Siz Naipaul'a layıksınız...
Hilmi Yavuz, "Hadi, Nobel'i ve Naipaul'u yayınevine tavsiye ettiğini göğsünü gere gere açıklayan Orhan Pamuk'u bir yana bırakalım, Avrupa Yazarlar Parlamentosu'nun Türkiye temsilcileri ve bu oturumda konuşmayı kabul eden yazar dostlarımız, Müslümanları, bunca hakareti reva görerek aşağılayan bu adamla yan yana oturmayı nasıl içlerine sindirecekler?" dediğine göre birileri mutlaka bu dolmuşa binecektir diye tahmin etmiştim...
Doğru tahmin etmişim ki, bir gazete haberinden Cihan Aktaş'ın bu dolmuşa alelacele bindiğini öğrendim.
Arkası gelir mi ya da çiçeği burnundaki parlamenter Cihan Aktaş toplantıya katılma konusunda tekrar ikna edilir mi bilemem ama meselenin "Naipaul'a layık olma" şekliyle kayıtlara geçeceğinden eminim.
Ki, bu "Başkent" klişesi altında kurulan "kültür-sanat" çarkının içinde sorgulamasız olarak yer almanın doğal bir sonucudur.
Örneğin, 2010 Avrupa Kültür Başkenti projesi kapsamında İstanbul Modern'de gerçekleştirilen "Gelenekten Çağdaşa Modern Türk Sanatında Kültürel Bellek" adlı "kitsch" sergi konusunda "tık" demeyen Hilmi Hoca'nın şimdi bu provokatif yazıyı neden yazdığı sorgulanmıyor.
Hilmi Hoca'nın konunun özünü değil teferruatını konuşma nedeni üstünde durulmuyor.
Konunun özü, "Avrupa Yazarlar Parlamentosu" ve buraya yerli yazar "atama fiili"dir.
Kurmadığım, üyelerini seçmediğim ve amacından emin olmadığım bir parlamento neden benim şehrimde toplanıyor?
Hadi diyelim Kurban'a denk geldi ve eniştem beni bu yüzden öptü...
Peki, Türkiye'den hangi yazarın parlamenterlik koltuğuna oturacağını kim ve nasıl belirledi?
Tamam, buna da "olmuş bitmiş işte" diyelim ve geçelim ama, "Büyük İskender'i parlamenter olarak atayanlar, Küçük İskender'i neden atamamışlar?" diye sormadan da olmuyor ki... Eğer "ölçü" kitap fuarındaki imza kuyruğuysa, Küçük İskender'in kuyruğu, Büyük İskender'in kuyruğundan üç misli daha uzundu...
Cihan Aktaş, belli ki parlamenter atanmanın heyecanıyla bunları soramamış, sorgulayamamış.
Toplantıya katılmama "nedeni"ne bakarsanız, bunları sormaya ve sorgulamaya da hâlâ niyeti yok ve onun tek meselesi Naipaul'un "erdemsiz bir kafir yazar" olması da değil, "onur konuğu" olması...
Tamı tamına şöyle diyor Cihan Aktaş: "Onur konuğunun kim olduğunu Hilmi Yavuz'un yazısını okuyunca öğrendim. Doğrusu, Naipaul herhangi bir yazar olarak çağrılı olsaydı yine de katılabilirdim toplantıya. Ancak 'onur konuğu', farklı bir mesaj bildiren, beni de yazar olarak, Müslüman olarak bağlayan bir sıfat. 17. yüzyılda Hindistan'da gerçekleşen, sayısız insanın ölmesine sebep olan Babür Camii'nin bombalanması hadisesinden 'yaratıcı tutku' (creative passion) diye bahseden bir yazarın onur konuğu olması bana ağır gelir. Her şeye rağmen edebiyat demiyorum, edebiyat benim için çok önemli olduğu halde. Doğrusunu isterseniz, onu çağıranlar da Naipaul'u iyi tanımıyorlar gibi geldi bana. Aksi halde davet ederken iki kez düşünürlerdi. Naipaul'un yazar olarak sahip olduğu konumu Hilmi Yavuz yazısında çok güzel anlatmış."
Yani Cihan Aktaş da Hilmi Hoca gibi konunun özüne değil teferruatına, inşasına değil süslemesine ilgi duyuyor.
Parlamentonun aidiyyetini, niteliğini ve amaçlarını sorgulamıyor; ben neden bu parlamentoda yer alıyorum, nedir benim bunlarla işim, ilişkim; beni parlamenter olarak atayanlar neden Fatma Karabayık Barbarosoğlu'nu da atamadılar diye sormuyor, sorgulamıyor.
Hilmi Hoca'nın yazısına güzelleme döşeyerek meselenin üstüne bir de "tüy dikiyor"...
Belli ki, Cihan Ataş'ın hoşuna gitmiş parlamenterlik...
Ah bir de onur konuğu şu musibet herif olmasaymış ya da en azından Hilmi Hoca onun Müslümanlara hakaret eden biri olduğunu ifşa etmeseymiş...
Hilmi Hoca, Naipaul'u ihbar etmeseydi ve Cihan Aktaş bu toplantıya katılsaydı ne olacaktı?
"Müslüman olarak bağlayan bir sıfat" Cihan Aktaş'ta vicdani bir yüke dönüşmeyecek miydi?
Daha geçen hafta yazdım: 2010 Avrupa Kültür Başkenti Projesi kapsamındaki etkinlikler aracılığıyla "görünmek", sakat bir görünme biçimidir.
Aradan bir hafta geçmeden Cihan Aktaş görünüverdi...
Kim ne derse desin, bu görünme biçimi "Müslüman" olmaktan kaynaklanan asil bir görünme biçimi değildir...
Niyetinden emin olmadığımız birinin dolduruşuna gelerek, "Müslüman yazarlık rolü" sergilemek asli olanı yapmak değil, sögüt gölgesine kumdan bir minare dikmektir.
Lütfen birbirimizi kandırmayalım...
Ne Hilmi Hoca, Cihan Aktaş'ı kandırsın...
Ne de Cihan Aktaş beni...
Burada "erdemsiz bir kafir olan Naipaul"un Müslümanlara hakaretinden daha fazla bir şey var...
Her biri potansiyel bir hakaretçi olan yazarların oluşturduğu bir parlamentonun varlığını kabul etmek ve onun içinde yer almak Naipaul'un onur konukluğundan çok daha vahim bir durumdur...
Olan oldu; hiç değilse bundan sonra entelektüel sindirim sistemi uzmanlarının "Siz Naipaul'a layıksınız" tespitini olsun boşa çıkarmak için oturup adam gibi düşünelim...
Yeni Şafak
YAZIYA YORUM KAT