‘Siyasallaşan İslamofobi’ eseri üzerine Cemile Bayraktar ile söyleşi
Cemile Bayraktar ile “Siyasallaşan İslamofobi” eseri üzerine soru-cevap şeklinde kısa bir söyleşi gerçekleştirdik.
FATİH DEMİR / HAKSÖZ-HABER
Haksöz-Haber olarak Cemile Bayraktar’ın tez çalışması da olan “Siyasallaşan İslamofobi” adlı eseri üzerine kendisi ile bir söyleşi gerçekleştirdik.
Cemile Bayraktar, İslamofobi ve Anti-İslamizm kavramlarının nasıl Müslümanları şeytanlaştırmak için bir araç olarak kullanıldığına değinirken, yeni uluslararası güvenlik politikalarının Müslümanlar açısından nasıl bir veçheye sahip olduğunu yorumladı. ABD ve Batı eksenli geliştirilen teori ve politikaların Müslümanları hedef aldığını belirten Bayraktar, Galler Ekolü’nün güvenlik ve eleştiri teorilerini İslamofobi ve Anti-İslamizme göre yeniden ele alıyor.
İslamofobi nedir ve Anti-İslamizm ile arasındaki ilişki nasıl bir yapıya sahip?
Cemile Bayraktar, “İslamofobi: Müslümanlara karşı duyulan korku ve endişe duymak anlamına geliyor. Temelde buradaki ‘korku’ tanımı eleştirilmekle beraber bu kavram Müslüman olmayanların kaygılarını merkeze alıyor. Dolayısıyla bu kavramın kavramsal olarak problemli olduğu dile getirilerek eleştiriliyor. Bunun yanı sıra İslamofobi’nin toplumsal, sosyolojik olduğunu söyleyenler var. Daha doğru kavramın anti İslamizm olması gerektiğini, bahsedilen durumun Müslüman karşıtlığı olduğunu ve bunun da bir şekilde ayrımcılık, yabancı düşmanlığı, ırkçılık gibi suçlar kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini savunanlar var. Bu nedenle kavram konusunda ciddi problemler yaşanıyor. Ancak yerleşmiş bir kavram olması nedeniyle bu kavramı açıklarken yine kendisini kullanmak zorunda kalıyoruz. Aslında anti-İslamizm’in tercih edilmesinin sebeplerinden bir tanesi, kitapta da belirttiğim gibi; Müslümanlara olan karşıtlığın, ırkçılığın, ayrımcılığın siyasal karşılığı olarak kullanılan bir kavram olmasıdır.”
Haçlı Seferleri ile İslamofobi ve Anti-İslamizm arasında bir ilişki var mı?
Cemile Bayraktar, “Aslında şöyle bir durum var. Haçlı Seferleri ile İslamofobi arasında tam olarak doğrudan bir paralellik var diyemeyiz. İkisi de çok önemli olgular. Bu iki olgu arasında: zaman, kavram, süreç farklılıkları bulunuyor. Haçlı Seferleri mantığı ile İslamofobi mantığının birebir örtüştüğünü söylemek oldukça zor. Ancak İslamofobinin ortaya çıkışı her ne kadar 11 Eylül saldırıları ve sonrasına dayandırılsa da Müslüman karşıtlığı, “Müslümanlara terörist yaftası” yapıştırılması ile birlikte mazur gösterilerek kaynaklandırılmaya çalışılsa da İslamofobinin kökeni oldukça eskiye dayanmaktadır. Hristiyanlık ile İslam ne zaman ilişkiye girmeye başladıysa bir karşıtlık da o zaman başladı diyebiliriz.
