Siz Seyirci Kaldıkça İdlib de Düşer, El-Bab da
Yazısında emperyalist işgalcilerin İdlib’i işgal niyetlerini değerlendiren Merve Şebnem Oruç, Türkiye’nin Halep’te olduğu gibi salt izleyici pozisyonda kalması durumunda sıranın bugün İdlib’e, yarın El-Bab’a geleceğini söylüyor.
Merve Şebnem Oruç’un konuyla ilgili bugünkü Yeni Şafak’ta (3 Ağustos 2017) yayınlanan “İdlib’den Sonra Sırada El Bab Var” başlıklı yazısı şöyle:
Türkiye Suriye ve Irak’la ilgili düşüncelerini ve tavrını uzun süredir dile getirmekte. Ankara Bağdat’taki Maliki yönetiminin mezhepçi yaklaşımının Irak’ı nasıl bir geleceğe sürükleyebileceğini de söyledi defalarca, Şam’daki Esad rejiminin kanlı bastırma hamlelerinin ülkeyi nasıl bir hale getireceğini de...
Haklı çıktı çıkmasına ama sözü dinlenmediği gibi bir de günah keçisi oldu. Daeş terör örgütü, Irak’ın doğusundaki kurak topraklarda yok olmaya yüz tutmuşken küllerinden doğdu, Suriye’de muhalifleri dağıtıp ellerindeki toprakları alarak güç toplayıp Irak’a döndü, Musul gibi Irak’ın ikinci en büyük kentini dahi ele geçirebildi.
Mezhepçi bir savaşın ortasında sözde cihad, devlet, hilafet iddiasıyla ortaya çıkan El Kaide uzantılı bir yapılanmanın Rakka, Deyrezzor, Musul gibi Sünni yoğun kentleri ele geçirmesinden sonra Şam gibi, Nusayri/Şii yönetimlerin elindeki bölge ve şehirlere yönelmesini beklerdiniz. Öyle olmadı. Daeş yüzünü kuzeye, Kürt yoğun bölgelere çevirince bölgede yeni bir perde açıldı. Sahneye Batı medyasınca PR’ı çok iyi şekilde yapılan PKK’nın sürülmesinin zamanı gelmişti.
Bugün, güya DAEŞ’ten özgürleştirilen Musul’dan Iraklı askerlerin itirafları yayılıyor: “Herkesi öldürdük,” diyorlar, “DAEŞlileri, erkekleri, kadınları ve çocukları...” İnsanlar damlardan atılıyor; kazıklara bağlanıp yakılıyor; DAEŞli olduğu için bile değil, “Saddamcı”, “Sünni” denilerek gırtlaklarından yüzlerce kez kör çakılarla bıçaklanıyor. ABD artık ‘embedded’ gazeteciye bile ihtiyaç duymuyor Irak’ta yol açtıklarının duyulmasını engellemek için. Acıklı bir şekilde “Musul’un yeniden inşası” konuşuluyor yüzlerce insan öldürülürken.
Öte yanda Rakka’da Musul’dan hiç de farklı olmayan bir tablo yaşanıyor; yüzlerce sivil Daeş’ten kurtarılmayı beklerken ağır hava bombardımanlarında ölüyor ve haber bile olmuyor. ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi, pardon George W. Bush döneminden beri adını hiç de iyi anmadığımız “Kürdistanlı Lawrence” Brett McGurk çıkıyor ve bir açıklama yapıyor: “Rakka’nın yüzde 40’ı Daeş’ten temizlendi.” O kadar... Dünya rahat bir nefes alıyor.
Türkiye, bir süre önce güney sınırındaki istikrarsızlık ve terör tehdidi kontrol edilemez boyuta erince, müttefik zannettiklerinin ‘başka’ planları alenileşince kırmızı çizgilerini yenilemişti malum. Sınırında ne bir PKK devletine ne de bir başka terör yapılanmasına izin vermeyeceğini açıkça vurgulamıştı. Fırat Kalkanı Harekatı bunun açık bir göstergesiydi, El Bab’a kadar indi ve planlanan PKK koridorunun önünü bıçak gibi kesti.
Ama öte tarafta Halep de düşmüştü artık, Suriye’de yeni bir süreç başlamıştı. Türkiye Pazartesi gecesi tvnet’te yayınlanan Karşı Karşıya programıma konuk olan Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın da yinelediği gibi, “Suriye’deki değişikliklerin, Suriye halkının meşru talepleri doğrultusunda yapılmasına taraftar” hala, ama yarısından fazlası mülteci konumuna düşen Suriyelilere vebalı muamelesi yapmaktan, insan olduğunu unutan uluslararası toplumun kulakları da vicdanları gibi kapalı hala.
