"Siyaset Üretmenin Tek Aracı Siyasi Partiler mi?"
Ümraniye Özgür-Der’in periyodik panelleri “Siyaset üretmenin tek aracı siyasi partiler mi?” başlığıyla devam etti.
Kazım Sağlam ve Kenan Levent’in konuşmacı olarak katıldığı paneli Murat Kirişçi yönetti.
Açılış konuşmasında konunun Müslümanlar arasında uzun bir süredir tartışıldığını ama hala sıkıntıların olduğunu dile getiren Kirişçi, siyasal partilerle olan diyaloğumuzun sınırlarının iyi oturtulması gerektiğinden bahsederek sözü ilk konuşmacı olarak Kenan Levent’e verdi.
Konunun kavramsal boyutu ile söze başlayan Levent, konuşmasında özetle şunları dile getirdi:
Bir toprak parçasını belli bir amaç doğrultusunda yönetme sanatına siyaset denmekte ve kavram seyisten türemektedir. İnsanlık için en uygun amacın veya siyasetin ne olduğu ise yüzyıllardır tartışılmaktadır. Bu bağlamda batıda siyasete yönelik iki temel akım karşımıza çıkıyor.
1) Toplumu oluşturan yapılar arasındaki çatışmalardan doğan siyaset biçimi,
2) Toplumun bütününü kapsayan, bir arada yaşamayı, ortak iyiyi bulmayı hedefleyen siyaset biçimi.
Bu akımlardan ikincisi ütopik bir yaklaşımdır, realiteye pek uygun değildir. Yine siyaset kavramı üzerinden gidecek olursak, siyasette zaman ve mekan açısından bir süreklilik ve evrensellik ile toplumdaki değerlerin paylaşımı söz konusudur. Bu noktada siyaseti sadece çıkar kavgasıyla açıklamak pek uygun bir yaklaşım olmayacaktır. Yine siyasetin Türkiye’deki gibi sadece batıya ait olduğu algısı da yanlış bir tutumdur.
Siyasal Partilerin Tasnifi
Siyaset kurumunun bir çok alt grubu vardır. Bunların başında partiler gelir. Bir program etrafında toplanmış, iktidarı elde etmeyi veya ona ortak olmayı düşünen örgütlere parti denir. Her bir partinin kendine ait ideolojisi ve yöntemi vardır. Bu bağlamda siyasal partilerin tasnifi şu şekilde yapılabilir:
- Kadro veya kitle partileri: Diriliş partisi kadro partisi iken, AK Parti, BDP, CHP ve MHP gibi partiler kitle partisidir.
- Reformcu ve devrimci partiler: mevcut siyasal yapıya dokunmayıp, geliştirenler reformcu, tümden yok sayıp yeni siyasal rejimler hedefleyenlerde devrimci partilerdir. Bu bağlamda AK Parti’yi ne reformcu nede devrimci olarak niteliyorum. İkisinin arasında bir yapıda olduğu kanaatindeyim.
- Yine sayısal çoğunluğa göre tek, ikili ve çok partili olarak ta tasnif söz konusudur.
Türkiye’deki yapı bunlardan hangisine benziyor diye baktığımızda, siyasal partiler yasasından kaynaklanan aslında çok parti görünümlü bir tek parti yapısının olduğunu görmekteyiz. Türkiye de siyasi partiler sanki devletin bir kurumuymuş gibi işlev görmektedir.
Siyasetin diğer önemli bileşenleri de devlet ve iktidardır. İktidarın da kuvvet ve rıza bileşenleri vardır. Rıza yoksa despot bir yapı var demektir. Kuvvet ise kitleyi etkileme biçimi olarak algılanmalıdır, kaba kuvvet olarak yorumlanmamalıdır.
Siyaset sadece siyasi partilerin işi değildir!
Siyaseti sadece siyasi partilerin işiymiş gibi algılamak doğru değildir. Siyaset, insanla ilgilenmek anlamına geldiği için illaki siyasi partiden oluşma zorunluluğu yoktur. Bizler şura, velayet, ümmet, ifsat, adalet gibi kavramlarımızla siyaset üretebilir ve toplumsal değişim için önemli olan bu siyaset yapısını kullanabiliriz. Bu aracı veya kurumu önemsemek gerekir.
Sorunlar var ama İslami olmayan bir düzende yaşadığımız için geri duralım demek doğru değildir. Bizler bir çok soruna müdahil olmak, söz söylemek zorundayız. Tabi sadece tekbir sorunu önemseyerek sadece onun üzerinden siyaset yapamayız. Mesela sadece ekonomik işleri içeren, ırk merkezli siyaset olmaz.