Müslümanlar korkulması gereken kişilerdir ya da İslam şiddet dinidir, şiddeti özendiren bir dindir diye oluşturulan bir algı var. Bu algı üzerinden de İslamofobi, İslam karşıtlığı meşrulaştırılmaya çalışılıyor. İslamofobi gibi bir nefret suçu normalde uluslararası hukukta ve yerel hukukta da suç olarak kabul edilmeli. Ama bunu mazur göstermek ve olaya batı merkezli bakmak için genelde 11 Eylül’e hasrediliyor. Benim eserimde bahsettiğim noktada dikkat çekmek istediğim noktalardan bir tanesi; bütün vakıalarda kavram 11 Eylül üzerinden kendisini şekillendirmeye çalışmış ve batının güvenlik endişesi ile tanımlanmaya çalışılmıştı. Benim tez çalışmam da bunun Soğuk Savaş döneminin sonlarına doğru başladığı üzerineydi. Çünkü kapitalist batı ülkeleri Soğuk Savaş’ın sona ermesinden ve kendilerinin kazanmasından sonra Komünizmden boşalan “düşman koltuğuna” birilerini oturtmak istediler. Edward Said’in Oryantalizm adlı eserinde ifade ettiği gibi, batı genellikle karşısında bir öteki, düşman arar. Ve onu değilleyerek kendisini var eder. Bu düşman arayışı Müslümanlar olarak ihdas edildi. Samuel Huntington gibi isimlerde bu meselenin teorisyeni oldular. Ve ‘Medeniyetler Çatışması’ safsatasını bir tezmiş gibi ortaya attılar. Bunu da siyasallaştırarak uluslararası yeni bir güvenlik politikası oluşturdular. Bundaki garabet ise şuydu: 90’lı yılların sonuna kadar Sovyetler Birliği’ne karşı Afgan mücahitleri silahlandıran CIA, Soğuk Savaş’ın bitmesi ile beraber silahlandırdığı o kişileri terörist ilan etti. Özellikle Margaret Thatcher ve Ronald Reagan gibi isimlerin de “Yeşil düşman” kodu ile Müslümanları şeytanlaştırmaya ve İslamofobi ile Anti-İslamist güvenlik politikalarının hayata geçirildiğini görüyoruz maalesef.”
Uluslararası ‘Güvenlik Ekolleri’ İslamı ve İslamofobiyi nasıl yorumluyor/değerlendiriyor?
Cemile Bayraktar: “İslamofobi belli bir coğrafyaya ait bir tanımlama veya durum değil. Müslümanların çoğunlukla yaşadığı bölgelerde dahi İslamofobi ile karşılaşılabiliyor. Batı ülkelerinde ve Müslümanların azınlık olarak bulundukları yerlerde de İslamofobi ve Anti-İslamizm ile karşılaşılmakta.
Türkiye’deki İslamofobi ile batıdaki İslamofobi kıyaslanacak olursa elimizde her ne kadar çok fazla veri bulunmasa da Türkiye’deki İslamofobinin daha yüksek oranlarda olduğunu söyleyebiliriz. Doğu Türkistan ve Çin’de bir İslamofobi olduğunu biliyoruz. Yine Hindistan ve çevre ülkelerde de İslamofobi ile karşılaşan Müslümanlar var. Kimi ülkelerde sosyolojik nedenlerle, kimi ülkelerde ekonomik saiklerle kimilerinde de nefret eksenli gerçekleştirilen İslamofobi ve Müslümanlara yönelik nefret suçları işlendiğini biliyoruz. Bunlardan bazıları devlet politikası haline gelmiş durumda.
Bir devletin coğrafyasında doğmanız veya bulunmanız durumunda doğal bir hak olan devlet tarafından korunma hakkına sahip olmaktasınız. Buna genel anlamıyla güvenlik denirken; bu hakkı koruması gereken yapı devlet olmaktadır. Ancak güvenlik tek taraflı bir düşman üzerinden ele alınarak yanlış yorumlanmaktadır. İçerden ve dışarıdan gelebilecek tüm tehditler aslında güvenlik için bir risk teşkil etmektedir. Devletlerin ise dışarıdan gelebilecek tehditler üzerine yoğunlaşmaları bir hata veya eksiklik olarak değerlendirilmektedir. Klasik devlet yapıları; devletin güvenliğinin sağlanması halinde vatandaşlarının da güvenliğinin sağlandığını iddia etmektedir. Benim çalışmam yeni ve eleştirel güvenlik ekollerinden yola çıkarak hazırlandı. Yeni güvenlik ekolleri arasında: Post modern güvenlik ekolleri, Paris ekolü, inşacı yaklaşımlar ve diğerleri bulunurken benim çalışmam Galler ekolü ekseninde ilerlemeye dönük.
Eleştirel yaklaşımlar, realist güvenlik ekollerine karşı şu söylemde bulunuyorlar: Devletin ulusal sınırları her zaman bireylerin korunduğu ve güvenliğinin sağlandığını iddia edemez. Ve devletler de kendi topraklarında bulunan vatandaşlara ve (vatandaş olmasa bile) bireylere karşı güç kullanarak onların güvenlik alanlarını ihlal ederler. Yeni eleştirel ekoller, güvenlik anlayışına karşı daha kapsayıcı ve eleştirel yaklaşırken uluslararası kurumları da eleştirmekten geri durmuyorlar. Bosna soykırımı ve Ruanda soykırımı gibi yakın zamanlı soykırımların gerçekleştirilmesi karşısında suskun kalan güvenlik ekolleri ve ülkelere karşı şu tez ile karşıt bir argümanda bulunuyorlar: ‘Madem dışardan gelecek düşmanlar zarar verecek ve güvenlik ihlali gerçekleştireceklerdi kimi ülkelerin içerisindeki soykırımlar nasıl öngörülemedi ve de en önemlisi engellenemedi?’ En temelde çalışmamın konusu da olan vakıa; bireylerin güvenlikleri belirtilen ekoller tarafından korunamamakta!
