1. YAZARLAR

  2. SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

  3. ‘Sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor, n’apalım?’
SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

Yazarın Tüm Yazıları >

‘Sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor, n’apalım?’

19 Eylül 2022 Pazartesi 17:01A+A-

İkinci Dünya Savaşı sonunda Hitler Almanyası’nın ve Japon liderlerinin yargılandığı ve savaşın ‘Amerika, Sovyet Rusya, İngiltere , Fransa gibi gaaliblerince Almanya- Nürnberg’de ve Tokyo’da kurulan Savaş Mahkemeleri’nde, Alman yetkililerle; -İmparator hariç- Başbakan Tojo ile Japonya’nın en üst diğer sorumlularının yargılanıp ‘kurşuna dizildikleri’ yargılamaların, hukukun genel  kurallarına uygun olmadığı ileri sürülürken;  Mahkeme Başkanları’ndan ‘Ne yapalım, sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor.’ cevabı geliyordu.

Böylesine kukla ve verilen emri yerine getiren hâkimlerin verdiği hükmün ne kadar âdilâne olacağını izaha gerek yoktur.

Nurnberg ve Tokyo’daki o düzmece mahkemeler, bizde, M. Kemal’in, ‘İhtilâl hukuku,  diğer bütün kanunlardan üstündür’ sözüne göre yargılayan ‘İstiklâl Mahkemeleri’ ve de Yassıada’da 27 Mayıs 1960 İhtilâli’nden sonra kurulan ‘Yüksek Adalet Divanı’ diye anılan düzmece mahkeme gibiydi.  O -sözde- mahkeme başkanı olan Sâlim Başol isimli kişi, savunma yapan Adnan Bey’i de sık sık azarlıyor ve,  N’apalım; sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor..’ diyor; Yere düşmekle cevher, sâkıt olmaz kadr’u kıymetten..’ diyen avukatının itirazlarına ise, İstanbul Barosu’ da, o avukatı  Baro’dan atmak için işlem başlatarak karşılık veriyordu. Yargılamayı takib eden yüzlerce izleyiciler de, yargılananları koro halinde protesto edebiliyor veya savunmalara kahkahalarla gülüyorlar;  o uyduruk mahkeme de o sahneleri ‘anlayışla’ karşılıyordu.

Yassıada’nın kumandanı olan albay ve diğer subayların ise, Adnan Menderes de dahil, sanıklara yumruk ve tekmelerle saldırdıkları, çok çeşitli canlı şahidlerin anlattıklarıyla sabittir.

Başvekil Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüşdî Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ın idâm edilişlerinin 61. yılını geride bıraktık, 16-17 Eylûl günlerinde.. Yassıada’da idâm kararı verilen 15 kişiden 12’sinin hükümleri, müebbed / ömür boyu hapse çevrilmiş, sadece bu 3 isim idâm olunmuş; o ‘müebbed’ler de, 4 sene sonra serbest bırakılmışlardı. (Bazı ünlü masonlar, ‘Bu üç kişi de mason olsalardı, asla asılamazlardı..’ demişlerdir, doğru mudur, yoksa bir güç gösterisi midir; bilmem..)

*

Dârağacına, Polatkan’ın kendisini kaybetmiş vaziyette, sürüklenerek çıkarıldığı,  tevatür halinde söylenmiştir.

Fatin Rüşdî ise, abdest alıp, iki rekât namaz kılarak ve annesiyle refikasına ve kerimesine hitaben, ‘Sizlere utanmıyacağınız bir isimden başka bir şey bırakmıyorum..’ gibi satırların olduğu uzunca bir mektub yazıp, çıkar dârağacına;  İmralı adasında..

Ali Adnan Beye gelince.. O da, İmralı’ya götürülürken,  ‘İnfazın yapılmaması şeklinde Ankara’dan bir emir gelebilir..’ korkusunu taşıyan ihtilâlci generallerden, o zamanlar bazılarının ‘Güvetürk’ dediğimiz kemalist general’in, ‘motorda bile bir dârağacı kurdurduğu’  70’li yıllarda matbuatta yazıldığında, o kişi yalanlamamıştı. 

Adnan Bey, idâm edileceğini tahmin eden ve darbeci subayların eline düşmemek için, ‘uyku uyuyamıyorum’ diye önceden alıp, yastığının içinde biriktirdiği uyku haplarını içerek, intihara teşebbüs eder. Komada iken farkedilip, midesi yıkanır, tedavisi yapılır ve 2 gün sonra uyanır. Menderes  uyanır uyanmaz, hemen idâm hükmünü infaz edecekler. Ama, ‘sağlıklı’ raporu verilmesi gerekiyor.