Tekrar altını çizmek gerekir ki, siyaset salt siyasal partilerin işleri değildir. Ümmetin, tüm insanlığın işidir. Bu bağlamda herhangi bir partiyle özdeş düşmeden, dünya siyasetinden de uzak kalmadan kendi dinamiklerimizle siyaset üretebiliriz. Bunun için de şura, ümmet, adalet kavramlarımızı iyi algılamalı ve bunlardan yola çıkarak siyaset üretmeliyiz. Yine bir olumsuzluğu def etmenin bir hayrı kazanmadan önde geldiğini ve umumi şer ile cüzzi şer hakkında konuşmalı ve günümüz İslami olmayan siyaset tarzlarına bu gözle bakmalıyız.
Düzen İslami olsa da olmasa da zaruriyat, tahsiniyat ve hâciyat kavramlarının sınırlarını aşmadan taleplerde bulunmak zorundayız. Yani din, mal, can, nesil, akıl güvenliğini yerine getirmesini, zorlukları ortadan kaldırmasını ve İslam’ın ana umdelerine ters düşmeyen iyiliklerin artırılmasını talep etmeliyiz.
Üç önemli soru
Son olarak konuyu üç önemli soruyla bitirmek istiyorum:
· Siyasal iktidarı yada devlet gücünü elde etmeden bir siyasal değişim olamaz mı?
Bu toplumsal değişimi tepeden şekillendirmeyi hedefleyenler için doğru bir tarzdır fakat bizim için kabul edilemez bir yaklaşımdır. Türkiye Cumhuriyeti böyle bir yöntem benimsemiştir. Her ne kadar istediği yönde bireyler oluşturmuşsa da, toplumun geneline empoze edememiştir. Yine İran ve Rusya örnekleri bizim için önemlidir.
· Siyasi yapılardan başka yapılar yok mu?
Tabiki var. Aile, cemaat, sosyal hareketlerin her biri siyasal yapılardır. Aile içindeki siyasetimiz, cemaatin siyaseti, hatta bireyin siyaseti vardır ve önemlidir. Hatta diyebilirim ki günümüz sosyal hareketleri, siyasal hareketlerden daha önemli olmaya başlamıştır. Mesela feminizm hareketi siyasal yapıdan daha önemli gibi görünmektedir.
· Son soru olarak değişim ve dönüşümler kalıcı mıdır? Yoksa bizleri rehavete mi sürüklemektedir?
Eğer bir yol haritamız ve hedeflerimiz varsa oluşan değişim ve dönüşümler bizlere katkı sağlar. Ama yok ise rehavete kapılma durumu söz konusudur ki, bu da sıkıntıların oluşacağı anlamına gelmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti Dünya Siyasetinden Bağımsız Hareket Etmiyor
İkinci konuşmacı olarak söz alan Kazım Sağlam, özetle şunları söyledi; İnsanı, kainatı, devleti bir bütün olarak ele alırız. Allah’ın oluşturduğu bir düzen var ve adaletin oluşması için bu düzenin korunması gerekmektedir. Allah tarafından bize verilenlerle, bizim elde ettiklerimizi güzelce cem ettiğimiz taktirde doğru olana ulaşabiliriz, diğer türlü hatalar içinde yaşamımızı sürdürmek zorunda kalırız.
Türkiye cumhuriyeti kurulduğu günden beri dünya siyasetinden bağımsız bir siyaset üretememiştir. Dünya siyasi yelpazesine paralel tutumlar içinde olmuştur. İlk dönemler de dünyada tek parti rejimleri, Hitler ve Mussolini gibi tipler vardı, Türkiye’de de aynı şekilde tek parti, ebedi ve milli şefler vardı. 1950’lerden sonra Amerika’nın iktidarda, Rusya’nın muhalefette olduğu bir dünya düzeni karşımıza çıkmakta. Türkiye’de de buna paralel olarak DP-AP iktidarları, CHP ile solun muhalefeti söz konusudur. 1980’lerden sonra dünya tek kutuplu, global, küresel bir yapıya dönüştü. Bugün AK Parti’de küresel kapitalizme uygun giderek, bu global yapının Türkiye ayağını oluşturmakta. Yoksa kendi dinamikleri ile bu noktalarda olduğunu söylemek doğru değildir. 1920’lerdeki kişiler bugün olsa AK Partinin siyasetini güderlerdi, AK Parti 1950’lerde olsaydı DP siyaseti güdecekti. Türkiye’nin siyaseti dünyanın umumi siyasetiyle hep paralel gitmiştir.
AK Partinin iktidar olmasının Müslümanlara iki etkisi vardır.
