1. YAZARLAR

  2. Abdurrahman Dilipak

  3. Siyasetin “marka” isimleri üzerine!
Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

Yazarın Tüm Yazıları >

Siyasetin “marka” isimleri üzerine!

26 Aralık 2009 Cumartesi 03:31A+A-

Siyasetin marka isimleri partiler olmalı. Ama değil.. Mesela Apo; PKK, DTP, BDP’den daha güçlü bir marka. Ergenekon CHP’den daha güçlü.

Kimi cemaat önderleri de siyasi bir marka artık.. Ya da El Kaide, Laden de öyle değil mi?..

Modern dünyada hemen her şey “Marka”laştırılıyor.. O Marka olduktan sonra, artık kendinden ibaret bir şey olmaktan çıkıyor..

Cemaatle önderleri arasındaki ilişkinin ne kadar organik, hiyerarşik bir bağ içinde olduğunu bilen var mı? Ya da Gülen’e izafe edilen hareketlerden Gülen ne kadar haberdar? İmamlar cemaatına ne kadar hakim? Onlardan sonra bu markayı kim nasıl kullanıyor?

Ben bugün Apo ile PKK arasında da bire bir bağlantı olduğunu sanmıyorum. Mesela El Kaide ile Laden arasındaki ilişki de böyle..

Bunlar artık kendi başına, bağımsız birer siyasi marka.. Daha buna benzer bir düzine marka sayabilirim size.. Markanın bir esas sahibi var, bir de birileri bu yapıyı dilediğinde kendi adına kullanabiliyor gibi sanki. Yavaş yavaş bu markaların içinde birileri de kendine bir yer buluyor.

Herkes her yerde var anlayacağınız. AK Parti’den Ergenekon, ya da Ergenekonda bir başkası..

Bana kalırsa Erdoğan, partisinden daha güçlü bir marka mesela..

Bu markalaşmayı marka sahipleri yapmıyor. Kuşkusuz onların potansiyel olarak bu güce sahip olmaları gerekiyor ama, bu markalaşma tamamen uluslararası güç dengelerinin işi.. Oralarda bir yerde bu tür güç merkezlerinin oluşmasına imkan tanıyorlar..

Bunlar roman kahramanları gibi. Roman kahramanı da yeri gelir yazarına kafa tutar. Onun bir kimliği oluşur, istediğiniz her şeyi yaptıramayabilir, söyletemeyebilirsiniz..

Ama bazen kural dışı şeyler de oluyor.

Bak sen şu Diyarbakır Belediye Başkanının yaptığına!. Osman Baydemir’in sözleri gündeme bomba gibi düştü.. Harakiri yaptı açıkça. “Bu bir çığlık” dedi ama, “özür dileyemedi” üslubundan dolayı.. İnsanlar çığlık atarken her zaman sövmezler.. Baydemir, belediye başkanlarının baskın şeklinde tutuklanmalarına, askerlerin mahkemeye davet biçimini örnek gösterebilirdi. Bu durumu eleştirebilir, şiddetle bu uygulamaya karşı çıkabilirdi.. Ama üslub bu olmamalıydı..

Baydemir’e hiç yakışmadı. Yazık etti kendine de, temsil ettiği insanlara da.. “Güvercin” olmadığını göstereyim derken başka bir şey oldu. Bu şahinlik de değil. Sonuçta kendi küpüne zarar veren keskin bir sirkeden başka bir şey değildi, bu açıklama..

Bu dille hak müdafası yapılamaz.. Aslında en sadist insanın bile yüreğinin bir köşesinde merhamet duygusunun mayası kalmıştır. En munis insanın bile yüreğinin bir köşesinde bir öfke mayası bulunur.. İnsanların kimi daha uyumludur, kimi daha saldırgan. Bu her toplulukta böyle..

Baydemir, kendini “barış güvercini” olarak görenlere de hakaret etti bir bakıma..

Olmamalı idi bu. O konuşan insan benim tanıdığım Baydemir değildi..

Demek ki, siyasetin marka isimleri “kendisi olmak” durumunda. Bir yazar, hayali bir roman kahramanı ile bile baş edemiyorsa, gerçek kişiler, kendi kimliği ile uyumlu, önce kendi kendisi ile barışık olması gerek. Sanırım bu toplumun asıl sorunu da bu.

