Sizin Farklı Tanımlamanız Türklüğü Etnik-Ulusal Bir Tanımlama Olmaktan Çıkarıyor mu?
Ant tartışmasına ilişkin yazısında bir yandan etnik kimliğin dayatılmasını yanlış bulduğunu söyleyerek tutarlı bir yaklaşım serdeden İsmail Kılıçarslan, öte yandan kendine has bir Türklük tanımı yaparak konunun muğlaklaştırılmasına katkıda bulunmuş.
Yeni Şafak yazarı İsmail Kılıçarslan Danıştay’ın ant kararının tepemizde çirkin bir heyula gibi dolaşan Kemalist zorbalığa dikkat kesilmeyi gerektirdiğini hatırlattığı yazısında ant metninin nasıl bir ırkçı zorbalık içerdiğini vurgulamış. Ne var ki, aynı yazıda Türklük kavramının etnik bir çerçeveye sıkıştırılamayacağını da ifade eden yazar buradan kalkarak Türklüğü Müslümanlıkla iç içe tanımlama yaklaşımına paralel bir tavır sergilemiş. Oysa bu mantıkla hareket edildiğinde bir başkası da “Kürtlük bizim nezdimizde saf manada Müslümanlıktır” ya da “Araplık bizim kültürümüzde İslam’dan başka bir manaya gelmez” vs. tezlerle her türlü ulusalcılığı, ırkçılığı meşrulaştıracak olursa ne söylenebilir?
İsmail Kılıçarslan’ın Yeni Şafak’taki yazısı (23 Ekim 2018) şöyle:
Andımız, Öğretmenimiz, Kemalizm’imiz!
Cumartesi gün, 2. Batman Kitap Fuarı’nın konuğu olarak kadim dostum Muhammed Berdibek ile şehirdeydik.
Yaklaşık 1,5 saat süren çok hoş bir konferans gerçekleştirdik Batmanlılarla. Ayakta durmaya zorlanacak kadar hasta olmama rağmen günün sonunda “iyi ki geldim” dediğim bir güzellik hissiyle doluydum.
Konferansta yaşanan bir durum hariç…
Bir genç kız “ben etnik olarak Kürdüm. Her sabah andımızı okuyarak büyümek çok tuhaftı. Siz andımız hakkında ne düşünüyorsunuz?” diye sorunca bir başka dinleyici mikrofonu kapıp “Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağıyla bağlı herkes Türk’tür. Andımızdan rahatsız olmamalısınız” dedi.
Benim cevabım şöyle oldu: “Etnik olarak yarısı Kürt yarısı Türk biri olarak Türk olmaktan gurur duyduğumu söylemeliyim. Dolayısıyla ‘Türk tanımı’ bence etnik bir tanım değildir. Andımız gibi Türk tanımını bir etnisiteye indirgeyen ırkçı bir metnin çocuklarımıza okutulmasına ise karşıyım.”
Hem vakit darlığından hem de salonda gerginlik çıksın istemediğimden meseleyi bu cümlelerle cevaplamakla yetindim. Ancak burada biraz daha açmak isterim.
Benim andımız metnine temelde karşıtlığım dönemin Avrupası’nda yükselen faşist dalgaya öykünerek kaleme alınmış ırkçı bir metin olmasından kaynaklanır. Türklük meselesini ırka, etnisiteye dayalı daracık bir kavram haline getiren bu metnin en sorunlu gördüğüm cümlesi ise -sonradan metinden kaldırılan- “Ey bugünümüzü sağlayan ulu Atatürk” cümlesidir.
Türkiye’nin 1930’lu yıllardan bugüne en büyük sorunu, son derece eklektik ve zorba bir ideolojik yönelim olan Kemalizm’dir. Kurduğu vesayet düzeniyle “makbul vatandaş” tanımı dışında kalan tüm toplumsal kesimleri hizaya getirmeyi marifet sayan Kemalizm tüm toplumsal kesimleri “eşit yurttaş” saymayı reddettiği sürece de bu görüşüm değişmeyecektir.
Görünen o ki yılın 2018 olması, Kemalist vesayet konusunda hiçbir şeyi ortadan kaldırmamıştır. Çirkin bir heyula gibi tepemizde dikilen Kemalizm, her fırsat bulduğunda temelinde var olan “ayrımcılık” yaklaşımını üzerimize boca edecektir.
Yeri geldi söyleyeyim. Sosyal medyada şurada burada dolaşıma sokulan ve “Müslümanım” diye başlayan alternatif andımız metinlerine ise sadece kahkahalarla gülmekle yetiniyorum. Kemalizm yerine Kemalizm ihdas etmeye çalışana gülünür çünkü sadece. Zorunlu din dersine niçin karşıysam andımıza da o sebeple karşıyım anlayacağınız.
Türkiye bir ülkedir. Türkiye’ye vatandaşlık bağıyla bağlı insanların Türk olmak gibi bir mecburiyetleri olmadığı gibi “kendilerini Türk hissetmek” gibi bir mecburiyetleri de yoktur. Müslüman olmak meselesinde de bu böyledir. Ve benim de yürekten katıldığım “Türk Müslümandır” ve “Türklük kanla değil kâfire karşı koyma cesareti ile belirlenen bir kavramdır” önermeleri bu durumla asla çelişmez.
15 Temmuz gecesi ölmeyi göze alarak benimle yan yana kâfire karşı koyan Suriyeli, Nijeryalı insanların Türkiyeli olup olmamaları önemsizdir böylece. Onlar, sosyolojik tanım gereği Türk’türler benim için.
Dağılmasın mesele… Kemalist vesayet düzeneği diyoruz değil mi? Anıtkabir’de Atatürk’e hakaret eden kızı hatırlayacaksınız. Hemen içeri aldılar. Aylarca yattı. Sonra mahkûm oldu ama cezası ertelenerek serbest bırakıldı. Çünkü yasa var bununla ilgili. Yani hukuk, Atatürk’ü koruyor. Bence ne Atatürk ne de başkası yasayla korunamaz ama bu bahsi diğer.
Kemalizm’in “makbul vatandaş” tanımına cuk diye oturan bir öğretmenle tanıştırayım sizi. Adı Kadriye Kaya Şerbetçi. Bir rakı sofrası fotoğrafının altına şunu şöylece yazmış: “Masaya oturduğu halde içmeyenlerden mezenizi esirgemeyin. Biz, onları (size) şoförlük etsin diye gönderdik. Şüphesiz ki (onlar) sizi çevirme gazabından koruyacak olanlardır, ama (siz) bunu göremezsiniz. Çevirme Suresi 56-57”.
Tabii ki Anıtkabir’deki kız örneğinde olduğu gibi tutuklamadılar Şerbetçi’yi. Hatta Milli Eğitim Bakanlığı bir soruşturma da açmış değil bildiğim kadarıyla. Açar mı, onu da bilmiyorum. Fakat bir şey biliyorum. Anıtkabir’deki kızın ettiği hakaretler Şerbetçi’nin ettiği hayasızlığı yanında tüy hükmünde kalır.
İşte benim “Kemalist vesayet” dediğim tam da budur. “Makbul vatandaş tanımı” dediğim tam da budur. Kemalist vesayetin şımarık bir dışavurumundan ibaret olan andımızla bilmem neyle uğraşıp durmak yerine, bu vesayetin kendisiyle uğraşıp kökünü kurutmadan “muasır medeniyetler seviyesi”ne çıkmamızın bir yolu yoktur.
HABERE YORUM KAT