Siz 'görev'den çekilin!
Gezi Parkı eylemcileri, haklı ve meşru bir taleple yola çıktı. Ancak çadır yakıp, ortalığı biber gazına boğan polis uygulamaları sebebiyle eylem çeperinden taştı ve ülkeye yayıldı. Ne var ki Gezi Parkı'ndan ülkeye yayılan dalga, tam anlamıyla zıddına inkılap etti. Ve bu dalganın üzerinde sörf yapmaya devam edenler, meseleyi Başbakan Erdoğan'ı devirmeye çevirdikleri için tarihî bir kışla, âdeta Başbakan Erdoğan'ın kellesini isteyenlerin parolası haline geldi.
Mevcut durumda, demokratların ağırlığını koymaya çalıştığı Gezi, tam bir istisna mekânıdır. Demokratik bir talep ve yöntemle başlayan eylemin, ülkenin geri kalanına yansıması İslâmofobik ve ırkçı ağırlıklı saldırılar ve sloganlar olmuştur. İstisnaların, kaideyi bozmadığı gibi, son kertede kategorik Ak Parti karşıtlığının da ülkeyi hem demokratikleşmeye hem çözüm sürecine hem de yeni anayasaya karşı durmaya yol açtığı tekrar ortaya çıkmıştır.
Gelelim Gezi'nin diğer 'gazcı'larına...
Ahmet Altan, suskunluğunu Gezi için bozdu ve 'No pasaran' başlıklı bir yazı kâleme aldı. Altan, 'Bundan sonra Erdoğan'a geçit yok' temalı yazıda Başbakan'ı, İspanyol diktatör General Franco ile kıyasladı.
Meğer milliyetçiliği ayağının altına alan Erdoğan, İspanyol milliyetçiliğini ırkçılığa evrilten Franco'yla aynıymış.
Meğer parlamenter sistemde üç kez demokratik seçimlerle başa gelen Erdoğan, darbeyle başa gelip devletin tüm yetki ve erkini elinde toplayan General Franco'yla aynıymış.
Meğer darbecileri yargılatan, General Evren'e tenzili itibar yapılmasını sağlayan Başbakan Erdoğan, darbeci General Franco'yla aynıymış.
Meğer arka arkaya yargı paketleri çıkartıp ağır hukukî uygulamaların bunaltıcı havasını dağıtmaya çalışan Başbakan Erdoğan, tüm muhaliflerini hapse dolduran, işkence ettiren General Franco'yla aynıymış.
Meğer, polis merkezlerinde işkenceyi bitme noktasına getiren, faili meçhul çetelerini dağıtan, Dersim Katliamı için özür dileyen, insanlar ölmesin diye Öcalan ile müzakereleri başlatan Başbakan Erdoğan, öldürdüğü insan sayısı 15.000 ila 50.000 kişi arasında değişen General Franco'yla aynıymış.
Meğer, diktatörleşen tüm devlet adamlarına karşı demokratik sistemi savunan Başbakan Erdoğan, Hitler'le yakın ilişki kuran General Franco'yla aynıymış.
Meğerleri çoğaltmak mümkün ama aydın sıfatını taşıyan bu isimlerdeki Erdoğan nefretini anlayabilmek için toplumsal psikoloji uzmanlarına başvurmaktan öte çare yok.
Ahmet İnsel de, mevcut olayları 'haysiyet ayaklanması' olarak değerlendirmiş. Başbakan Erdoğan, gençlerin haysiyetine dokunmuş ve o yüzden sokağa dökülmüşler. Başbakan Erdoğan'ın 'yüklü' kelimeleri kullanmasının böyle bir etkisi olabilir, doğrudur. Ancak insan ister istemez, 'Biz ya insan değiliz ya da haysiyetsiziz galiba' diye düşünüyor.
Öyle ya, 28 Şubat sürecinde, üniversitelere alınmayarak üsluptan çok 'esas'tan haysiyeti ayaklar altına alınan başörtülü kadınlar olarak Gezi'yi değil de örneğin ikna odaları merkezi İstanbul Üniversitesi'ni işgal etseydik, mütedeyyin kesimler de buna destek verseydi, alanda Bülent Ecevit, Süleyman Demirel ve benzeri liderlere küfür yazılı pankartlar olsaydı, merkez medyanın araçlarını vandalize etseydik, ambulans, araba ve iş yerlerini ve hatta mesela CHP parti binalarını yakıp yıksaydık, alan dışındaki başı açık kadınlar darp edilseydi, hakarete uğrasaydı, göstericilerden kaçarken çocuğunu düşürseydi de medya bunları görmezden gelseydi, aydınlar çıkıp 'Ama gençlerin haysiyetiyle oynandı' diyecek miydi?
Bunların hiçbiri yapılmadı ama şu yapıldı: Ak Parti, yıllar sonra anayasada bir değişiklik yaparak, hukuk içerisinde bir düzenleme getirmek istedi. Ve o zaman Ahmet İnsel'in de içinde olduğu seküler-latent Kemalist bir grup aydın ne yaptı? 'Başörtülü kadınların haysiyetini çiğnediğiniz yeter!' mi dedi? Ne gezer... Bilakis 'Hem özgürlük, hem laiklik' diye bir bildiriyle çıkıp, başörtülü öğrencilerinin okula alınması sanki laikliğe gölge düşürecekmiş gibi endişeli modern kaygı düzeyini artırdılar. Üç ay sonra da Ak Parti'ye kapatma davası açıldı.
Hakkını yemeyelim, Erdoğan üzerinden demokrasiye 'balans ayarı' yapmanın kitabını yazan ise Şahin Alpay oldu. Postal altında ezildiğimiz 28 Şubat günlerinde, merhum Erbakan için 'padişah müsveddesi' yazan Alpay, 'Başbakan değişmeli' başlıklı yazısında da Başbakan Erdoğan'ın sağlık sorunları ve yorgunluk sebebiyle görevden çekilmesi gerektiğini yazdı. Evet, demokrasi yalnız sandık değildir. Ama sandığa saygı, demokrasinin birincil şartıdır. Sandık yoksa, sandıktan çıkan iradeye saygı yoksa, demokrasi de yoktur. Bugüne kadar başımızdan gelip geçen ve halk kesimlerini açıkça dışlayan, hedefe koyan, had bildiren ve hatta Suudi Arabistan yolu gösteren hiçbir lidere 'Artık çekil' diyememişlerin, bu anti-demokratik cüretkârlığı Başbakan Erdoğan'a göstermelerinde çok hikmetler vardır elbet...
Ya da belki de Alpay'a anlayış göstermek gerekir. Elli yıldır aynı meselelere kafa yormaktan yorgun düşmüş olabilir. Görevi bırakması, sanırım hem kendisi hem de memleket için daha hayırlı olacaktır.
YENİ ŞAFAK
YAZIYA YORUM KAT