1) Müslümanların rahat hareket etmesine olanaklar sağlamıştır.
2) Müslümanları sistemin içine çekmiştir.
Erbakan Hoca bizi sisteme, sistemi de bize kabul ettirdi. AK Parti’de dünya sistemini Müslümanlara, Müslümanları da dünya siyasetine kabul ettirmeye çalışıyor. Bizler yani siyasal partilerin dışında kalanlar olarak, siyasal partilerin bizi değiştirmesine izin vermemeli, kendimiz gibi kalmayı başarmalıyız. Bu yapının bozgunculuğuna karşı, sistem içi uygun araçları kullanarak karşı çıkmalıyız. Asla ve asla kendimiz olmaktan geri kalmamalıyız.
Yine siyaset erkini çok büyüttüğümüz düşünüyorum. Tarih boyunca siyasetten uzak tutulduğumuz için olguyu çok büyütüyoruz. Bizler üzerimize düşeni yerine getirirsek, siyasi erkte bizi muhatap alacak ve isteklerimizi yerine getirecektir. Ama tersi olduğunda siyasi erke benzediğimiz miktarda isteklerimiz yerine gelecektir. Bu şekilde yerine gelen isteklerimizin de bir anlamı olmayacaktır.
Siyasetimiz tüm insanlığı kapsamalıdır
Bilgi, ahlak ve ilgi alanı olarak tüm insanlıkla ilgilenmeli ve sorunlarını sorun edinmeliyiz. Bu bağlamda milli sınırlara hapsedilmiş bir siyaset bize uygun değildir ve bütün insanlık geniş perspektife sahip İslam adaletine muhtaç durumdadır. Arap Baharları dahil bütün kaynamalar kapitalizmin ve demokrasinin sonu olduğunu bizlere net bir şekilde göstermektedir. Ne yazık ki yakın döneme ait iyi bir örneğimiz yok. Mesela İran bütün insanlığı düşünerek iyi bir adım atama ve iyi bir örnek olamadı. Mezhepsel, ırksal sorunların vahdet-ümmet çerçevesinde çözülmesi söz konusu olmadı.
Müslümanlar siyasi partiler dışında kurumsallaşmalı ve dünya üzerinde söz sahibi olmalıdırlar. Örneğin İHH gibi. Bu tarz kurumlar siyasi erke öykünmeden, düşman da addetmeden kendisi olarak kalarak, dünya Müslümanlarının bir parçası olduğunu unutmadan, bütün insanlığı düşünerek hareket etmelidirler. Bu şekilde hareket ettikleri sürece muvaffak olacaklardır.
Gülen cemaatinin Müslümanlara bakışı gayri ahlaki ve gayri adilane
Program soru ve cevaplarla devam etti. Soruların bazıların bazılarını şu şekildeydi:
Soru: Siyaset dokunulmazlıkların olduğu bir yapıdır. Bu dokunulmazlıklara karşı bir mücadelemiz oldu mu?
Cevap: bireysel veya cemaatsel mücadeleler söz konusu oldu fakat bir model olduğu söylenemez.
Soru: AK Parti gibi bir siyasal oluşuma oy verilebilir mi?
Cevap: 1980’den beri sandık başına gitmeyen biri olarak bu konuda net bir cevap vermek istemem. Yalnız dünya üzerindeki sistem despot bir sistemdir. Yine de kanunlarla hareket eden bir yapının, keyfiyetle hareket eden bir yapıya tercih edilebileceğini söyleyebilirim. Tabi ki doğru olan kendi dinamiklerine uygun hareket eden yapılardır.
Soru: Türkiye’de kendi radyo, televizyon ve gazetesi olan bir cemaat, siyasal parti olmadan siyasete müdahale edebilmekte, bunu örnek alabilir miyiz?
Cevap: Gülen cemaati eskilerde euzubillahi mineşşeytani vessiyaseti derlerdi şimdi ise tam tersi tutum ve davranışlar içindeler. Siyaset dışında kalarak siyasete müdahil olmaları önemli fakat bunu Müslümanların haklarını yiyerek, gayri ahlaki tutum ve davranışlarla yaptıklarını görmemiz lazım. Örneğin İsrail’e bakışları ile Taliban’a bakışları aynı değildir. Diğer İslami yapılara bakışları ile Hristiyanlara, Yahudilere bakışları bir değildir. ve bu yapının gücünün abartıldığını düşünüyorum. Her şeyin arkasında Amerika’yı ve Cemaat’i gören komplocu yaklaşımların doğru olmadığını görmek gerekir.
M. Ali Kaçmaz / Haksöz-Haber
HABERE YORUM KAT