Siyasî akılsızlık
Toplum olarak bazı gerçekleri görmek, sorunun adını koymak zaman alıyor. Kürt meselesinde bugün hemen herkesin üzerinde uzlaştığı iki kanaat var: Bu sorun devletin ve PKK'nın karşılıklı olarak silahlı çatışmayı beslemesi sayesinde böylesine kangren hale geldi, çünkü bu süreçte hem devlet hem de PKK, silah sayesinde yeniden üretilebilen sistemlere dönüştü.
İkinci olarak Diyarbakır Cezaevi'nde yaşananlar söz konusu sürecin doğrudan tetikleyicisi oldu ve devletin açık tahriki Kürtlerin PKK'lılaşmasına hizmet etti.
Görünüşe bakılırsa bugün meselenin çözümünü isteyen bir iktidara sahibiz ve arkasında da buna büyük oranda destek veren bir toplumsal kesim bulunuyor. Bu durumda beklenen şey bazı reform adımlarının atılması, ama en azından sorunu daha da derinleştirecek adımlardan kaçınılması olmalı. Oysa epeyce garip bir sürecin içindeyiz: Silahların durmasını amaçlayan, meselenin siyasi alana taşınmasını isteyen hükümet, aynı anda bunu engelleyen bir davaya önayak oluyor ve yargının reform adımlarını kadük etmesini de engelleyemiyor. Son dönemdeki 'siyasi akılsızlık' olarak nitelenebilecek irili ufaklı olaylardan muhakkak ki en barizi KCK davası... Olayın arka planında PKK'nın siyasi alana tahakküm kurma isteğinin yattığı yadsınamaz. PKK neredeyse 'devletimsi' bir yapılanma yaratmaya çalışıyor ve sistemi de KCK üzerinden kuruyor. Öyle ki sivil toplum kuruluşlarından belediyelere, bütün kurumsal yapıların personel yapısından işlevlerine kadar her şey KCK şemsiyesinin altında telakki ediliyor. Böylece bu kurumlar gerektiğinde PKK'nın direktifleri doğrultusunda ve birbiriyle uyumlu kararlar alabiliyorlar. PKK'yı bir 'tarihsel yargılama hareketi' olarak görenler, KCK'yı da bu hareketin toplumsal alandaki izdüşümü haline getirmenin peşindeler.
Dolayısıyla KCK'nın, PKK'nın uzantısı, devamı, hatta bizzat kendisi olduğunu öne sürebilirsiniz. Ne var ki bu hareketi durdurmak için hukuku araçsallaştıramazsınız. Çünkü o zaman KCK davaları küçük birer Diyarbakır Cezaevi'ne dönüşür ve PKK'lılığı anlamlı kılarak besler. İlerde geriye baktığımızda da bu davaların aslında devletle PKK'yı aynı amaçta buluşturduğunu ve çözümü en azından ertelediğini, belki de engellediğini fark ederiz. Üstelik bütün bunların sorunu çözmek isteyen bir iktidar döneminde yapılmasını ise herhalde açıklamakta epeyce zorlanırız.
KCK ağının PKK'nın ideolojik ve toplumsal uzantısı olması, 'terör örgütüyle bağ' kapsamında ele alınıyor. Ne var ki bu bakış, giderek milyonlarca insanın PKK'lı addedilmesini ima etmekte. Oysa ortada basit kıstaslar var... Örneğin bugün KCK davalarında yargılanan insanlar silah kullanmış, şiddete bulaşmış değiller. Nitekim 'suç' isnadları arasında miting ve kampanya düzenlemek, belediye personeline verilen eğitimlere katılmak, hatta AİHM'ye dava götürmek bile bulunabiliyor. Bunlardan hareketle zanlılar 'terör örgütüne üye' muamelesi görüyorlar. Bu zorlama yaklaşımın bir 'siyasi akılsızlık' haline geldiğini ve çözümün çıtasını her geçen gün yükselttiğini görmemek zor...
Ancak özellikle Diyarbakır'daki KCK davasında devlet siyaseti bizzat hukuki ihlaller üzerinden yürüyor. Örneğin tahliye talepleri 'suçun niteliği' bahane edilerek reddediliyor. Oysa bu reddin geçerli olması için, sanığın yeniden suç işlemesine dönük bir şüphenin bulunması, sanığın kaçma veya delilleri karartma ya da tanık ve mağdurlara baskı yapma ihtimalinin bulunması gerekiyor. Üstelik bu gerekçenin her bir sanık için ayrı ayrı sunulması da hukukun gereği. Mahkeme ise bu durumu bilinçli olarak göz ardı ediyor. Sanki davanın AİHM'ye gitmesini teşvik eden bir tutum içindeler.
Bu arada, sanıkların toplu savunmalarının Kürtçe okunması da reddediliyor. Oysa bu durum diğer KCK davalarında sorun yaratmamış, toplu savunma iki dilde okunduktan sonra Türkçeye geçilmişti. Diyarbakır'da da sanıklar aynı talebi seslendirdiler ama mahkeme bu yolu kapadı. Sonuç, her KCK davası ile birlikte Güneydoğu'nun ideolojik ve siyasi olarak daha da PKK'lılaşmasıdır. Daha önemlisi, eğer hukuk ve yargı buysa, Kürt hareketinin hiçbir zaman silah bırakmaması gerektiğine ilişkin bir kanaatin giderek özellikle genç kuşakların zihnine yerleşmesidir. Eğer iktidarda Kürt meselesinin çözümünü istemeyen bir parti olsaydı, herhalde bundan farklı bir tutum izliyor olmazdı.
PKK'nın siyasallaşması çözüm için zorunlu bir koşul... Ve bu insanların siyasallaşması, onların PKK'lı olmaktan çıkmaları anlamına gelmeyecek. Umarım akılsızca bir hayalin peşinden gitmeyiz.
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT