1. YAZARLAR

  2. KENAN ALPAY

  3. Siyasal ve Entelektüel Adalet
KENAN ALPAY

KENAN ALPAY

Yazarın Tüm Yazıları >

Siyasal ve Entelektüel Adalet

12 Kasım 2015 Perşembe 02:51A+A-

Toplumsal iradenin sandığa yansıyan bölümü siyasi, iktisadi ve diplomatik alanlar başta olmak üzere Türkiye’nin rotasına dair beklentilerini ortaya koydu. İlaveten bu iradenin bir siyasal çizgiye % 49’u aşkın bir destek vermesi bölgesel ve küresel ilişkileri de ciddi manada etkilemeye adaydır. İçeride ve dışarıda zayıflatılmış hatta güçten düşürülmüş bir siyasal temsile bağlı olarak toplumsal alanda derinleşecek çelişki ve çatışma planları yapanların tuzakları bozuldu.

1 Kasım’dan sonra muhakkak ki bu kirli ve sonu büyük acılar doğurmaya endekslenmiş planlara güçlü vurgular yapmak icap ediyor. Lakin bundan daha önemli ve öncelikli olan artık köklü, kuşatıcı ve bütün bir insanlığa istikbal vaat edecek kurucu iradeyi daha güçlü bir biçimde ete kemiğe büründürmektir. Kurucu irade meselesinin siyasal, idari, iktisadi boyutları kadar toplumsal, ahlaki, kültürel ve sanatsal boyutlarını da eş zamanlı olarak hayata geçirmek üzere ciddi ve istikrarlı bir koordinasyon olmaksızın ayakta tutabilmek mümkün değil çünkü.

Alışkanlık ve Teamüllerin Terki

Siyaset ve siyasetçinin birçok handikabı var. Mesuliyet ve riskler her zaman yüksek. Ama ‘mahkeme kadıya mülk değil’ prensibi siyaset/çi için de geçerli. Öteden beri Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu arasındaki ilişkinin ayrışma ve çatışmaya dönüşmesine bel bağlamış çevrelerin gayretleri görülüyor. Özlenen kaotik tablo ortaya çıkmadı. Tersine denge mevcut umutsuzluklarını daha bir büyütüyor. Bu sebeple bütün patırtı ve gürültülerine rağmen CHP, MHP ve HDP gibi muhalif partilerin iç işlerine odaklanmak, mağlubiyet duygusunu onarmak ve psikolojik mağduriyet duygusunu gidererek söylem üstünlüğünü ele geçirmek üzere uzun bir zaman toplumun geniş kesimlerine hitap etmekten mahrum kalacaklarını söyleyebiliriz.

1 Kasım sonrası süreçte AK Parti’nin rakibi bu sefer daha güçlü bir biçimde yine AK Parti olacaktır. Yalnız bu rekabet meselesi kolaylık ve avantaj gibi gözükse de zannedilenden daha büyük bir zorluğu ve riski beraberinde getirmektedir. Kurulacak Hükümet’te bakanlıkların dağılımı bu zorluk ve riskin ilk merhalesini işaretliyor aslında. Tecrübe ve dinamizmi birleştirme eğilimi kamuoyuna yansıyor. Fakat eski-yeni dengesinden daha köklü bir açılımla kamuoyundaki beklentileri de aşacak bir temsil oluşturulabilir. Kimi bakanların tecrübeleri, kamuoyuna güven telkin eden olumlu imajları siyaset ve toplum arasındaki ilişkiyi besliyor, büyütüyor. Ancak ‘ebedi şef’ veya ‘ölümsüz başkan’ gibi ‘kadrolu bakan’ veya ‘onsuz bakanlık çöker’ gibi klişe söylem ve teamüllerin yıkılması gerektiği de bir vakadır. Yeri doldurulamaz, vazgeçilemez, daha iyisi bulunamaz mantalitesi statükoyu ve belli bir isim etrafında oluşan iktidar zümresini derinleştirir.

Akrabaların kayrıldığı, yakınların iltimas gördüğü, hemşericiliğin esas alındığı, çıkar ilişkilerinin eksene oturduğu siyasal ilişki biçimi çürütür ve çökertir. Bu tür bir iktidar hastalığı çağlar boyunca çok yaygın ve hızlı bir biçimde bünyeye sirayet etme vasfını haiz olmuştur. Rüşvet ve iltimasın diğer bütün olumlu icraatlar karşısındaki pozisyonu ‘yutan eleman’dır. İktisadi atılımlar, siyasi açılımlar, İslami söylemler, diplomatik kazanımlar, teknolojik atılımlar vs… her türden olumlu adımı çürütüp kokuşturma ve nihayet çökertme gibi ‘yutan eleman’ işlevi gördüğü hiç akıldan uzak tutulmamalıdır.

Anayasa ve Başkanlıktan Önce

Adaletin dengesini nerede olursa olsun sağlam tutulmalı, siyasal ve toplumsal manada en önemli ve güçlü dayanağın adalet ekseninde garanti altına alındığı sürekli hatırda tutulmalıdır. 7 Haziran’dan 1 Kasım’a geçen beş aylık süreç toplumun AK Parti’ye açtığı ciddi bir kredidir ve şartsız, nihai, muhasebesiz olduğu zannedilmemelidir.

İktidar hırsı, güç tutkusu, boyun eğdirme zevki, bağımlı kılarak vazgeçilmez olma hülyası şifası, dermanı olmayan ölümcül bir hastalıktır. Bu hastalığın yıkmadığı devlet, aciz bırakmadığı hükümet, karizmasını yerle bir etmediği siyasal liderlik yoktur. Cumhurbaşkanı Erdoğan’a rağmen veya Başbakan Davutoğlu’nu pasifize ederek Hükümet kurmanın bedeli elbette çok ağır olur. Fakat öncelikle % 49.5’in sonra da 77 milyonun adalet beklentilerini geciktiren, görmezden gelen veya kale almayan, toplum kesimleri arasında hizmet, güvenlik ve özgürlük ayrımı yapan bir Hükümet kurmanın bedeli ise hepsinden daha ağır olur.

Yeni anayasa ve buna bağlı olarak uygun bir zamanlamayla başkanlık sistemi en önemli beklentiyi oluşturuyor. Fakat bu değişikliklerin epeyce yoğun bir mesaiyi ve belli bir zamanı alacağı sır değil. Bu sebeple kanunlar, yönetmelikler düzeyinde reformlar yapmaya hız vermekte fayda ve zaruret var. Resmi ideolojinin sirayet ettiği bütün söylem ve sembollerden arındırılmış eğitim öğretim işleyişi bunların en başta gelenidir. Bakın daha iki gün önce 10 Kasım dolayısıyla bütün bir ülke ‘Kamusal Matem Despotizmine’ muhatap kılındı.

Atatürk merkezli siyaset, eğitim, diplomasi, tören, alan düzenlemesi vs. ne zaman sonlandırılacak? Özlemle, minnetle, saygıyla hatta kel alaka bir biçimde ‘rahmetle’ anma tabasbusu ne yazık ki İslami camianın şöhretli tiplerinde, gazetelerinde, kurumlarında bile trend topic olabiliyor. Adalet öylesine bütüncül bir hayat inşa etmek ister ki ancak duygulara, kavramlara, reklamlara da hitap ederse hitam bulur. 

YAZIYA YORUM KAT