Siyasal iklim böyle mi değişmeli?
“Kabahat samur kürk olsa kimse üstüne almaz” sözü insanoğlunun en ciddi zaaflarından birine dikkat çekiyor. Yaşanan bunca tecrübeye, nasihat ve eğitim süreçlerine rağmen insanın üstesinden gelmekte en çok zorlandığı mesele kusurunu kabul etmektir, çoğu zaman. İnsanın kusurunu görebilmesi, eksiğinin farkında olabilmesi, kendini eleştirebilmesi ve kendisine yönelik eleştirilere makul bir karşılık verebilmesi ileri düzeyde bir akla ve derin kökleri olan bir ahlaki karaktere delalet eder. Zaten “insan” yaradılış itibariyle eksik-kusurlu bir varlık değil midir? Ama aynı insanın cedeli (polemiği-tartışmayı) çok sevdiği de kudret, şöhret, gösteriş ve zenginlikte sınır tanımayan bir iştihayı mayasında taşıdığı da gerçeğin diğer parçasıdır.
Kabahatleri tespit edip tekrarını engellemek toplumun, suçluları yakalayıp adil bir biçimde yargılayıp cezalarını vermek hükümet ve mahkemelerin sorumluluğundadır. Bu süreçlerde ihtilaf da olur tartışma ve gerilim de olur. Ancak memlekette olan biten her hadise toplumsal ve siyasal zeminde derin bir ihtilaf doğuruyorsa, türlü ithamlarla ciddi bir tartışma ve gerilim kaynağına dönüşüyorsa açıktır ki bu ülke aşırı düzeyde politize olmuş, adalet ve merhamet duyguları örselenmiş nihayet ölçüsünü şaşırmış bir şekilde şaşkınlık bataklığına düşmüş demektir. İşte bu gibi durumlarda en yukarıdan en aşağıya kadar toplumun bütün kesimlerini sükûnete ve fazilete davet edecek hikmet ehli insanların temel kaynaklara ve fıtri-evrensel ölçülere dönüş çağrısı yapması gerekmektedir.
En son yaşadığımız Gara’daki acı kayıptan yola çıkarak etrafımıza dikkatlice bir bakalım. Tuhaf bir biçimde 13 kardeşimizin hayatına kıyan faillerin kim olduğu soruluyor. Kuzey Irak’a yapılan kapsamlı operasyonun önü-arkası ve bağlamı üzerine aydınlanma isteği ve aydınlatma girişimi kaotik bir siyasal hesaplaşmaya dönüşmüş durumda. Pençe-Kartal (2) Harekâtı’nın bir yönü PKK-PYD’nin bölgeden tümüyle süpürmeye yönelikken diğeri bir yönü de uzun bir zaman önce kaçırılıp rehin tutulan asker, polis ve sivil 13 kişinin yerlerini tespit edip kurtarılmasına yönelikti. Çatışma sürecinde kimlerin ihmal veya kastı sebebiyle bu can kayıplarının yaşandığını en hassas biçimde takip edip hesabını sormak hem mahkemelerin hem de bütün toplumun üzerine vazifedir.
PKK’dan Öteye Geçen Suçlamalar
Sözün şehveti, siyasetin yıkıp geçerek kazanma hırsı öyle bir noktaya getirdi ki işi CHP lideri Kılıçdaroğu aynen şu cümleyi kurdu: “13 şehidimizin sorumlusu Erdoğan’dır. Kimse başka bir şey düşünmesin.” Siyasi ve idari açıdan elbette Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da Gara’da yaşananlarda sorumluluğu vardır. Zaten Erdoğan’ın operasyonun mahiyeti ve zamanlamasına ilişkin bir dizi izah yaptıktan sonra sarf ettiği “kurtarmak için çok uğraştık ama başaramadık” cümlesi bu sorumluluğa vurgu yapmaktaydı. Fakat bu meselenin kamuoyuna yansıtılmasında şöyle derin bir çelişki yaşanmaktaydı. HDP’den zaten beklenen ve hemen hiç kimse için şaşırtıcı da olmayan PKK’nın katliamını PKK’yı anmadan ve temize çekerek lakin bilakis Erdoğan’ı itham ederek kınama açıklaması bilfiil tekerrür etti.
CHP’nin tarzı ise Gara bölgesine yapılan kapsamlı operasyonu olabildiğince karikatürize ederek tecessüm etti. CHP sözcüleri hemen bütün zeminlerde “davul zurnayla rehine kurtarma operasyonu mu olurmuş” benzeri ibarelerle alay konusu yaptıkları sürecin neticesi siyaseti ve orduyu olduğu gibi bunlara güvenen geniş toplum kesimlerini de beceriksiz ve gülünç pozisyona düşürmeyi hedeflediği açıktı. Bu çirkin siyaset biçimi ilk safhada PKK’nın adam kaçırmadan iğrenç infaz usullerine değin bölgede Amerika ve Rusya hesabına giriştiği terör faaliyetlerini perdeleme vazifesi görüyor. İlaveten Türkiye’nin son dönemde elde ettiği psikolojik ve askeri üstünlüğü itibarsızlaştırıp “yurtta sulh, cihanda sulh” klişesini bir pranga gibi kullanarak bölgede etkin ve nüfuz edici bir strateji kurma girişimleri de sabote ediliyordu.
Peki, kaçırılıp rehin tutulan 13 kişinin PKK tarafından iğrenç bir biçimde infaz edilmesi hangi sonuçları doğuracak? MHP lideri Bahçeli’nin başlattığı “Gara’dan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” söylemiyle belirlediği “ya hıyanet ya hidayet” ayrışması nasıl belirlenecek? Bu keskin söylemi Bahçeli’nin birkaç aydan bu yana HDP’nin muhakkak ve hızla kapatılması yönündeki çağrılarıyla da birlikte düşünmek gerekiyor. PKK-HDP arasındaki ideolojik ve siyasi vesayet ilişkisini gayet iyi biliyor, kadro ve örgütsel ilişkiyi de gayet net görüyoruz. Bu meyanda HDP’nin adeta kapatılmak için bütün gerekçeleri hazır edip servis ettiğini de cümle âlem biliyor. Kapatmak belli bir prosedür gereği zaman alsa da mümkün ve kolay.
Kapatmak Çözüm mü, Çözümsüzlük mü?
İyi ama HDP’nin kapatılmasıyla terörle mücadelede mesafe mi alınacak yoksa HDP’ye oy veren kitleler mi ikna edilecek? Kendimizi kandırmayalım, bunların hiç birisi olmayacak. PKK’ya yapılan operasyonları HDP’nin engelleme, başarısız kılma veya itibarsızlaştırma kudreti mi kaldı? Hiçbir etkisi yok. Siyaset ve yargı geçmişin yanlışlarını tekrarlamaktan özenle kaçınmalı. HDP’nin kapatılması bu partiye destek veren kitleler nezdinde AK Parti ve MHP’ye kayma sonucunu doğurmaz ama PKK’nın siyasal kimliğini biraz daha genişletmeye omuz vermekten başka sonuç doğurmaz.
Başka bir hikâyesi daha var bu sürecin; İç politikada MHP’nin, dış politikada Amerika ve Avrupa Birliği’nin vesayetinin önü daha fazlasıyla açılacaktır. Askeri operasyonlarla PKK’yı tasfiye sürecini hızlandırdıktan sonra HDP’nin açık olması ne ifade eder ki kapatma kampanyalarıyla tehlikeli bir gerilim hattı inşa ediliyor! Altını bir kez daha çizelim: PKK’nın HDP’den güç alıp hareket etmediği aksine HDP’nin her halükarda PKK’ya göre konumlanıp pozisyon aldığı aşikâr. Bu durumda parti kapatmaların siyasal ve toplumsal açıdan bin bir türlü fecaat ürettiğini görmezden gelerek taş duvarlara doğru koşmanın ne manası var?
Kurtuluş ve huzurun, refah ve güvenliğin garantili reçetesi olarak sunulan HDP’nin kapatılması kampanyası en absürt ve tehlikeli çıkışları kışkırtmaktan başkaca bir işe yaramıyor nihayet. Her ne kadar geri alıp özür dilemiş olsa da AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Özhaseki’nin CHP ve HDP yakınlaşmasını kast ederek sarf ettiği şu cümleler yenilir yutulur gibi mi Allah aşkına: “Seçimlerde 4 tane oy alabilmek için olmadık kalıba giriyorsunuz. Lanet olsun oylarına. Onların oylarının Allah belasını versin.” Daha vahim bir mantığı Hürriyet yazarı Nedim Şener şöyle inşa ediyor maalesef: “HDP’ye oy veren 6 milyon kişi, benim askerime kurşun yağdırıyor demektir. Hiç tartışmıyorum. HDP'ye oy veren, PKK'nın kalaşnikof kurşunu neyse.” Milyonlarca insan nasıl oldu da her türlü vahşeti temsil eden PKK’nın uzantısı HDP’yle paralel bir siyasal çizgide konumlandığını adamakıllı araştırıp soruşturan yok hala. Bu süreci PKK ve HDP’nin propaganda başarısına veya dış güçlerin oyununa bağlayıp izah etmek olacak iş değil. Geçmişten bugüne siyasetin, bürokrasinin, yargı ve medyanın yangına körükle, benzinle çare aramaya kalkan aymazlıklarını da kimse (s)aklamaya kalkışmasın.
Toplumu suçlayan siyasetçi, siyaseti suçlayan bürokrasi ve yargı, bürokrasi ve yargıya güvenmeyen toplum gibi fasit ve ateşte örülü bir çemberin oluşturulması ülke için en büyük tuzaktır.
*
Yazar, Yeni Akit’teki köşesinde yayımlanan bu yazısını Haksöz-Haber için genişletmiştir
YAZIYA YORUM KAT