Siz Patlatın, Biz Ölürüz
Sakarya’da patlattılar, öldük. “Bu bize ders olsun” demenin ne denli büyük bir romantizm barındırdığını bilmek, çünkü asla ders alınmayacağını hissetmek bizim büyük çaresizliğimizdir.
İsmail Kılıçarslan, Yeni Şafak gazetesindeki yazısında Sakarya’nın Hendek ilçesindeki havai fişek fabrikasındaki patlamayı sorguluyor:
Yazıyı yazdığım saatte, Sakarya’daki havai fişek fabrikasında meydana gelen patlamanın kayda geçen can kaybı dört idi. İnşallah hiç olmazsa bu rakamda kalır kaybımız ancak haber bültenlerine bakacak olursak rakam bir miktar daha artacak.
Dün, hemen Sakarya’ya intikal eden ve olayı anlamaya çalışan, aktif olarak yapmasa da mesleklerinden biri “A sınıfı iş güvenliği uzmanı” olan çok kıymetli bir ağabeyimi arayıp sıcağı sıcağına bir değerlendirme aldım.
Şöyle dedi: “Son 10 yılda bu fabrikada biri ölümlü 4 patlama gerçekleşti. Elimizde hiçbir somut delil olmasa bile sadece bu veriden hareketle ‘ağır ihmal’den kuşkulanmamız gerekir.”
Türkiye’de “iş güvenliği” meselesi de, iş güvenliği sürecinin yönetilmesi meselesi de fazlasıyla karmaşık. Bilhassa “istihdam sağlıyorlar” cümlesi pek çok ihmalin, pek çok görmezden gelmenin “kılıfı” haline gelmiş durumda.
Sözgelimi Almanya gibi ülkelerde patlayıcı madde ile üretim yapan bir fabrikaya “sigara kullanmayan işçi alma zorunluluğu” getirecek kadar inceltebiliyorsunuz iş güvenliği meselesini. Çünkü oturmuş, zaman içerisinde kurallarını keskinleştirmiş bir “sistem”den söz etmeniz mümkün oluyor. Bizimki gibi “gelişmeye mecbur ve kalkınmacı ülkeler”de ise durum sürekli “ istihdam sağlama” üzerinden değerlendiriliyor.
“İş güvenliği kurallarına harfiyen uymam bekleniyorsa işçi çıkarmam lazım” cümlesini kuran patronları da duyuyoruz, “sen benim kim olduğumu biliyor musun?” kalıbına sığınan patronları da. Çünkü bizim gibi ülkelerde “patron” dediğin adam “öngörülebilir ve sürdürülebilir karlılık”larla iş yapma hedefi yerine “maksimum kârlılık” hedefiyle yürüyor yolunu. Maksimum kârlılık fiyattan temin edilen bir şey değil. Üretim maliyetinden temin ediliyor. İşçiye düşük maaş, hammaddede kalitesizlik, kuralları esnetebildiğin kadar esnetme derken sonuç ne oluyor: “On yılda dört patlama.”
Yani Sakarya’daki bu patlama durduk yerde, kendi kendine olmuş olsa bile (ki sıfır ihtimal bu) “ağır ihmal” neredeyse “varoluş sorunu” olarak duruyor orta yerde.
“Kral çıplak” dememiz gereken yere geldik. Dün Aile ve Çalışma Sosyal Güvenlik Bakanımız son derece doğal olarak “Elbette yıllık denetimlerimizi yaptık bu firmada” açıklaması yaptı. Elbette yapılıyor yıllık, hatta bazı işletmelerde daha sık aralıklarla denetimler. Fakat soru şu: Bu denetimlerin sıhhati nedir ve yaptırımları ne kadar etkilidir? Bu denetimler sonucu aslında kilit vurulması gereken kimi işletmelerin hataları “istihdamı baltalar” diyerek görmezden gelinmekte midir? Gelişmek zorunda olan, kalkınmacı ülkelerde “iş kazası” ve “ağır ihmal” kader midir?
Hadi somut örneği bir Anadolu şehrinden vereyim. Geçenlerde bu şehrimizde bir tekstil fabrikamız cayır cayır yandı. Kilometrelerce uzaktan fark edilen ve büyük maddi hasara neden olan yangında en büyük tesellimiz can kaybının yaşanmaması oldu. İnsanı kahreden detay ise şu: Uluslararası bir giyim markasına fason üretim yapan bu fabrika, yangından kısa süre önce o giyim firması tarafından iş güvenliği konusunda denetlenmişti. Bağımsız uzmanlar tarafından yapılan denetim sonucunda fabrikanın iş güvenliğini “D” kategorisi olarak sınıflandıran ünlü marka, o fabrikaya sipariş vermeyi bırakmıştı.
Sakarya’daki bu büyük patlama “geliyorum ha” demiş mi, demiş. Son 10 yılda biri ölümlü dört patlama gerçekleşmiş mi, gerçekleşmiş. O halde soru şu: Her patlamanın ardından neler yapıldı? Denetimler sıklaştırıldı mı? Denetimler sonucu “yapılsın” denilen hususların, “uygulansın” denilen tedbirlerin hayata geçirilip geçirilmediği titizlikle kontrol edildi mi? Misalen doğrudan patlayıcı ile çalışılan bu fabrikadaki işçilerin tamamına yakınının nasıl olup da asgari ücretle çalıştırıldığı meselesi gündeme geldi mi? İşçilerin mesai düzenleri kontrol edildi mi? Çevresel tedbirlerdeki en küçük ihmali görmezden gelmeyecek bir düzenek kuruldu mu?
Kusura bakılmasın ama bütün bunların yapılmadığını hepimiz o kadar iyi biliyoruz ki… Memleketin birçok yangın tüpü üreticisinin yangın tüpü satarken aynı zamanda tüplerin son kullanma tarihini uzatmak için yedek etiket verdiklerini o kadar iyi biliyoruz ki. İş güvenliği kurallarının yüzde ellisine falan uyan firmalara neredeyse ödül verildiğini o kadar iyi biliyoruz ki.
Dün Sakarya’da patlattılar, öldük. “Bu bize ders olsun” demenin ne denli büyük bir romantizm barındırdığını bilmek, çünkü asla ders alınmayacağını hissetmek bizim büyük çaresizliğimizdir vesselam.
HABERE YORUM KAT