Siyonizm Eleştirisi Semih İdiz'i Çok Üzmüş!
Taraf yazarı Semih İdiz Siyonizmi masumlaştırma çabası içine girmiş.
Taraf'ın dış politika yazarı Semih İdiz Erdoğan'ın sözleriyle başlayan siyonizm tartışmasına beklendiği üzere cepheden katılmış. Sadece Siyonizm eleştirisinden değil, hükümetin dış politika alanında Batı’yı rahatsız edecek tüm söylem ve icraatlarından rahatsızlık duyduğunu ifade ettiği yazısında Semih İdiz'in Siyonizmi masumlaştırma çabası dikkat çekiyor.
Lanet olsun diplomasi! / Semih İdiz
Yeni Şafak yazarı (ve genel yayın yönetmeni) İbrahim Karagül, Başbakan Erdoğan’ın Viyana’da yapılan “BM Medeniyetler İttifakı” forumunda Siyonizm’i ırkçılıkla bir tutmasına gelen tepkiler karşısında “bu sözün nesi yanlış” diye sordu.
Burada “Siyonizm” hakkında Abdülhamit’e kadar uzanan ve sonunu getirmek mümkün olmayan bir tartışmaya girecek değilim. Sadece şu söylenebilir. Sözkonusu olan “Helenizm” veya “Türkiye Türklerindir” sloganı etrafında son günlerde tekrar tartışılan “Türkçülük” gibi bir kavramdır.
Özetle, siyasi ve ideolojik bakış açısına göre olumlu veya “ırkçı” olan bir kavramdan söz ediyoruz. Karagül’ün sorusuna gelince, Türkiye’deki geniş kitleler ve özellikle de İslami kamuoyu açısından Erdoğan’ın sözleri doğru olduğu kadar takdire şayandır.
Burada Filistin halkına yapılan zulümden kaynaklanan bilinçli bir tepkiden mi, yoksa dinî nedenlere dayanan ve “antisemit” unsurları barındıran kolektif bir algıdan mı söz ediyoruz; bunun yanıtını ehil toplumbilimcilere bırakmak gerekiyor.
Yalnız kesin olan bir husus daha var. Hürriyet Daily News yazarlarından Serkan Demirtaş’ın, birlikte katıldığımız bir konferansta söylediği gibi, “Türkiye’nin artık dış politikası yok. Dışa taşmış bir iç politikası var”. Bu nedenle Erdoğan’ın bu söylemiyle ülke içinde takdir toplamasının AKP’de memnuniyet yarattığı kesin.
Diplomaside “zaman ve zemin”
Buna karşın bu sözler diplomasi ile uyumlu değil. Gerçi Erdoğan’ın diplomasiyi sevmediği, “Mon Şer” diye aşağıladığı geleneksel formasyondaki diplomatlardan nefret ettiği biliniyor. Ankara’nın Dışişleri Bakanlığı dışından yaptığı “ilginç” bazı büyükelçi atamaları da bu açıdan dikkat çekiyor.
Sadece Batılı ülkeleri değil, nezdinde “büyükelçi” olduğu ülkenin yönetimini de kızdıracak şekilde, “El Kaide’nin terörden çok farklı” olduğunu “tweetleyen” yeni Çad “sefir-i kebirimiz” gibi. Bu bile Erdoğan’ın diplomasimizin kimlere verilmesini istediğini ortaya koyuyor.
Fakat diplomasi, ulusal çıkarları var olan gerçekler ışığında soğukkanlı bir şekilde koruma “zanaatı” olduğu kadar, ek sorun yaratmama ve çıkan sorunları çözmeye çalışma zanaatıdır. Ayrıca icra edilirken her şeyin “lisan-ı münasip” ile ve “zaman ile zemine” bağlı olarak, dile getirilebildiği bir zanaattır.
Bu çoğu kez kamuoyunda hoşa giden bir durum değil. Örneğin ABD’de de şu anda, İsrail meselesinden dolayı Türkiye’ye karşı yumuşak davranılmasına kızan ve Ankara’ya “dersinin verilmesini” isteyen bir kamuoyu var.
Erdoğan’ın sözlerine dönersek, BM Genel Sekreteri adına bu konuda yapılan açıklama bile hatanın nerde olduğunu gösteriyor. Açıklamada, Erdoğan’ın sözlerinin “Medeniyetler İttifakı kavramının üzerine oturduğu temel ilkelere aykırı olduğu” belirtilerek, BM Genel Sekreteri’nin, “bu yaralayıcı ve bölücü sözlerin sorumlu liderlik temasının işlendiği bir toplantı sırasında söylenmiş olmasının talihsiz olduğuna inandığı” vurgulanıyor.
Bu arada Ankara’daki Batılı diplomatlar da, Erdoğan’ın Siyonizm ile ilgili sözlerini Viyana’da telaffuz etmiş olmasının sakıncalarına işaret ederek, “ya bunun ne anlama geldiğini bilmiyor, ya da biliyor ve kasıtlı yapıyor” diye konuşarak “her iki durumun vahim olduğunu” belirtiyorlar.
Kâr-zarar hesabı da gerekiyor
Bunları “küstahlık” ve “lanet olsun diplomasi!” diyerek ânında reddetmek mümkün tabii, ki birçok kişi öyle yapacaktır. Fakat burada gerçekçi bir “kâr-zarar hesabı” da gerekiyor. Farklı bir örnekle konuyu kapatalım. Erdoğan’ın Fransa’nın Mali operasyonuna tepkisi malum.
Fransa bu operasyonu, Afrika ülkelerinin yanı sıra, başka ülkelerin de yer alacağı bir BM barış gücüne devretmeye hazırlanıyor. Ancak, kulağımıza gelenlere bakılırsa, Mali söylemi nedeniyle bu güçte istese bile yer alması zor olan bir ülke var. O da Türkiye.
Özetle, arzulandığı gibi etkin bir uluslararası oyuncu olmak istiyorsak, antik çağdan bu yana var olan diplomasiden başka yol yok. Fakat Türkiye için arzulanan “usturuplu bir lafla karşı tarafı oturtma diplomasisi” ve bunu yansıtan siyasi duruşlar ise çok iyi yoldayız.
Bu yolun Türkiye’nin “yumuşak güç” olarak dünyada oynayabileceği olumlu ve yapıcı rol açısından fazla bir somut getirisinin olmaması ise hiç önemli değil.
TARAF
HABERE YORUM KAT