Siyonistler yaşadıkları en büyük travma ile ne yapacaklarını bilemediler!
Yusuf Bahadır Keskin, Siyonist vahşet sürerken bu saldırıların arkasında işgal rejiminin derin travması olduğunu ifade ediyor.
Dr. Öğr. Üy. Yusuf Bahadır Keskin / Açık Görüş
İsrail tarihinin en büyük travması
7 Ekim Cumartesi tüm dünya Hamas'ın askeri kanadı İzzettin el-Kassam Tugayları'nın, İsrail kontrolündeki bölgelere yönelik "Aksa Tufanı" diye adlandırdığı operasyonuyla güne başladı. Roket ve füze saldırılarına alışkın olduğumuz Hamas'ın bu kez dersine çok iyi çalıştığını gördük. Alışık olmadığımız şekilde Filistinli direnişçiler, İsrail kontrolündeki bölgelere deniz, hava ve karadan sızma harekâtları gerçekleştirdi. Yahudilerin Simha Tora Bayramı'nda yaşadığı bu saldırıya dair "İsrail'in 11 Eylül'ü" ya da "1973 Yom Kippur Savaşı'nın tekrarı" gibi çeşitli tarihsel analojiler ve komplo teorileri de ortaya atılıyor. Ancak kesin olan bir şey var ki; İsrail tarihinin en büyük travmalarından birisini yaşıyor.
Komplo teorileri arasında direnişi anlamlandırmak
Onlarca yıldır "Mossad'ın her adımdan haberdar olduğu", "demir kubbe hava savunma sisteminin muhteşemliği" veya "İsrail askerlerinin kahramanlığı" gibi abartılı güzellemelere maruz kalıyoruz. Fakat tüm dünya 7 Ekim sabahı bambaşka bir gerçeğe uyandı. Reaktif ve görece zayıf saldırılarına alıştığımız Hamas'ın, birçok İsrail askeri noktasını ele geçirdiği, çatışmayı Kibbutzların içlerine taşıdığı ve sivil ya da asker konumundaki yüzlerce İsrailli'yi esir alıp Gazze topraklarına götürdüğü görüntülerle karşılaştık. Öyle ki Mısır'da dahi bir polisin iki İsrailli turisti öldürdüğü haberleri geldi. Tüm bu yaşananların ardından özellikle "Batılı ülkelerden İsrail'e açık destek verildiği" haberleri düşmeye başladı ve komplo teorileri de kaçınılmaz şekilde beraberinde geldi. Zira Filistin hatta Ortadoğu her türlü komplo teorisine her daim açık bir coğrafya. İlaveten İsrail yönetiminin Gazze'yi haritadan silmek, İran'a yönelik operasyon için gerekçe üretmek veya Netenyahu'nun siyasi güç kazanması için saldırılara göz yumulduğu gibi net dayanakları olmayan iddialar da dinliyoruz. Ortada bir gerçek var ki İsrail 75 yıllık tarihinin en büyük şoklarından birisini yaşıyor. Hangi strateji uğruna böylesi bir toplumsal travma yaşamayı göze alacakları sorusunun ise açık bir cevabı yok. Kabul edilmesi gereken bir gerçek var ki; Hamas, "Aksa Tufanı" adı verdiği operasyona çok iyi hazırlanmış ve taktik strateji bağlamında kapasitesini bir hayli geliştirmiş. Ayrıca İsrail'de iki seneye yakın süredir yaşanan siyasi istikrarsızlığın, güvenlik birimlerine dahi yansıdığı ve bu saldırıya hazırlıksız yakalanıldığına dair tartışmalar, Tel Aviv'deki karar alıcıların başını uzun süre ağrıtacaktır.
Hamas'ın neden saldırdığı, bu operasyonun Filistin'e bir şey kazandırmayacağı veya Siyonist rejimin misilleme olarak binlerce masum Filistinliyi öldüreceği gibi direniş ruhu ve mantığından uzak yorumlarla sıkça karşılıyoruz. Hafızamızı şöyle bir yokladığımızda Hamas'ın bu saldırılarını yeni bir savaşmış gibi okumak doğru olmayacak. Zira bu operasyon, yüzyılı aşkın süredir devam eden kavganın günümüze kadar gelen bir uzantısı. İşgal politikalarına, Müslümanlara Mescid-i Aksa başta olmak üzere kutsal mekanlarında yapılan saygısızlıklara ve temel insan hak ve hürriyetlerinin ihlaline karşı verilen bir tepki olarak görmek gerekiyor. BM kararları başta olmak üzere birçok uluslararası metinde Müslümanların kutsal mabedi olarak kabul edilen Mescid-i Aksa'ya neredeyse her hafta polis-asker eşliğinde yapılan Yahudi baskınlarına şahit oluyoruz. Gazze'de onlarca yıldır süregelen dünyanın en büyük açık hava hapishanesi uygulaması ve işgal politikaları da başta Filistinliler olmak üzere Müslümanlar için sessiz kalınabilecek adımlar değil. Dolayısıyla Hamas'ın bu operasyonu Müslüman çevrelerde, Batı'dan çok daha farklı bir perspektifte okunuyor.
