ABD’deki Siyonist lobi Trump’ı sattı mı?
Ahmet Varol, ABD’deki başkanlık seçimlerini ve Siyonist lobinin seçimler üzerindeki etkisini değerlendirdiği yazısında, “Amerika’daki Siyonist lobi planını, belli bir adayın kazanmasına göre değil, kendisinin kaybetmemesi hesabına göre yapar." diyor.
Ahmet Varol, Yeni Akit gazetesindeki köşesinde (06 Kasım 2020) ABD’de Trump ile Biden arasında giderek kızışan başkanlık seçimini değerlendirdi.
Her iki başkan adayının seçim vaatlerinin ötesinde şu veya bu ismin başkan seçilmesiyle değişmeyecek olan ABD politikalarının bulunduğunu belirten Ahmet Varol, İsrail ve dolayısıyla Filistin politikasının da bu değişmezlerin başında geldiğini ifade etti.
Bu bağlamda seçimin muhtemel sonuçlarının başta Filistin davası olmak üzere İslam dünyası halkları açısından kayda değer bir değişim meydana getirmekten uzak olduğunu belirten yazar, abartılı beklentilerden uzak durmanın önemini vurguladı.
Siyonist lobinin Trump’ı sattığı iddiasını da irdeleyen Ahmet Varol, bunun doğru olmadığını, Siyonist lobinin seçim süreçlerinde tek aday üzerinden plan yapmadığına dikkat çekti.
Ahmet Varol’un yazısının tam metni şöyle:
ABD seçimlerinden beklentimiz var mı?
ABD’de 2016 seçimlerinde Hillary Clinton’un kazanmasına kesin gibi bakılıyordu. Ancak yapılan yönlendirme amaçlı tüm anketlere ve yorumlara rağmen sonuç beklenenin tersi oldu ve Trump kazandı. Onun kazanmasında ise ABD’deki delege sisteminin büyük rolü olmuştu. Delege sistemi değil de tüm ülkede alınan oyların çoğunluğu esas alınsaydı kazanan belki Clinton olabilirdi. Ama o durumda da salt çoğunluğun elde edilebilmesi için iki aşamalı seçim gerekebilirdi ve seçimin diğer adaylarına giden veya birinci turda ihmal edilip ikinci turda devreye sokulan oyların hangi tarafa kayacağı tam belli olmayabilirdi. Çünkü seçimlerden çıkan sonuçlara göre adayların hiçbiri toplamda %50 oranını aşacak miktarda oy alamamıştı.
2016 seçimlerinde siyonist lobinin Clinton’u desteklediği sanılıyordu. Ancak Amerika’daki siyonist lobi planını, belli bir adayın kazanmasına göre değil, kendisinin kaybetmemesi hesabına göre yapar. Yani kim kazanırsa kazansın, ona göre önemli olan kendisinin kaybetmemesidir. Bu sebeple bazen bir adayı açıktan desteklediği görülse de arka planda diğer adayla da köprüleri kurar ve onun da kazanacağı ihtimaline göre bağlantıları oluşturur. Trump’ın da siyonist lobiyle ilişkiye ve işgal rejimini desteklemeye büyük önem vereceği biliniyordu. O yüzden bu lobi gerçekte arka planda Trump’ı destekliyordu ve onunla köprüleri bir şekilde kurmuştu; ama Clinton’un kazanması durumunda da kendisinin kaybetmemesi için elindeki birtakım medya organlarında onu destekliyormuş görünümü verdi.
Trump, 2020 seçimlerini kazanmak için siyonist lobinin kendisine desteğini artırmak amacıyla onların hoşuna gidecek önemli adımlar attı. Arap dünyasındaki ihanet rejimlerinin tam da ABD seçimlerinin yaklaştığı sırada işgal rejimiyle ilişkileri normalleştirme kararları almaları bu yüzdendir. Hatta Sudan’da kitlesel tabanın karşı çıkmasına rağmen “yarı cunta” yönetimin işgal rejimiyle ilişkileri normalleştirmeyi kabul ettiğini, ülkede yasama meclisinin oluşturulmasını beklemeden açıklamakta acele etmesinin amacı da Trump’ın bu konudaki talimatlarını yerine getirmekti.
Fakat burada şunu belirtelim ki seçimi siyonist lobinin açık desteğini alan adayın kazanması ile rakibinin kazanması arasında, ABD’nin İsrail’e ve uluslararası siyonizme desteği yönünden bir değişiklik olmuyor. Bunun yanı sıra işgalci siyonistlere destek konusu ABD’de başkana veya yöneticilere göre belirlenen bir siyaset değil tamamen devlet siyaseti olduğundan siyonist lobi şeklen desteklediği adayın kaybetmesinden dolayı pek bir şey kaybetmiyor. Bu sebeple ABD’deki seçimlerin sonuçları İslam coğrafyasının merkezi davası konumundaki Filistin davası açısından fazla bir şey değiştirmeyecektir ve Filistin halkı da her ne kadar, Trump’ın işgal rejimini meşrulaştırmak için Arap dünyasındaki ihanet rejimlerinin daha aktif bir şekilde devreye girmelerini sağlamasından dolayı ona çok kızgın olsa da Biden’ın kazanması durumuyla ilgili de bir beklenti ve ümit içinde değil. İşgal rejiminin 1948’de başlayan ve 72 yılı biraz geçmiş olan tarihi boyunca emperyalist ABD yönetimi her zaman onun yanında yer almış, ona her yönden destek vermiş, bütün zulüm uygulamalarını onaylamış ve Filistin halkının meşru haklarını geri almak amacıyla sürdürdüğü mücadeleye karşı da tavır almıştır.
Ama ABD’nin bu tutumu Filistin halkının meşru mücadelesi ile ilgili ilkelerini de değiştiremez. Çünkü Filistin toprakları üzerindeki siyonist işgal ne kadar gayrimeşruysa, ABD’nin ve genelde küresel emperyalizmin onun kazıklarını sağlamlaştırmasına imkan verme amaçlı desteği de o kadar gayrimeşrudur.
ABD’deki seçimlerin sonuçları genelde İslam dünyasına yönelik politikalarını da çok fazla değiştirmeyecektir. Çünkü ABD, makyavelist felsefeyi yani devletin çıkarlarının olduğu yerde hiçbir ahlâkî kuralın geçerliliğinin olmayacağı anlayışını benimsemiş bir emperyalist devlettir ve İslam dünyasına yönelik politikalarını da işte bu anlayış belirlemektedir. O itibarla ABD’deki seçimler sadece kendi içindeki bir hakimiyet kavgasını ifade eder.
HABERE YORUM KAT