Örneğin bir ülkede (Bosna’da) yaşayan insanların dışarıdan ve içeriden gelen tehditler karşısında savunmasız bırakılması ve bunun desteklenmesi, kendilerinin güvende hissedilmemesini sağlamamakta bir İslamofobi biçimidir. O insanların güvenliklerinin ihlal edildiği bir gerçektir.
İngiltere’de 11 yaşında bir çocuk ihtiyaç sahibi insanlara kendi harçlıklarından biriktirerek yaptığı yardımı öğretmeni ile paylaşıyor ve okuldaki öğretmeni olayı şöyle anlıyor; ‘silah almalarını sağlamak için örgütlere yardımda bulundu’ ve çocuk ailesinden alınarak koruma programına teslim ediliyor. Maalesef bunun gibi birçok örneği batıda görebiliyoruz.”
Siyasallaşan İslamofobi nedir? Müslümanlar neden terörist ilan ediliyorlar?
Cemile Bayraktar, “Doğrudan İslam’a ya da Müslümanlara saldıramıyorlar. Oldukça kötü olan imajlarını düzeltmeleri de pek mümkün değilken Müslümanlar ve İslam üzerinden bir karşıtlık oluşturmaya, Müslümanları terörist ilan etmeye, ötekileştirmeye ve nefret suçlarına muhatap kılmayı tercih ediyorlar. Burada Amerika’dan tutunda Çin’e ve daha adını sayamayacağımız birçok ülkede gerçekleştirilen bir tutumun (düşmanlığın) yansımalarını siyasal bir terkip üzerinden aktarmalarından bahsediyoruz. Biz Müslümanlara ve İslam’a karşıyız denemediğini bunun yerine “Biz siyasal İslam’a karşıyız” dendiğini görüyoruz. Çünkü bu tarz kavramlar ile İslam karşıtlığı ve İslamofobi meşrulaştırılmaya çalışılıyor.
Ben de çalışmama ismi seçerken buna bir nevi bir cevap olması düşüncesiyle: ‘İslam’a ve Müslümanlara bu şekilde bir nefret, ayrımcılık ve terörist yaftası yamanıyor. Siyasallaşan İslam diye bir şeyden bahsediyorsunuz ama aslında var olan siyasallaşan İslamofobidir. Siyasallaşan İslam karşıtlığıdır. Ve bugünün dünyasında Müslümanların güvenlik anlamında İslamofobiyi ve Anti-İslamist güvenlik politikaları araçsallaştırılarak güvenlik tehdidine açık hale getirildiğini’ belirtmeye çalıştım. Soğuk Savaş sonrası sürece dikkatle bakıldığında batı ve batı dışı ilişkilerde Müslümanların aleyhine bu tarz yaklaşımların arttığını görebiliyoruz.”
Galler Ekolü bağlamında güvenlik politikaları ve İslamofobi nasıl değerlendiriliyor?
Cemile Bayraktar, “Galler Ekolü’nün birçok perspektifi var. Bunları tek bir röportajda aktarmak oldukça zor. Yine de ben özetlemeye çalışayım. Galler Ekolü güvenlik ve özgürlüğü aynı paralelde değerlendiriyor. Yani ‘güvenlik eşittir özgürlük’ diyorlar. Aslında biraz ütopik ve sınırları olmayan bir özgürlük olarak tanımlıyorlar özgürlüğü. Burada kast edilen özgürlük dilediğiniz her şeyi yapabilmek değil. Sizin haklarınızın ve güvenliğinizin sağlanması buna bağlı olarak da kendinizi güvende hissetmeniz ve özgür olmanızın paralel olduğu düşüncesi üzerinde yoğunlaşılıyor. Yani ne kadar özgürseniz o kadar güvendesiniz, ne kadar güvendeyseniz o kadar özgürsünüz. Dolayısıyla şunu diyorlar: Orta sınıf yaşantısı olan orta gelirli bir insanın çok lüks bir yerde tatil yapması yasak değildir. Ama orada tatil yapması da mümkün değildir. Birazda maddi adaletten yola çıkarak özgürlüğün insanların doğuştan her hakka sahip oldukları ve bunları hayata geçirme imkânlarının olmasında bahsediyor. Bunu ise birden bire ve hemen olabilecek bir şey olarak ele almıyorlar.