Müttefiklerinden yana hayal kırıklığına uğrayan Türkiye, geçtiğimiz yıl Rusya ile Suriye konusunda masaya oturdu ve görüşmelerden önce ateşkes, ardından Astana görüşmeleri ve nihayetinde İran’ın da katıldığı, sonrasına Trump yönetiminin de desteklediği ‘çatışmasızlık bölgeleri mutabakatı’ çıktı. 4-5 Mayıs’taki toplantıdan çıkan açıklama şuydu: “Toplantıda, ateşkes düzenlemesinin garantör ülkeleri olan Türkiye, Rusya ve İran arasında Suriye’nin İdlib vilayetinin tamamı, Lazkiye, Halep ve Hama vilayetlerinin belli bölümleri, Humus vilayetinin belli bölümleri, Şam/Doğu Guta bölgesi ve Dera ve Kuneytra vilayetlerinin belli bölümlerini kapsayan çatışmasızlık bölgeleri oluşturulmasına ilişkin muhtıra imzalanmıştır.”
Bu “tamamı” ve “belli bölümleri” diye tanımlanan yerlerin hepsi muhaliflerin kontrolünde olan bölgelerdi. Bugün İdlib hariç hemen hepsine baktığınızda Rus ya da İranlı askerlerin eskortluğunda Hizbullah ve rejimin gelip bölgeye yerleştiğini, muhaliflerin Esad’a karşı savaşmayı bırakmak zorunda kaldıklarını görebilirsiniz. Doğu Guta’daki en güçlü muhalif grup Ceyş-ül İslam dahi geçtiğimiz günlerde kendini lağvetti; bir zamanlar sadece ‘sakallı’ diye ‘radikal’ olarak etiketlenen savaşçıları, Ürdün-Irak sınırına yakın bölgede Allah-ü Ekber Tugayı'nın yaptığı gibi, Özgür Suriye Ordusu’nun ABD destekli kanadına katıldı. Aynı dönemde, CIA, Esad rejimiyle savaşan muhaliflere destek programını sonlandırdı.
Şaka gibi ama, Doğu Guta’da ilk ‘güvenli bölge’nin kurulduğu söyleniyor rejime yakın kaynaklarca. Bir başka güvenli bölgeninse Lübnan sınırında kurulduğu ilan ediliyor. Lübnan’da Hizbullah’ın korkunç işkencelerine maruz kalan bir milyon mültecinin zorla buraya gönderileceği Lübnan kaynaklarından anlaşılabiliyor. Ne yazık ki, dönerlerse Esad tarafından dönmezlerse Hizbullah tarafından yok edilecekler. Ne açılan mezarları olacak ne de yapılan haberleri.
Tüm bunlar olurken Nusra ağırlıklı Hareket Tahrir el Şam (HTS) ve Ahrar eş Şam arasında çıkan çatışmalar sonucu geçtiğimiz günlerde İdlib şehir merkezi HTS’nin eline geçti. Malum Nusra El Kaide’ye biatını geri çekmişti ama Türkiye dahil pek çok ülkenin gözünde hala bir terör örgütü. Halep’in muhaliflerin elindeki kısmını Nusra bahanesiyle yerle bir edenler, İdlib’deki HTS varlığına göz yumacak mı zannedersiniz? Aksine, zaten Halep düştüğü gün, bir yandan Halep’e yanarken öte yandan “Artık sıra İdlib’de...” dememizin sebebi bu fırsatı kollayacaklarını bilmemizdi. Zaten McGurk’ün Türkiye’yi suçlayan ve Ankara’dan çok sert tepki gören İdlib’deki El Kaide varlığına ilişkin açıklamaları malumun ilanı. Dün ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi’nin yaptığı “İdlib’deki durum sadece yabancı askeri önlemlere davetiye çıkarıyor” şeklindeki açıklamaları yakında olacakların göstergesi.
Peki, İdlib’i kim alacak? ABD destekli PYD mi? Rusya destekli rejim mi? Bu kadar ‘izlemede kaldığımıza göre’ o biz olmayacağız gibi. Peki İdlib de gidince sıra nereye gelecek? ‘El Bab’ diye zikretmeye gerek kaldı mı? Biz izlemeye devam edelim.
HABERE YORUM KAT