1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. "'Siyasal Partisi' de Olan Silâhlı Bir Örgüt Olma Dayatması!"
"'Siyasal Partisi' de Olan Silâhlı Bir Örgüt Olma Dayatması!"

"'Siyasal Partisi' de Olan Silâhlı Bir Örgüt Olma Dayatması!"

Yasin Aktay, Yeni Şafak'ta kaleme aldığı yazıda PKK'nın Çözüm Süreci'yle birlikte Türkiye'de normalleşmeye başladığını, değerlendirebilseydi siyasallaşabileceğini ifade ediyor lâkin PKK'nın silâhı tercih ettiğini söylüyor.

08 Ağustos 2015 Cumartesi 11:33A+A-

Yasin Aktay - Teröriste Karşı Teröristten Kahraman Olmaz / Yeni Şafak

Kabul etmek gerekir ki, PKK'nın, başta çözüm süreci yoluyla Türkiye Cumhuriyeti devleti ve hükûmeti tarafından dolaylı yolla da olsa muhatap alınması ve iki buçuk yıl boyunca güvenlik güçlerine doğrudan bir terör saldırısında bulunmaması “terörist” niteliğinin bir nebze gözardı edilmesine yol açtı.

Aslında iki buçuk yıl süren “çatışmasızlık” ortamını iyi değerlendirmiş olsa ve samimi olsa, silahları Türkiye'ye ve bölge halkına karşı kullanmayı tamamen bıraksa, önüne açılan siyasal alanı yerli yerinde kullansa, zamanla bu normalleşmeyi kimse yadırgamazdı. Kürt milliyetçisi bir parti, Türkiye'nin mevcut siyasal zemininde pekala varlık gösterebilir.

Bizden elbette ki uzak olsun. Kürt milliyetçiliği veya başka bir etnik milliyetçilik, biz başka milliyetçilikleri eleştirip onlardan uzak durduğumuz gibi elbette bundan da uzak durur, eleştirir, onunla farkımızı ortaya koymaya devam ederiz. Ancak demokratik siyasette milliyetçi, sol, sağ, liberal, sosyalist her türlü eğilime ve görüşe yer vardır. Herkes diğeriyle tartışmasını ve mücadelesini demokratik zeminde devam ettirir.

Oysa PKK çözüm sürecini bir siyasallaşma fırsatı olarak değil, “siyasal partisi” de olan bir silahlı örgüt olmanın fiilî durumunu dayatabileceği bir fırsat olarak değerlendirme uyanıklığını denedi. Çözüm süreci esnasında devletin güvenlik birimlerine doğrudan saldırmadı ama halka karşı terörün her türünü uygulamaya devam etti.

Aslında korucular da güvenlik birimi sayıldığına göre sadece çözüm süreci esnasında 20'ye yakın korucuyu pusu kurarak ve hunharca öldürdü, birçoğunu kaçırarak tehdit etti ve istediği çizgiye getirmeye çalıştı. İş adamlarını düzenli olarak haraca bağladı, istemediği insanları bölgeyi terk etmeye zorladı. Çözüm süreci dolayısıyla bırakması beklenen silahlı kadrolarını birkaç katına çıkardı, çoğu 18 yaşın altında binlerce elemanı dağ kadrosuna çekti ve bölgenin her tarafına âdeta karakollar kurarak halkın üzerinde tehdidini daha da hissettiren bir baskı kurmaya devam etti. Bu karakollardan yönetilen terör faaliyetleri kapsamında yollar kesildi, şantiyeler basıldı, insanlar kaçırılarak sorguya çekildi, öldürüldü vs. 6-7 Ekim olayları esnasında Yasin Börü ve arkadaşlarına karşı uygulanan vahşet ve şiddet istisnai ve bir defalık bir durum değildi.

Seçimlerden sonra ise PKK'ya başka bir haller oldu. Muhtemelen DAEŞ terör örgütüne karşı yürüttüğü mücadelede (!) gösterdiği “yararlılıklar” dolayısıyla üzerindeki “terörist” yaftasından tamamen kurtulduğunu düşündü. Ama bu kurtuluş uygulayageldiği terörden tamamen vazgeçerek elde ettiği bir kurtuluş değildi. Aksine PKK, DAEŞ'e karşı savaşma karşılığında Türkiye ve Kuzey Irak içinde elde edilmiş bir “terör hakkı” kazandığına vehmetti.

Mevcut terörist niteliğiyle DAEŞ'e karşı işe alındı diye, PKK, istediği gibi terör estirme hakkı elde etmiş olduğu zehabına kapıldı. Bu hakkı daha da meşrulaştırmak ve fiilî duruma çevirmek için Türkiye'yi DAEŞ'e destek olmakla, hatta bir aşama sonra terörist olmakla suçlamaya başladı. Bu hadsizliğin koalisyon güçleri nezdinde, Avrupa'da yeterince müşteri bulacağına emindi. Doğrusu, iyi müşteri bulmadı da değil. Ne yazık ki, PKK'nın, paralel medyanın da verdiği açık destekle anlattığı bu hikâye dünyada epey bir okuyucu ve müşteri buldu.

Bu müşterilerin PKK-Paralel ortak üretiminden aldıkları bu haberlerin çürük olduğunu öğrenmeleri Türkiye'nin aynı anda hem DAEŞ'e hem de PKK'ya savaş açmasıyla mümkün oldu.

Türkiye'nin DAEŞ'e terörist bile diyemeyeceği yalanını çok rahatlıkla ve ısrarla tekrarladılar ama bu konuda hiçbir kompleksi olmayan Türkiye, DAEŞ'e terörist demekle kalmadı, savaş da açtı ve bu yalanı boşa çıkardı. DAEŞ'e karşı yapılacak her mücadelede de yer alacağını ilan etti. Zaten fiilen bu savaş hem DAEŞ'e karşı hem onun arkasındaki güçlere karşı devam ediyordu. Ama şunu da net bir biçimde gösterdi Türkiye: Bir terör örgütü olarak DAEŞ'e karşı savaş kendisine “terör hakkı” elde etme uyanıklığı gösterecek başka bir terör örgütüne ihale edilemez. DAEŞ'e karşı savaştı diye PKK'dan veya PYD'den kahraman ve özgürlük savaşçısı çıkmaz, çıkmıyor. DAEŞ'e karşı savaştı diye PKK, Türkiye'deki terör suçlarından tahliye hakkı da elde etmez, özellikle Rojawa ve Kuzey Irak'ta başka Kürtlere karşı terör hakkı da elde etmiş olmaz.

Açıkçası PKK, ABD ve Avrupa'dan DAEŞ'e karşı gösterdiği yararlılıklar karşılığında böyle bir hak talep etti ve bir ölçüde de talebine karşılık aldı. Şimdi ABD ve Avrupa ülkelerinin özellikle dikkat etmeleri gereken durum, kendi sınırlarından çok uzakta cereyan etmekte olan bir savaşta Türkiye için tehdit oluşturan bir terör örgütünü müttefik olarak görüp görmeyecekleri. Bu eli kanlı terör örgütünden müttefik oluşturmaya kalkışırlarsa terörü destekleyen ülke durumuna düşmüş olacaklar.

HABERE YORUM KAT