Kendi inancı, kimliği, kültüründen soyutlanmış, kendi tarihine yabancı, gelecek ütopyası olmayan kitlelere giydirilen bir deli gömleği gibi bir şey şu şiddet sarmalı..

İnsan manevi duygularını kaybederse, estetize edilmiş değerlerden soyutlar, merhamet, şefkat gibi insanı insan yapan ahlaki değerlerden uzaklaşırsa zaman içinde giderek biyonik bir robota dönüşüyor. Ona siyaset ve ideoloji gömleğini giydirip provoke ederseniz, o asli değerlerin yerine “bireysel ya da kolektif çıkar”, “güç, iktidar”, “para”, “sex” koyarsanız, onu bir terminatöre dönüştürebilirsiniz. Manevi açlığını, hamaset ya da kurgusal birtakım fantezilerle tatmin etmeye başlar.. Artık gözü var görmez, kulağı var duymaz, kalbi var hissetmez olur.. Gözüne fazla yaklaştırdığı değerlerin arkasında bir ormanı kaybederler..

Büyük güçler, markalar, aslında çok özgür değillerdir. Statülerinin esiridirler..

Göründükleri kadar güçlü de değiller aslında.. Yaygınlıkları ve derinlikleri dengeli değilse son derece kırılgandırlar.. Pahalı, hantal ve muhafazakar yapılardır. Değişen şartlara uyum performansları çok düşüktür..

Kişi ya da örgüt, ya da sistematik kalıplar için de bu böyledir..

Her şey çok iyi hesaplandığı için, gelecek sorunları yoktur gibi görülür. Oysa yapı ne kadar büyükse kontrol o kadar güçleşir. Ama bir bakarsanız, evdeki hesaba uymayan bir durum karşısında her şey alabora oluverir.. İnsanların ömrü ve kaderi olduğu gibi, örgütlerin, yapıların da ömür ve kaderleri vardır.. Vakti geldiğinde, olacak olan olur..

Hz. Yakub’un ailesinde, çocukları bile birbiri ile geçinemezken, daha Hz. Ali döneminde Müslümanlar birbirlerinin elini kardeş kanına bulamışken, kim bu anlamda geleceğinden emin olabilir ki? Allah serveti, iktidarı, kavimler ve ülkeler arasında evirip çevirmektedir..

Herkes kendi kaderine koşar.. Kaçarken bile koştuğu yer aynı yerdir.. Bu hercümerc içinde imtihan ediliyoruz. Herkese verilen bir mühlet vardır ve bizler deniz kenarında kumdan evcikler kuran çocuklar gibiyiz aslında..

Okyanusun yüzeyinde fırtınalar koparken, dalgalar çırpınırken dipte bir sessizlik ve sükunet hakim..

Korkuya, telaşa gerek yok.. Muhtemel gelişmelere karşı hazırlıklı olalım. Kışı-yazı bekler gibi.. Allah’ın izin vermediği hiçbir şey gerçekleşmeyecek ve bu dünyada yalnız değiliz.. Ve Allah her şeyi görmekte, duymakta, bilmektedir. Hüküm sahibi olan O’dur.. Ve herkes için yaptığının bir karşılığı vardır..

Dua edelim, sabredenlerden olalım, iyi şeyler yapalım, saflarımızı sıklaştıralım, istişare ve şûra yapalım. Cahillerden olmayalım, haksızlık yapmayalım. Bildiklerinizle amel ederseniz, O size bilmediklerinizi öğretecek. O’na yürüyerek giderseniz, O size koşarak gelecek. Umduklarınıza vasıl korktuklarınızdan emin olacaksınız.. Birileri tuzak kazıyor olabilir. Kazsınlar, kendi tuzaklarını kazıyor olabilirler.. Mekerallahu.. Birileri öfkeli açıklamaları, gayrimeşru komploları, operasyonları ile topluma verdikleri zararları ölçmek için Kamuoyu şirketleri görevlendirip, gelen sonuçlara bakıp keyif alıyor olabilir. Toplum mühendisliği onlara keyif veriyor olabilir. Ama sonuçta onlar kendi sırtlarında, kendi cehennemlerine odun taşımaktan başka bir iş yapmıyorlar.. Biz kendi cennetimize sırtımızda tuğla taşımaya devam edelim.

Marka her zaman kaliteyi ifade etmez.

Çoğu zaman marka bir illüzyondur..

Selâm ve dua ile..

VAKİT

YAZIYA YORUM KAT