1. YAZARLAR

  2. Kürşat Bumin

  3. Siyasetin 'moralizasyonu' mu yoksa?
Kürşat Bumin

Kürşat Bumin

Yazarın Tüm Yazıları >

Siyasetin 'moralizasyonu' mu yoksa?

24 Eylül 2008 Çarşamba 06:40A+A-

Dünkü yazıda Makyavel'den yaptığımız alıntıyı hatırlatayım önce, çünkü birazdan işimize yarayacak.

“Bu dünyadan ayrılırken, ardında daha iyi bir dünya bırakmayı, iyi biri olmuş olmaya tercih ederim.”

Makyavel, birçoğumuza hiç de hoş gelmeyebilecek bu sözleri ediyordu, çünkü bu büyük düşünür -herkesin hemfikir olduğu gibi- “siyaset”in otonomisini (özerkliğini) kazanması yönünde ilk bayrak açan bir şahsiyetti. O, “siyaset”in özgüllüğünü ortaya koymaya çalışıyor ve kamusal alan söz konusu olduğunda “moral”e sırtını dönüyordu.

“Siyaset” bugüne kadar, Makyavel'in açtığı yolda yüz çeşit kılığa girerek bugünlere ulaştı. “Moral” ve “siyaset” arasındaki ilişki Makyavel'in çizdiği ve önerdiği nitelikte-ölçüde kalmadı tabii ki; ama şurası muhakkak ki, sonrasında bir tür “moral”le çeşitli biçimlerde ilişkilendirilecek olan “siyaset” özgüllüğüne ve otonomisine bu büyük huruç harekatıyla kavuştu. O artık “moralin hizmetçisi” değil, giderek kendi kavramlarını ve ilkelerini yaratan, bir arada yaşayan insanların bugünlerini ve geleceklerini kendi elleriyle şekillendirebilecekleri şerefli bir pratikti. Bunun kısa adının “sekülarizasyon” olduğunu söylemek yanlış olmasa gerek.

Söylediğim gibi, “siyaset”in “moral”le arasına mesafe koyarak otonomini kazanması dün olduğu gibi bugün de birçoğumuzun yüzünü buruşturmasına neden olabilir. “Moral”in din merkezli ya da ladini olarak anlaşılması bu bahiste önemli değildir. Ayrıca unutmayalım ki, “siyaset”in yetişkinliğini ilan etmesinin ardından gelen ilk siyasal modeller (yani mutlakiyetçi siyasal yapılar) sırasında, “moral”in bu alanda da önemli derecede söz sahibi olduğu günleri aratmamış değildir. Ama olan olmuştur bir kere; “siyaset” artık kendi ilke ve değerleriyle başka bir alandır. (Belki “nereden icabetti” diyeceksiniz ama, Olivier Roy'nın bir kitabının (“L'Islam mondialise”) ilk sayfalarında “Siyasal İslam” bahsi çerçevesinde yaptığı şu yoruma da burada yer verebiliriz: “Ancak İslamcı devlet çelişkili ve gerçekleşmesi imkansız bir kavramdır, çünkü eğer 'devlet”ten söz ediliyor ise, siyasetin bir önceliği ve dolayısıyla bir sekülarizasyonun biçimi söz konusudur.” Yazar çok haklı bence de; iki şeyi bir arada istemek mümkün mü?)

Söylediklerim, “siyaset” ve “moral” arasına kalın bir duvar çekilmelidir şeklinde anlaşılmadığını umarım. Bu iki alan birbirini tabii ki gözetecektir; ancak bu karşılıklı gözetme hiçbirinin “otonomisini” ortadan kaldıracak tarzda olmayacaktır.

Şimdi de şu sorudan hareket edelim: “Siyaset”e kayıtsız kalmak ya da en azından bu alanla ancak gözünün ucuyla ilgileniyor olmak eleştirilecek, kınanacak bir tavır mıdır? Ne münasebet!

Etraf toplumun (toplumların) ancak “siyaset” yoluyla daha özgür, eşit ve müreffeh bir düzene kavuşacağını tekrarlayan insanlarla çevrelenmiş olsa da, her insan siyasetin kendisine yakışmayan bir pratik olduğunu söyleyerek eskinin Kinikleri ya da sonrasının tasavvuf erbabı gibi geniş (ve olumlu) anlamıyla “moralist” kalmakta ısrar edebilir. Hayatını bu çerçevede geçirmek pek çoğumuza pekâla yetip de artabilir.

Şimdi de gelelim ben bu siyaset-moral ilişkisinden iki gündür niçin söz ettiğime. Artık “gelelim”, çünkü yoksa bu iş yine başka bir güne kalacak!

Son haftalarda ekranları ve gazeteleri işgal eden tartışmaları hatırlayın. Ne dersiniz, yoksa siz de benim gibi bu hararetli tartışmaların asıl olarak “siyaset”ten çok “moral” düzleminde sürdüğü fikrinde misiniz?

Bu tartışma(lar) çerçevesinde yapılan açıklamaların sonuncusu Başbakan'a ait şu sözlerle önümüze geldi:

“Zamanın emanet olduğunu bilen, zamanın en büyük nimetlerden, imkanlardan biri olduğunu bilen, seçildiği mevkilere sınırlı bir süre için seçildiğinin şuurunda olan, halka hesap veren kadroların adresidir AK Parti.”

Başbakan'ın bu sözleri tabii ki çok doğru sözler. Her insanın “zaman”a ilişkin nasıl bir düşünce ve ruh hali içinde olması gerektiğini hatırlatan sözler bunlar.

Her insan ölümlü olduğu bilincinden hareketle bu sözleri tabii ki doğru ve güzel bulacaktır.

Ancak, bu doğru ve güzel sözlerin “siyaset”le ilgisi olmadığı da doğru değil mi?

Bu konuşmayla karşılaşınca Başbakan'ın Doğan medyasına yönelik yaptığı bir başka konuşmadaki şu sözleri de hatırladım:

“Siz de Türkiye Cumhuriyeti'nin başbakanını takip etmiş olsaydınız, milletvekili arkadaşlarımızla yaptığımız ilk konuşmada 'Bu makamlar geçicidir, hepimiz öleceğiz, şu toprağın altına koyacaklar ve yanımızda çok kişi de olmayacak' dediğimi bilirdiniz. Benim boyum, 1.85; 2-2.5 metrelik çukur olur. (...) Biz gidici olduğumuz biliyoruz. Sen kendi durumunu düşün...”

Siyasi konuşmalarda (çünkü sonuç olarak bu konuşmalar parti ilçe kongrelerinde yapılıyor) dünyanın geçici olduğunun bu derece ısrarla ve altı çizilerek hatırlatılması, siyasetçinin işi değilmiş gibi geliyor bana. Bu türden kendi içinde tabii ki hak verilecek bir “moral”in kongre kürsüsünde yeri olmamalı sanki...

Bakın, bir kere daha Makyavel'in yazının başında bugün de aktardığım sözlerini hatırlamanın zamanı değil mi?

Yeni Şafak gazetesi

YAZIYA YORUM KAT