Savaş nerede durur?
Onlarca senedir Filistinli grupların küçük ölçekli saldırılarına dahi İsrail'deki yönetimler tarafından çok orantısız karşılıklar verildi. IDF operasyonlarında kundaktaki bebeklerin dahi öldürülmesi ya da okul ve hastane gibi sivil alanların bombalanması gibi uygulamalar, özellikle Batı medyası tarafından birçok defa gereken tepkiyi göremedi. İsrail'in bu defa yaşadığı travma süreci, Başbakan Binyamin Netenyahu ve Savunma Bakanı Yoav Gallant gibi isimler tarafından iç siyasetteki arayışlar ekseninde fırsat olarak görülebileceği için Gazze'ye yönelik büyük bir saldırı dalgasının gelmesi olası görünüyor. Hatta kara harekâtına kalkışılması da bir başka ihtimal. Lakin Gazze'ye yapılacak kara operasyonu, İsrail ordusuna bir başka acı fatura sunabilir. Üstelik bu sefer Hamas'ın elinde üst düzey askeri personelin de aralarında olduğu en az 150 civarında esir olduğu biliniyor. İsrail hapishanelerinde yatan 5 bin civarındaki Filistinli tutuklu karşılığında bu esirlerin serbest kalabileceği beyan edildi. Esirlerin Gazze'nin farklı noktalarında tutulması, IDF'nin hava saldırılarının etkinliğini azaltabilir. İsrail ordusu Hamas'ı Gazze'den söküp atmayı arzulayabilir lakin örgütün ekonomik, dini, sosyal ve siyasi etkisi hesaba katıldığında bunu askeri adımlarla başarabilmesi mümkün gözükmüyor. Üstelik şehir savaşlarının yaşanacağı böylesi bir harekatı planlamak dahi haftalar alabilir. IDF'nin geçmişteki kara harekatlarında istediği sonuçları alamaması da hesaba katıldığında, böylesi kapsamlı bir hamle rasyonel olmayacaktır.
...
Ankara'nın yol haritası
Batı'nın ikircikli tavrını Rusya'nın Ukrayna işgaline verilen tepki ile Filistin'in işgali konusunda verdiği tepkileri inceleyerek görmek mümkün. Türkiye ise Ukrayna'da yaşanan savaşta sağduyulu bir denge politikası ile öne çıktı. Fakat İsrail saldırılarının orantısızlığı, okullara, hastanelere hatta BM temsilciliklerine dahi saldırabildiği ve Gazze halkının yıllardır yaşadığı terk edilmişlik göz önünde tutulduğunda Türkiye için çok daha büyük bir sorumluluk doğuyor. Savaşın büyümemesi, sivil kayıpların derhal önüne geçilebilmesi ve insani yardımların bölgeye ulaştırılabilmesi için uluslararası kamuoyunun harekete geçirilebilmesi şart. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'yu resmi bir ziyaret için beklendiği bir dönemde patlak veren bu savaşta Türkiye, Katar ya da Mısır için bir arabuluculuk ihtiyacı ortaya çıkabilir. Fakat İsrail'in şiddetin dozunu arttırması, taraflar arasında yeni bir gerilim yaratarak ilişkilerdeki bu pozitif atmosferi değiştirebilir. İsrail'in Gazze'ye yönelik gerçekleştireceği orantısız saldırılar, Sadece Türkiye değil, Suudi Arabistan gibi diğer bölge ülkeleriyle geliştirmeye çalışılan normalleşme sürecini olumsuz etkileme riskini de barındırıyor. Böylesi bir senaryodan, kuşkusuz Tahran'daki yönetim şikayetçi olmayacaktır. Ayrıca bozulan Türkiye – İsrail ilişkilerinin, Azerbaycan – Ermenistan denkleminde İran'ın çıkarlarına uygun olacağı düşünülebilir. Üstelik "Filistin davasının yegane destekçisi olduğu" imajı, Tahran yönetiminin Müslüman coğrafyalardaki propagandasını destekleyip, imajını da güçlendirebilir. Dolayısıyla Hamas üzerindeki İran etkisinin artması Filistin, İsrail, Türkiye ya da bölgenin Arap ülkeleri için tercih edilecek bir durum değil. Çözüm için Hamas'ın dışarda tutulduğu herhangi bir yol haritasının mevcut konjonktürde yeterli olmayacağı aşikar. İşte bu süreçte Türkiye, Filistinli kardeşlerini, bu haklı davasında yalnız bırakmamalı. Bunu yaparken diplomasi ve diyalog kanallarının etkin şekilde kullanılabilmesi kritik önem taşıyor. İlerleyen günlerde tüm bölgenin sağduyu ve diplomasinin yapıcı gücüne büyük ölçüde ihtiyacı olacaktır.
HABERE YORUM KAT