İstanbul-Çapa’daki Tıb Fakültesi’nin Psikiatri hocalarından (CHP’li olduğu bilinen) Ord. Prof. Dr. İhsan Şükrü Aksel’den istenir, rapor..  O, ‘komadan yeni çıkmış birisine ben sağlam rapor veremem..’  diyecek kadar dürüst bir tavır sergiler. Bunun üzerine, ‘Menderes’in dostu’ olarak bilinen Prof. Dr. Sedat Tavat’tan istenir o rapor.. O korkar ve  etrafında, Tıbbiye’den yeni mezun olmuş, 6-7 tabib-teğmenle birlikte muayene eder. ‘Aç ağzını! ‘Aaaa’ de!’ gibi mâlûm boğaz muayenesinden sonra.. Bitkin vaziyetteki Menderes’i küçük düşürmek için, etraftaki subayların gülüşmeler arasında, bir de, -nasıl yapıldığı bilinen- ‘prostat’ muayenesi yapılır; ve ‘Sağlıklıdır’ raporu verilir. (O sırada orada sırıtan subaylardan birisinin, 20-30 yıl sonralarda, MİT Başkanı da olan bir Org. olduğu açıklanmıştı.)

Adnan Bey, ayakta duramayacak haldedir ve, ‘tuvalet ihtiyacı olduğunu’ söyler, ama izin vermeyip, bir teneke getirtip, üzerine oturturlar, ‘Yap haydi..’ diye.. Adnan Bey, ‘Utanıyorum, n’olur müsaade buyrunuz!’  dese de izin vermezler. Ve bir gün ortasında, uzun bir beyaz gömlek giydirilmiş olarak, dârağacına yürür.  

İdâm edilenlerin cenazelerini vermedikleri gibi, en azından kaatillerinden, cellâdlarından daha şerefli ve de mazlûm o üç insan İmralı’ adasında defnedilir ve 30 yıl aileleri bile, sevdiklerinin mezarlarına gidemezler.

Bu satırların sahibi, o zaman Konya’da Devlet Hastahanesi’nde idi. Büyük kitlelerin gizlice gözyaşı döküşlerine ve Konya’nın bazı mahallelerinde ise, mâlûm partililerin bu ‘idâm’ı, ‘davul-zurna’yla kutlayışlarına bizzat şâhid oluyordu.

*

Menderes’in başına dikilen muhafız subaylardan birisi de ‘Deli …’  lâkablı  birisiydi.  Onun anlattığına göre, Adnan Bey, o ağır baskılar zamanında, avucunda taşıdığı ve arabça yazılı küçük bir kağıdı açar, okurmuş..

O kâğıt yıprandıkça, Adnan Bey,  yeni kağıt ister ve önceki yazılı kağıtları da ‘Yüzbaşı beyefendi, bu kağıdı çöpe atmayın, ayak altında düşebilir, yakın!.’ dermiş. Bu kağıtları biriktiren Yzb. ise, 1990’lı yıllarda hâtıralarını anlatmış ve o kağıtların fotoğrafını da yayınlamıştı.  Adnan Bey’in hattının bayağı güzel olduğu, o yıpranmış kağıtların fotoğraflarından bile anlaşılıyordu. Hepsinde de, Baqara Sûresi’nin, ‘Allah kişiye ancak gücünün yeteceği kadar yükler..’  meâlindeki,  ‘Lâyukellifullahu nefsen illâ vus’aha..’ diye başlayan son âyeti yazılıydı.

*

Meclis’in ‘Darbeleri Araştırma Komisyonu’na verdiği ifadede, 27 Mayıs 1960 Darbesi’nin gerekçesi olarak, ‘Ezânı arabça okutması bile yeterli meşru sebeptir..’ diyen eski bir Gn.Kur. Başkanı (İ. H. Karadayı) adında bir Org. bile geçmiştir, bu cinayetler sahnesinden..

Ve.. KK Bey de, 17 Eylûl günü, Adnan Menderes’in kabrine çiçek bırakmış.. İçinde ve başında bulunduğu siyasî hareket ve ülkenin en büyük cemaati olan 100 yıllık kemalist -laik cemaat, asırlık tahakkümlerinin ana fikir ve çizgilerinden döndüklerini açıkladı mı ki?

Müslüman halkımızın, 100 yıllık direnişini hâlâ, basit bir karşı çıkış sanıyorlar, galiba..

