davasında gerçeğin ortaya çıkmasına engel oluyor.
Bir bebekten katil yaratan karanlık, dört yıldır aydınlatılamadı. Bana öyle geliyor ki bu ülkedeki siyasi savaşın tarafları en azından Hrant Dink konusunda ateşkes ilan ederlerse dört yıldır Şişli Halaskârgazi Caddesi Sebat Apartmanı önünde yatmakta olan o yırtık ayakkabılı adamın bir güvercin tedirginliğinde etrafımızda dolaşan ruhu huzura erecek.
***
KCK davasındaki kilidi çözecek 50 sayfa
Artık kaç kişinin umurunda KCK davası bilmiyorum. Bir önceki davada 40 bin kişi Adliye önüne toplanıp, bir grup da Adliye’yi basmaya çalışmasa bu davada olup bitenle yeniden kimse ilgilenmeyecekti.
Hâlbuki KCK davası 2011 seçimlerine giden Türkiye’nin önünü açacak ya da kapatacak en ciddi kilitlerden biri. Yarın o mahkeme önünde daha büyük kalabalıklar birikebilir, homurtu sesleri daha büyük tepkilere neden olabilir.
Geçen hafta KCK davasındaki sanık avukatlarıyla konuştum. KCK davasını kilitleyen Kürtçe savunma talebinin kamuoyunda ne kadar yanlış anlaşıldığından şikâyetçi avukatlar.
Esas olarak Kürtçe savunma talebi şu: Mahkemede 50 sayfalık Kürtçe ortak bir savunma okumak. Daha sonra bu yazılı savunmanın Türkçesi de okunacak. Ve bu savunma okunduktan sonra davadaki tüm sorgular ve savunmalar yine Türkçe yapılacak.
Türkçesi de okunacak 50 sayfalık bir Kürtçe savunma...
Davayı ve Türkiye’yi kilitleyen bu...
Dün bu davayı yakından izleyen pek çok kişiye bunu daha önce bilip bilmediklerini sordum. Pek çoğu KCK davasında Kürtçe savunmanın sadece 50 sayfalık Kürtçe bir metnin okunmasından ibaret olduğunun farkında değillerdi.
Kürtçe savunma talebinin bu kadar yanlış anlaşılması bir ilgisizlikle açıklanamaz. Davanın böyle kilitlenmesinden siyasi beklentisi olan her iki kesimin de talebin muğlâklaşmasında, anlaşılmamasında rolü var.
Avukatlar defalarca mahkemeye talebin bu 50 sayfalık metnin okunmasıyla sınırlı olduğunu hatırlattılar.
Kürtçe savunma hazır.
Siz de çözüme hazırsanız...
TARAF
YAZIYA YORUM KAT