Siyasal çatışmanın başat unsuru olarak kültür
Ömer Lekesiz, Türkiye'de siyasal farklılaşma ve çatışmayı kültür bağlamında değerlendirdiği yazısında sistemi şekillendiren resmi ideolojinin hegemonyasına dikkati çekiyor.
Ömer Lekesiz'in Yeni Şafak'ta yayımlanan ve tartışmaya açık vurgular barındırmakla birlikte genel hatlarıyla ufuk açıcı olduğunu düşündüğümüz yazısını (27 Temmuz 2023) aşağıda ilginize sunuyoruz...
Siyasi çatışmanın başat konusu: Kültür
En genel anlamıyla kültür, tıpkı tabiatın işlenmesindeki gibi, insan tabiatının da dil, düşünce, töre, maddi-manevi ve ahlaki değer, zevk … cihetinden işlenmesidir.
Kültürün biyolojik manasının mikrop üretmek olduğunu hatırlatarak söylersek, söz konusu işlenme fertler, aileler, toplum… arasında sirayeten (enfeksiyonla) olur.
Yukarıdaki tanımı Osmanlı ve onun devamında kurulan Türkiye ile sınırlandırarak ele alacak olursak, kültürün son iki yüz yıldır bizzat devlet tarafından işletilmek istendiğini; kültürün kendi doğal işlenme süreçlerinden yalıtılarak doğrudan siyasetin ana konusu haline getirildiğini görürüz.
Öyle ki, geçmişte siyasetin araçlarından bir araç olan kültür, siyasetin kendisine dönüşmüş, siyasi bir tercih, yenilenme, karar, uygulama... aynı zamanda kültürle iç içe geçirilerek, iki ayrı kelime olan siyaset ile kültür dil, düşünce ve eylemde birbirlerinin yerine kullanılmaya başlanmış; günümüzde ise artık siyaset kültürü ile kültür siyaseti terkipleri arasındaki salt dilsel ya da tanımsal farklar da kapatılmıştır.
Kültürün devlet tarafından işletilmesindeki kararın nedeni ise, yıkılma sürecindeki Osmanlı’nın ölüm döşeğindeki baba metaforuyla duygusal bir boyut da kazandırılarak yeniden güçlendirilmesinde Batılılaşmanın devlet tarafından nihai, tartışılamaz ve giderek -Türkiye Cumhuriyeti’nde- tartışılması da teklif edilemez bir şekilde benimsenmiş olmasıdır.
Arzulandığı üzere Batılılaşma Osmanlı’yı yıkılmaktan kurtaramamış, ancak Osmanlı’yı yıkanlar onu yeni devlete -zaten uygulamasında önemli mesafeler alınmış kaçınılmaz bir süreç olarak- dayatmışlardır.
Devletin elibadan alfabeye geçme kararıyla halkını bir gecede cahiller topluluğu haline getirmesi başta gelmek üzere, örneğin bugünden bakıldığında son derece komik görünen Şapka Kanunu vb. ile nice başlar gövdelerinden kopartılmıştır.
Bu noktadan itibaren Batılılaşmacı / Batıcılaşmacı devletle, onun halkı arasında giderek hatları çok keskinleştirilen bir çatışma ortaya çıkarılmış ve bu çatışma devletiyle birlikte halkının da enerjisini tüketen siyasi / kültürel bir gerçeklik olarak, aynı ayrıştırmanın halktan da talep edilmesiyle kemikleştirilmiştir.
Bu safhadan itibaren devletin Batılılaşmasından yana olanlar, bugün de halen okumalarına, araştırmalarına, düşünmelerine hiç gerek olmaksızın ilerici, çağdaş, aydın sayılırken, Batılılaşmaya karşı çıkanlar da peşinen mürteci, yobaz, aydınlanma düşmanı ilan edilmişlerdir.
Gelinen nokta da ise söz konusu çatışma yine kültürel tercihler üzerinden sürmekte, Batılılaşma yanlıları, sözüm ona bugüne kadar sağladıkları büyük kazanımları(!) örneğin kendi tarihlerine küfrederek, sokakta şortla gezerek koruma; Batılılaşmaya karşı çıkanlar da örneğin hacı yağına, sarığa sahip çıkarak inançlarını yaşıyor ve yaşatıyor olma yanılsamasında azami kararlılığı göstermekteler.
Konuya daha iyimser bir noktadan bakanların Başkan Erdoğan’ın yönetiminde geçen son yirmi bir yılda söz konusu çatışmanın tamamen giderilmesi mümkün olmasa da azaltıldığına hükmetmeleri mümkündür.
Buna karşılık biz de Başkan Erdoğan’ın bu yöndeki samimiyetinden ve yoğun gayretinden kuşku duymuyoruz ancak konu devlet ve dolayısıyla devletin siyaseti / kültürü olunca alınan ve halen alınabilecek olan ilgili kararların da son tahlilde devletin zaten çok baskın olan gücüne güç katmaya, Batılılaşma tutumunu tahkim etmeye yarayacağına ve iktidarda kim bulunursa bulunsun bu sonucun -kolay yoldan- değişmeyeceğine inanıyoruz.
Çünkü, kültürü siyasetinin bir aracı değil bizzat kendisinin en başat meselesi haline getirerek siyasetinin yerine hatta ve hatta onun da üstüne çıkaran devlet gücünün, bundan vazgeçmesi mevcut anayasaya ve bidayetinden beri devletin özel korumasına aldığı, millilik anlayışına düşman olanların el an yoğun şekilde devam eden psikolojik baskılarına göre mümkün değildir.
Burada Başkan Erdoğan’ın mezkur konuda zayıflığına hükmetmek ona karşı yapılabilecek en büyük haksızlık olacaktır.
Zira burada esas mesele yöneticinin zayıflığı değil, onun devleti yönetmede zorunlu tutulduğu sistem merkezli ana ilkenin ya da asli şartın pekinliğidir.
Nitekim, Başkan Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri’nde yaptığı konuşmaların tamamını okuyanlar onun zikrettiğimiz çatışma ve kültürün önemi konusunda büyük bir vukufiyete sahip olduğunu göreceklerdir.
Netice olarak, yeni bir anayasa yapılmadan, olası hain kontenjanının sayısı en aza indirilmeden, siyasi çatışmanın başat unsuru olan kültür probleminin üstesinden gelmek mümkün olmayacaktır.
HABERE YORUM KAT