*

Merhûm Adnan Menderes ve 2 dârağacı arkadaşı Fatin Rüşdî ve Hasan Polatkan’ların ruhları için, dualarla..

*

Star

YAZIYA YORUM KAT

4 Yorum
  • Selahaddin E. Çakırgil / 21 Eylül 2022 12:59

    Bir mümin imzalı yorum sahibine: Mâdem ki, geçmişe atıfta bulunuyorsunuz, orada söylenenlerin övmek veya yermek hedefli olmadığını doğru yansıtmalıydınız.. 19 Eylûl 2021 tarihli o yazıda ilgili kısım şöyleydi:
    '...Devlet Bey’in, laiklik ve geçmiş laik uygulamaları konusundaki ve bütünüyle katıldığım ilk beyanatıyla tezad teşkil eden bu beyanını karşılaştırınca, nerede durduğunu ve duracağını anlamakta zorlandım, doğrusu... Çünkü, Devlet Bey, -özetle- ‘Bilinmelidir ki, ne dinimize laf söyletiriz, ne de Cumhuriyet’in laiklik sütununu kırdırırız.’ diyordu..
    Cumhuriyet’in ‘laiklik’ diye bir sütunu yoktu, 1937’de devreye sokuldu.. Böyleyken, nasıl geçmişi yansıttığını kendi ilk beyanatında açıklayan Devlet Bey, sonrasında ise, o geçmiş 100 yıla yaklaşan laik uygulamaya sahip çıkar gibi veya ‘cici bir laiklik’ varmışcasına başka bir kapı aralamaya çalışıyor havası veriyordu.
    Hem Ebû Cehl’in, hem de Hz. Peygamber (S)’in takipçilerini memnun etmeye çalışmak gibi bir tablonun ortaya çıkmasını herhalde Devlet Bey de istemiyordur.
    *
    Bu vesileyle, bir hâtıramı aktarayım.. 1974 yılında Alpaslan Türkeş, o zaman yazdığım gazete olan ‘Bâb-ı Âli’de SABAH’ı ziyarete geldiğinde, ‘laiklik’ konusundaki görüşlerini genel olarak şahsen bilsem bile, gazetenin yönetici ve yazarları birlikteyken, bir daha belirtmesini’ istemiştim. Türkeş, bizi o akşam Ataköy’de vereceği bir yemeğe davet etmiş ve cevabı orada vereceğini söylemişti.
    Akşam gittik..
    Türkeş’in sağında Ahmed Kabaklı olmak üzere, 30-35 kişilik bir grup.. Edebiyat Fakültesi’nden Prof. M. Kafalı ayran içerken, ‘Başbuğum, kendimi Ötüken Ormanı’nda kımız içen birisi gibi hissediyorum..’ deyince tebessümleraçmıştı bazı yüzlerde, ama, Türkeş hiç tebessüm etmedi ve tam karşısında olan ‘fakir’i göstererek; ‘Sabahleyin bu genç kardeşim bana laiklik hakkındaki görüşümü sordu.O zaman fırsat yoktu, şimdi söyleyeyim.. Laiklik, yani, buzağıyı ineğin altından zorla uzaklaştırıp, domuzun memelerini istemek gibidir.’ demişti.
    Bunu o zaman da, sonra da çeşitli vesilelerle yazdım.
    *

    Yanıtla (0) (0)
  • Bir mü'min / 20 Eylül 2022 21:20

    Selahaddin Ağabey geçen sene de çok duygu yüklü bir yazı yazdı, merhumun idam edilişi vesilesiyle. Bir sonraki yazısında da (yanılmıyorsam bir gün sonraydı) Adnan Menderesi asan darbecilerin darbe ilanını okuyan Türkeşi övdü. Kendisi laiklik öküzün altında buzağıyı aramak gibi bir şeymiş falan demiş. Yani laikliğe inanmıyormuş. Peki o kişi hayatı boyunca laikler gibi yaşamadı mı? Adnan Menderes ve arkadaşlarına yapılan zulme hiç karşı mı çıktı?

    Yanıtla (0) (0)
  • Hasan Baran / 20 Eylül 2022 17:10

    Bu zulümde Türkeş'in de rolü büyüktür.

    Yanıtla (0) (0)
  • Muammer Yıldırım / 20 Eylül 2022 08:19

    Rabbim bu mazlumların makamını Cennet eylesin. Zalimleri de hem bu dünyada hem de ahirette rezil rüsvay eylesin.

    Yanıtla (0) (0)