Siyonistlerin gözü Gazze'nin doğalgaz kaynaklarında
Velid Ebu Hilal, Gazze'de devam eden vahşetin gerçek bir sömürü olduğuna dikkat çekerken Siyonist çetenin ekonomik çıkarlarını da unutmama çağrısında bulunuyor.
Velid Ebu Hilal / Mepa News
İsrail'in gözü Gazze'nin doğal gaz kaynaklarında
İsrail savaş makinesinin Gazze'de yarattığı yıkımın korkunç boyutu, bu saldırının amacının sadece Hamas'ı yok etmek olmadığını gösteriyor.
Daha ziyade, İsrail'in kuşatma altındaki Filistin topraklarına karşı tüm askeri gücünü harekete geçirmek için uygun zamanı beklediği ve bu saldırının yaşanacağının uzun zamandır belli olduğu sonucuna varabiliriz.
Bazıları İsrail'in amacının Gazze halkını Sina Yarımadası'na sürmek olduğunu ve 7 Ekim'deki Hamas saldırısının bu operasyonun ciddi bir şekilde başlaması için bir gerekçe oluşturduğunu ileri sürüyor. Bir ideoloji olarak Siyonizm, toprak sahiplerinin korkutularak yerlerinden edilmesine ve hayati önem taşıyan altyapının yok edilerek İsrailli yerleşimcilerin yerleşmesinin önünün açılmasına dayanır.
Ancak İsrail'in mevcut savaşının arkasında daha önemli bir neden daha var: Doğu Akdeniz'de, özellikle de Gazze kıyılarında bulunan ve gelecek vaat eden doğal gaz zenginliği.
Doğu Akdeniz gaz sahası tarihi Filistin (İsrail ve Gazze), Suriye, Lübnan ve karşı tarafta Kıbrıs adası kıyılarını kapsıyor. Bu sahanın yaklaşık 3.5 trilyon metreküp doğal gaz içerdiği tahmin ediliyor.
Gazze'nin Filistin kıyılarına gelince, British Gas 1999 yılında Gazze denizindeki rezervlerin 31 milyar metreküp doğal gaz olarak tahmin edildiğini doğrulamıştı. Aynı yıl Filistin Yönetimi British Gas ile Gazze Marine doğal gaz sahasını işletmesi için 25 yıllık bir sözleşme yaptı. Aradan geçen 25 yılın ardından Filistinliler şimdiye kadar bundan hiç faydalanamadı.
Bunun nedeni İsrail'in, gelirlerin İsrail'e karşı "terörizmi finanse edeceği" korkusu da dahil olmak üzere birçok bahaneyle koyduğu engellerdi.
Ehud Barak'tan Binyamin Netanyahu'ya kadar birçok İsrail hükümeti, Filistinlilere Gazze denizinden faydalanmaya başlamaları için birçok kez onay verdi. Ancak İsrail her seferinde onayını geri çekti.
İsrail'in Filistinlilere toprakları ya da karasuları üzerinde herhangi bir egemenlik hissi vermek istemediği aşikâr. Bu da İsrail'in Filistinlileri tarihi topraklarından sürme ve doğal kaynaklarına el koyma yönündeki kasıtlı niyetinin bir başka kanıtı.
Gazze'nin doğal gazına ek olarak, İsrail'in işgal altındaki Batı Şeria'da bulunan Meged petrol ve doğal gaz sahasındaki Filistin doğal gazını, sahanın 1948 ateşkes hattının batısında yer aldığı bahanesiyle çaldığını da belirtmek gerekir.
Yayılmacı politikalar
İsrail sözde barış süreci ya da Filistinlilerin bağımsızlık ve kendi kaderini tayin hakkı konusunda hiçbir zaman ciddi olmamış olsa da Netanyahu son derece zorlu bir çizgi izledi. Devletin en uzun süre görev yapan lideri, direnişi bastırmak için işgal altında yaşayan Filistinlilerin ekonomik koşullarında küçük iyileştirmeler yapılmasını öngören "ekonomik barış" yolunu seçti.
Aynı zamanda, Arap nüfusa potansiyel olarak ikincil faydalar sunarken, öncelikle İsraillilerin yararına olacak şekilde tasarlanmış mega projelere odaklandı.
Bu bağlamda iki ana alana odaklandı: İsrail'i Doğu ve Batı'yı birbirine bağlayan bir geçit ve koridora dönüştürmek ve devleti doğal gaz ihracatı için küresel bir merkez haline getirmek.
İlk hedefin merkezinde, Hindistan'ı Körfez ve İsrail üzerinden Avrupa'ya bağlayacak olan Hindistan-Ortadoğu-Avrupa Ekonomik Koridoru (IMEC) yer alıyor.
Buna ek olarak, Kızıldeniz'de devam eden saldırı riski nedeniyle Mısır ve BAE, Yemen tehdidini atlatmak için Suudi Arabistan ve Ürdün üzerinden alternatif bir kara yolu oluşturmak için İsrail ile birlikte çalıştı. İkinci hedefe gelince; İsrail Kıbrıs, Yunanistan ve Mısır ile gaz anlaşmaları yapmak için önemli çabalar sarf etti.
Ancak İsrail'in bu konudaki plan ve hedefleri Gazze'nin gaz rezervlerine el koymadığı sürece tamamlanmayacak. Netanyahu geçen yıl "barış sürecinin bir parçası olmalılar ama süreç üzerinde veto hakkına sahip olmamalılar" diyerek Filistin halkının isteklerini bypass etme niyetini açıkça ortaya koymuştu.
Savaş sonrası senaryolar
İsrail'in Gazze'nin gazını ele geçirme arzusu, Netanyahu'nun ateşkes girişimleri konusundaki uzlaşmazlığını kısmen açıklayabilir, çünkü bu proje İsrail'in bölge üzerinde güvenlik kontrolünü sürdürmesine ve Filistinli nüfusu kovmasına bağlı. İsrailli bakanlar savaşın başından beri bu hedefler hakkında açıkça konuştular.
Bu analizin geçerliliğini kanıtlayan deliller arasında iki önemli husus bulunuyor. Birincisi, İsrail'in şaşırtıcı şekilde üç şirkete İsrail ve Gazze kıyılarındaki deniz alanında doğal gaz araması için ruhsat vermesi.
İsrail'in bu hamlesi, Gazze'nin (Filistin'in) egemen bir devlet olmadığı ve dolayısıyla Filistin'in 2012 yılında BM'ye gözlemci üye olarak kabul edilmesine rağmen Deniz Hukuku'na (UNCLOS) göre Münhasır Ekonomik Bölge üzerinde egemenlik talep etme hakkı bulunmadığı gerekçesiyle, İsrail'in Filistinlilerin doğal gaz zenginliğini çalmaya yönelik kasıtlı niyeti hakkında daha önce ifade ettiklerimizi doğruluyor.
İsrail henüz BM Deniz Hukuku Sözleşmesi'ni imzalamadı ve deniz sınırlarını dahi belirlemedi. Burada Lübnan'ın doğal gazının işgalci devlet tarafından çalınmamasını garanti altına almak için İsrail ile deniz sınırlarının belirlenmesinde ısrarcı olduğunu belirtmek gerekir.
İkinci konu ise İsrail İstihbarat Bakanlığı tarafından Aksa Tufanı Operasyonu'nun üzerinden bir hafta geçmeden hazırlanan ve savaş sonrasında Gazze'deki Filistinlilerin durumuna ilişkin temel olarak üç seçenek belirleyen belge.
İlk seçenek: Gazze'de kalan nüfusun Filistin Yönetimi yönetimi idaresinde kalması.
İkinci seçenek: Yerel (Hamas dışı) bir Arap otoritesinin ortaya çıkmasıyla birlikte nüfusun Gazze'de kalması.
Üçüncü seçenek: Sivil nüfusun Gazze'den Sina Yarımadası'na tahliyesi.
Belgede üçüncü seçeneğin İsrail için en elverişli seçenek olduğu ve uygulanabilir olduğu belirtiliyordu. Belgeye göre gerekli olan tek şey, ABD ve diğer İsrail yanlısı hükümetlerin desteğini almaya vurgu yaparak uluslararası baskı karşısında kararlılık göstermek.
Birleşik bir liderlik yok
İsrail, Avrupa ve ABD'den aldığı muazzam siyasi desteğin farkında.
Bu aktörlerin katıldığı son Münih Güvenlik Konferansı'nın ana gündem maddesi İbrahim Anlaşmaları'nın genişletilmesi yoluyla İsrail ve Arap devletleri arasındaki normalleşme, IMEC Koridoru ve İran ile müttefiklerinin oluşturduğu "tehdit" oldu. Başka bir deyişle, konferans İsrail'in endişelerine odaklanırken, Filistinlilerin 75 yıldır çektiği acılar hakkında samimi bir tartışma yapılmadı.
Oslo Anlaşmaları'ndan bu yana güçlü ve birleşik bir Filistin liderliği olmadığı için İsrail, Filistinlilerin kayda değer bir muhalefetinin olmadığı on yıllar boyunca yayılmacı ve yerleşimci-sömürgeci politikalarını uygulama özgürlüğüne sahip oldu. Ancak 7 Ekim'de Hamas tarafından gerçekleştirilen saldırı bu yanılsamayı yıktı.
İsrail, Hamas'ı ve tüm Filistinli direniş gruplarını, başta Gazze'nin doğal gaz zenginliğini ele geçirmek olmak üzere daha büyük bölgesel emellerinin önünde bir engel olarak görüyor.
Hamas'ın 7 Ekim'deki şok edici çıkışı, İsrail'in bölgeye kendi gündemini empoze etmeye çalışırken karşılaştığı zorlukları vurguladı. Silahlı grup şu ana kadar kalan İsrailli rehineleri teslim etmeyi reddetti. Savaşı sona erdirecek ve Gazze'nin yeniden inşasını kolaylaştıracak bir anlaşma için direniyor.
Nihayetinde bağımsız bir Filistin devleti -ya da en azından Filistinlilerin kendi doğal kaynaklarını kontrol edebilecekleri bir devlet- hedefine ulaşılabilir, ancak önce İsrail'in Refah'taki saldırısına dayanmaları gerekiyor. Bu, İsrail'in Gazze'deki Filistinli nüfusu yerinden etmek için son şansı olabilir.
Middle East Eye'da yayınlanan bu değerlendirme Mepa News tarafından tercüme edilmiştir.
HABERE YORUM KAT