Güvenlik ekolü üzerinden dile getirdikleri perspektif, ‘uluslararası ilişkiler ABD ve Batı merkezlidir. Zaten literatür I. Dünya Savaşı sonrasında oluşturulmaya başlanmıştır. Dolayısıyla uluslararası ilişkilerin de nötr ve objektif olduğunu söyleyemeyiz. Birçok teori ABD’nin uluslararası politikalarını meşrulaştırmak üzerinden kavramlaştırılmıştır. Küreselleşmeyi örnek verirken de küreselleşme politikaları ile beraber uluslararası ilişkilerde de neo-realist politikaların kavramlaştırılarak uluslararası ilişkilere dahil edildiğini’ belirtiyorlar. Galler ekolü bir anlamda da ABD’nin uluslararası ilişkiler teorilerine, onun klasik realist güvenlik anlayışına ve benmerkezci yaklaşımına eleştiri getiren bir ekol. Dolayısıyla ben bu ekolün bu teorilerini Anti-İslamizm ve İslamofobiye çözümlemek ve açıklamak için kullandım.”
Anti-İslamizm ve İslamofobi karşısında Müslümanların tavrı nasıl olmalı?
Cemile Bayraktar, “Ben Müslümanların Anti-İslamizm ve İslamofobi karşısındaki tavırlarından daha çok Müslüman olmayanların tavırlarını ehemmiyetli ve önemli buluyorum. Çünkü kitabımı yayımladığım süreçte Kanada’da bir aile saldırıya uğradı. Aynı vakitlerde Türkiye’de bir kadın başörtüsü üzerinden saldırıya maruz kaldı. Sosyal medya üzerinden bu olaylara dair kitabımdan kimi noktalar üzerinden yorumlarda bulundum. Az sayılmayacak kadar olan yorumlarda; ‘İslamofobiyi Müslümanların hak ettiğine’, ‘Müslümanların korkulması gereken kişiler’ olduklarına dair ifadeler yer aldı…
Sık sık karşımıza da çıkan bir algı pekiştirilmeye, gerçek gibi sunulmaya çalışılır: Müslümanların şiddet ile ilişkili olduklarına dair. Afganistan ve Irak işgalleri sırasında çok sayıda sivilin hayatını kaybettiğini biliyoruz. ABD’nin Guantanamo benzeri hapishanelerde birçok suçsuz insanı işkence ile öldürdüğünü biliyoruz. Dün Hitler’in Yahudilere yaptığını bugün Çin Uygurlara yapıyor. Hindistan’da ırkçı Mudi yönetimi ile beraber Müslümanlara yönelik ayrımcılık yapılıyor, şiddet suçları işleniyor. Myanmar’da Müslümanlara yönelik yakın bir tarihte hala devam edecek şekilde bir soykırım yapıldığını görüyoruz. Dolayısıyla, ‘bunlar şiddet ile ilişkilidir veya terörle ilişkilidir’ ifadesi büyük bir problem teşkil ediyor.
Kanada’da Hristiyan kiliselerin yerli çocukları soykırımla yok ettiği belgelenirken, ABD’nin Irak ve Afganistan’daki suçları unutulmamışken Haşdi Şabi ve IŞID üzerinden bütün Müslümanları belirli bir terör kategorisine dahil etmek oldukça yanlış ve yanlıdır.
Ben Batı’nın terörü bitirmeye değil kullanışlı bir hale getirmeye çalıştığını düşünüyorum. Müslümanların da bu konuda mağdur olduğunu düşünürken çok bir şey yapmaları gerektiğini ise düşünmüyorum. Anti-İslamizmi bir politika haline getirenler ve toplumsal olarak İslamofobiyi içselleştirenlerin bir şeyler yapması gerekiyor. Bir anlamda kendilerine çekidüzen vermeleri gerektiğini düşünüyorum. Yine de Müslümanlar illa bir şeyler yapması gerekiyorsa aynı Anti-Semitizmin bir suç olarak kabul edildiği gibi Anti-İslamizmin ve İslamofobinin bir nefret suçu olduğunu uluslararası hukuka kabul ettirmesi gerektiğini düşünüyorum. İlgi ve alakanız için de teşekkür ediyorum.”
Sorularımıza cevap verdiğiniz için biz de teşekkür ederiz...
HABERE YORUM KAT