Siyonistler için tünelin ucu son derece karanlık...
Taha Kılınç, Siyonist rejimdeki seçimleri ve toplumun akıl sağlığını değerlendiriyor.
Taha Kılınç / Yeni Şafak
Tünelin ucu…
Geçtiğimiz hafta salı günü -1 Kasım- uçağımız Tel Aviv Ben Gurion Havaalanı’na indiğinde, ortalıkta tam bir ölüm sessizliği vardı. Pasaport kontrolünden önce mutad olan “mavi kart”larımızı alırken, normalde yolculara yardımcı olan görevliler bu defa yerlerinde değildi. Pasaport bankoları öylesine boş ve salonda biriken insan sayısı o kadar fazlaydı ki, 35 kişilik grubumuzu doğrudan ülkeye “buyur” ettiler. Bazen saatlerce beklemeyle sonuçlanan o bıktırıcı prosedürü de atlamış olduk böylece.
Bahsettiğim sıra dışı sükûnetin sebebi, genel seçimlerdi. Birbirine düşman kamplara ayrılmış ve kanlı-bıçaklı hale gelmiş İsrail toplumunun farklı kesimleri kozlarını sandıklarda rahatça paylaşabilsin diye, ülke toptan paydos etmişti. Sonucu çoktan belli bir seçimdi bu gerçi: Benyamin Netanyahu ve müttefiklerinin oluşturduğu “aşırı sağcı” blokun yarışı önde tamamlaması bekleniyordu. Nitekim tahmin edildiği gibi oldu. Biz Kudüs sokaklarını adımlarken, şehrin öbür tarafında “Araplara ölüm!” sloganlarıyla kutlamalar yapılıyordu. Filistinliler için ise, seçimler sadece müsamereden ibaretti. Kime kulak versek, İsrail siyaset sahnesini tek kelimeyle tarif ediyordu: “Zebâle!” Yani “Çöp / çöplük!” Yakından bakınca, onları böyle konuşmaya sevk eden sebepleri kestirmek zor değildi. Netanyahu’yu devirmek için bir araya gelen “sekizli masa”, aslında en az Netanyahu kadar ırkçı ve Arap düşmanı bazı isimleri içinde barındırıyordu. Örneğin İçişleri Bakanlığı vazifesini üstlenen Ayelet Şaked’in “Sadece Filistinli teröristleri öldürmeyelim. Onların annelerini de öldürelim ki, terörist doğuramasınlar!” şeklindeki sözleri hâlâ hafızalardaydı. Şaked, şimdi yine aynı makama talip olan Itamar Ben-Gvir’in dişi versiyonuydu, o kadar. Filistinlilerin nazarından bakınca, görünen manzara buydu.
Son 3,5 yılda 5’inci kez genel seçimlerin düzenlendiği İsrail’de, toplumsal anarşi ve kaos hâli giderek derinleşiyor. Devletin ömrü 70 seneyi henüz aşabilmişken, içerideki uçurumların böylesine keskinleşmesi, İsrail ve onun kurucu ideolojisi olan Siyonizm’in tarihini bilenler için aslında hiç de sürpriz değil. İlk günden itibaren zaten var olan çatışmaların kalıcı hale geldiğini ve giderek yaygınlaştığını gözlemliyoruz sadece.
Siyonizm içinde, en başından beri, Araplarla yan yana ve barış içinde yaşamayı savunan şahsiyetler var olageldi. Katı bir Arap düşmanı olan ilk Başbakan David Ben-Gurion’u yumuşatmaya ve Araplar hakkındaki önyargılarını kırmaya çabalayan Moşe Şaret (1894-1965) bunlardan biriydi mesela. 1954-1955 arasında kısa süreli başbakanlık da yapan Şaret, çocukluğunun iki yılını Râmallah yakınlarındaki bir Arap köyünde geçirdiği için Arapça’yı akıcı biçimde konuşuyor, Araplara sempati besliyordu. Keza, meşhur Avusturyalı Yahudi filozof Martin Buber (1878-1965), ömrünün sonuna kadar Araplarla Yahudilerin birlikte yaşayabilecekleri modern bir devletin avukatlığını ve sözcülüğünü yapmıştı. Yine, Amerikan kadın Siyonistlerin öncülerinden Henrietta Szold (1860-1945) da, “tek devletli çözüm”ün yılmaz bir savunucusuydu. 1933’te Kudüs’e yerleşen Szold, New York’ta kurduğu “Hadassa” adlı yardım teşkilâtını burada büyük bir hastaneye çevirmişti. Szold, öldüğünde Zeytindağı’na, hâlen Kudüs’ün (ve İsrail’in) en büyük hastanelerinden biri olan Hadassa Tıp Merkezi’nin bulunduğu tepeler silsilesinin en güney ucuna defnedildi…
Ancak tahmin edilebileceği gibi, yukarıda saydığım isimler (ve benzerleri) Siyonist Hareket içinde minik bir azınlık olmaktan, sahne gerisine itilmekten ve ana akım içine dâhil edilmemekten kurtulamadılar. Yarışta Arap düşmanlığı ve ırkçılık, üstünlüğü ele geçirdi. Sırf pragmatik sebeplerle veya siyasî kazanç uğruna bile olsa, Araplara ve Müslümanlara göz kırpanların “Siyonizme ihanet”le suçlandığı bir atmosfer bu. Hatta -4 Kasım 1995 akşamı, Tel Aviv’in göbeğinde Yitzhak Rabin’in başına geldiği gibi- İsrailli Siyonist siyasetçileri yeterince Siyonist bulmayarak ortadan kaldırmaya yeltenebilecek bir cinnet hali…
Tarihî tercübe, İsrail’de hâkim trend haline gelen bu durumun, devletin ömrünü de kısaltacağını gösteriyor. “Nasıl”ını ve “niçin”ini görebilmek için, biraz tarih bilgisi yeterli. Nitekim aklı başında İsrailli tarihçiler ve sosyal bilimciler, göz önünde duran bu hakikati kendi toplumlarına duyurmaya çalışıyor. Ancak onların çabaları da gürültülü hezeyanların ve faşizm nöbetlerinin içinde kaybolup gidiyor.
Velhasıl, İsrail için tünelin ucu son derece karanlık görünüyor.
HABERE YORUM KAT