'Siyaset' ile ama nasıl?
“Türk medyası”nın bu olaylar karşısındaki tavrı hiç değişmiyor. Nitekim, son 15 şehit için de yine çekmecelerde hazır tutulan sayfalara el atılmış.
Mesela, “Şehitlerimizin tam listesi” haberciliği.
Mesela, “Türkiye şehitlerini uğurluyor” havadisi.
Mesela, “Devletin zirvesi şehidin vasiyetini yerine getirdi” gibi (vasiyet: Beni anne ve babamın yanına defnedin) neye hizmet ettiği bilinmeyen ve “Devlet”in hâlâ bir “zirvesi” olduğunda ısrar eden bir tarz.
Mesela, “Kimse birlik ve beraberliğimizi bozamayacaktır” klişesinin defalarca tekrarı.
15 gencin hayatını kaybettiği karakolun duvarına kazınmış “Sınır namustur” özdeyişinin öne çıkarılması.
Şimdi siz söyleyin: Her birinin üzerinden yoğun küf kokusu yükselen bu haber-yorumlarla ülkenin en büyük sorununun kavranılması ve bunu takiben de akılcı çözüm arayışlarına girişilmesi mümkün mü?
Tamam, hakkını yememek lazım; “Türk medyası” 15 gencin hayatına mal olan son saldırıdan hareketle TSK'nın “zaaflar”ından da söz etmeye başladı. Konuya ilişkin ortaya atılan soruların özellikle bazıları gerçekten de mutlaka açık-seçik cevap gerektiren cinsten. Mesela, nasıl oluyor da, sayıları 350 civarında olduğu tahmin edilen silahlı saldırganlar, katırlara yükledikleri ağır silahlarıyla ve gündüz gözüyle bir bölük askerin görev yaptığı Aktütün'e saldırabiliyorlar?
Ancak bu konuda da dikkat etmek lazım. Bazı yayınların samimi, bazılarının ise az biraz “fırsatçı” olarak “zaaflar” üzerine geliştirdikleri sorgulamanın tek başına bir çözüm üretmesi imkansızdır. “Zaafsız” bir organizasyonun yaratacağı tek olumlu sonuç, bu tür saldırılarda verilen şehit sayısının azalması olacaktır. Ülkenin “yüksek yoğunlukta savaş” hali içinde olmasına ilişkin önemli bir değişiklik olmayacaktır.
Peki o zaman ne yapmalı?
Cevabını bildiğiniz ya da hiç değilse hemen her gün bir yerlerde okuduğunuz-izlediğiniz bir soru bu.
Hemen her gün bir yerlerde, çözümün adresinin “siyaset” olduğu yazılıyor-söyleniyor.
Bu tabii ki doğru bir tespit ve öneri. Ülkenin bu en büyük sorununun altından, tabii ki, “tezkere”lerin birbirini izlemesi ya da “zaaflar”ın giderilmesi yoluyla kalkılamayacak, “siyaset”in işe el atması şart.
Peki ama “siyaset” bu işi nasıl yapacak. Bundan daha da önemlisi, PKK sorunu nasıl olup da –bugüne kadar görmediğimiz bir biçimde- “siyaset”in sahici konusu haline gelecek?
“Siyaset”in bugüne kadar bu konuda yaptığı tek girişimin, “realiteyi tanımakla” sınırlı kaldığını biliyorsunuz. Hatırlayın, bu girişimler bile herkesi nasıl memnun etmişti. Bu memnuniyete şaşıranlar içinde ben de vardım doğrusu. Bir cumhuriyet “realite”yi tanımayı ancak bu ilerlemiş yaşında akıl ediyordu... Peki bu memnuniyet verici “tanıma” gerçekleşmemiş olsaydı ne olurdu? Ne olacak, “realite” tabii ki, “tanınsa” da “tanınmasa” da –eğer kararlı bir “solipsizm” savunucusu değilseniz!- yerli yerinde duruyordu. Bu “realite”yi tanımamak isteyenler yollarına devam edebilirdi. Ama, tanımamakta ısrar ettiğiniz “realite”ye bir gün kafanızı vurma riskinin yüksek olduğunu da unutmadan tabii ki...
Demek ki bugüne kadar, PKK'nın ayrılmaz bir parçası olduğu “Kürt sorunu”na ilişkin “siyaset”in dişe dokunur bir girişimi ile karşılaştığımız söylenemez. Zaten, eğer bu tezin aksi doğru olsaydı, yakın dönemin genel seçim kampanyalarında siyasi partilerin asıl bu konuda geliştirdikleri siyasetlerle yarıştıklarına şahit olmamız gerekirdi.
Bunları söyleyerek ülkedeki “siyaset”e haksızlık etmiyorum herhalde. Hatırlayın; son genel seçimin üzerinden iki yıl ancak geçtiği için iyi hatırlayacaksınız. Bu seçimde (ve öncekilerde) ülkenin “en büyük sorunu”nun siyasi partiler arasında ciddi bir “siyaset yarışması”na konu olmasıyla karşılaştınız mı? Çok tuhaf değil mi bu manzara. “Ülkenin en büyük sorunu”, siyasi yarışta kendisinden –ciddi olarak- hemen hiç söz edilmeyen bir konu...
Benzetme biraz yersiz kaçacak ama bu biraz şuna benziyor: Bakın, birkaç ay sonra İstanbul'da da yerel yönetim seçimleri olacak. Ama dikkat edin, siyasi partilerin İstanbul'daki bu yarışta en başa güreştirecekleri “Deprem” dosyasından bugüne kadar hiç kimse söz etmedi. Benzer bir şekilde, “İstanbul'un en önemli sorunu”na ilişkin dosyalar siyasetin ve dolayısıyla siyasi partilerin “vaatleri” arasında yer almıyor.
Demek ki ülke sorunların tespiti ve çözümünün “siyaset”ten geçtiğini tekrarlamak da tek başına bir şey ifade etmiyor. Asıl sorunumuz da bu olsa gerek zaten. Ülkeyi son derece ciddi olarak tehdit eden “Depremler”i siyaset yarışının içine sokamamak yani.
YENİ ŞAFAK
YAZIYA YORUM KAT