Sivil toplumun darbecileri
Ergenekon davası çerçevesinde bir gözaltına alma ve belge tespiti dalgası daha yaşadık. Bu kez darbe girişimi ile ilişkili olduklarına dair epeyce uzun bir zamandan beri kuşkular duyulan bazı akademik kişiler de soruşturmaya alındı. Kamuoyunun haklarında kuşku duyduğu bu isimlerin birçoğu zaten daha önce yargı sürecine intikal etmiş belgelerde bulunmaktaydı. Konuşma kayıtları veya organizasyon şemaları içinde birçok kez karşımıza çıkmışlardı. Dahası söz konusu kişilerin Ergenekon tertibinin yandaşı olduklarına dair bir kuşku ise zaten yoktu. Dolayısıyla mesele bu kişilerin sadece ‘yandaş’ mı, yoksa ‘paydaş’ mı olduğuydu. Aslında örneğin Erol Manisalı gibi örneklerde bu bile epeyce belirgindi, çünkü Manisalı’nın askerî komutanlarla yaptığı ‘sohbetler’ video kaydına alınmış olarak savcılığın elindeydi...
Kısacası bu gözaltı dalgasının pek şaşırtıcı bir yanı yok. Hatta böyle bir adım atılmadan Ergenekon davasının ilerlemeyeceğini bile öne sürebiliriz. Çünkü Jandarma İstihbaratı’nın merkezî odak rolünü benimsediği bu zincirleme darbe projesinin, bir sivil toplum ayağının bulunduğu ve üniversitelerin bu amaçla kullanılmak istendiği, bizzat söz konusu merkezin ürettiği darbe stratejisi belgelerinden anlaşılıyor. Diğer bir deyişle darbeci askerler hayallerine kavuşmak için sivil bir örgütlenmeye muhtaç olduklarının farkındalar. Eğer tüm kuvvet ve ordu komutanları darbe yapmaya yanaşsaydı, belki yine eski usul bir darbe denenebilirdi. Ancak böyle bir fikir birliğinin sağlanamaması, güç ve silahın yerini ajitasyon, provokasyon ve manipülasyonla hareketlendirilecek bir toplumsal desteğin almasını gerektirmiş gözüküyor. Nitekim Örnek ve Balbay’ın günlüklerini, Jandarma İstihbaratı’ndan sızan örgütlenme şemaları ile birleştirdiğinizde, sivil toplum örgütleri ve üniversitelerin nasıl hayati bir rol oynamaya aday olduğunu anlıyorsunuz.
Buradaki sorun darbede rol oynamaya aday olmakla gerçekten rol oynamak arasındaki ince farkta yatıyor. Muhtemelen her gözaltı dalgasında darbe ile ilişkili olduğunu fark etmeyen, fikirlerinin ima ettiği ilişki ağlarına girmekten mutluluk duyan, kendilerini birer idealist olarak gören veya hayal ettikleri siyasete doğrudan müdahil olmanın gururunu yaşayan insanlar bulunuyor. Bu insanlar belki de sadece bazı toplantılara katılıp, fikirlerini serbestçe söylemekle yetindiler. Ama bazıları da daha ileri giderek, bu toplantıların belirli amaçlara uygun olarak yapılmasını sağladılar ve toplantı kararlarının da hayata geçmesi için çalıştılar. Kimin nereye kadar gittiği, ne kadar işin farkında olduğu, nasıl bir sorumluluk taşıdığı yargı sürecinde ortaya çıkacak.
Bugün söz konusu gözaltına alma sürecine karşı çıkanların çıkış noktaları sorunlu... Sanki bazı savcıların ‘huylandıkları’ bazı insanları kasten rahatsız etmek üzere davrandıkları izlenimi verilmek isteniyor. Farz edelim ki bu varsayım doğru! Savcılar gerçekten de ‘siyaseten’ davranıyor ve hoşlanmadıkları kişileri nezarete atmaya çalışıyorlar. Ne var ki savcıların bunu yapma yetkileri yok... Hiçbir savcı sırf öyle uygun gördü diye birilerini gözaltına alamıyor. Bunun için bir mahkeme kararı gerek... Diğer bir deyişle yaşanan süreci mümkün kılan yargıçlar heyetinin önlerine konan delilleri tatmin edici bulmaları, yani gözaltına alınmak istenen kişilerin gerçekten de Ergenekon darbe girişimi ile bağlantılı olma ihtimalini yüksek görmeleridir.
Büyük ihtimalle daha önceki dalgalarda olan, bu sefer de yaşanacak... Yani şimdi gözaltına alınanlarla ilgili ilave belge sızmalarına tanık olacak ve böylece her dalganın başında yaşanan ‘laik/kemalist’ infialin bir kez daha söndüğünü göreceğiz. Bu durumda dava sürecinin karşısında yer alanlar veya muhtemel bir darbeyi içgüdüsel olarak destekleyenlerin önünde tek bir yol var: Duygu sömürüsü... Daha önce yapılmış olanlar şimdi de Türkan Saylan için yapılıyor. Evine girilmiş, bazı evraklara el konmuş ve çıkılmış... Ama olay bir ‘hukuk suistimali’ haline getirilerek, Saylan’dan bir ‘demokrasi havarisi’ üretilmek isteniyor. Saylan cüzamla savaşan, topluma katkısı olan bir aktivist. İyi de, cüzamla savaşanların darbeci olamayacağına mı inanmamız gerekiyor?
Açık gerçek şudur... Ergenekon darbe girişimi, kendisini destekleyen bir sivil toplum ayağı da yaratmış, ya da zaten ideolojik olarak buna yatkın olan örgütleri mobilize etmişti. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği de bunlardan biri... Saylan’ın kendisi doğrudan işin parçası olmamış olabilir ama muhtemelen gözaltına alınanlar arasında ‘işin içinde’ olanlar da var ve Saylan da o örgütün başı...
Nihayet Saylan’ın ‘ne şeriat ne darbe’ sloganına dayanılarak korunmasına gelince, bu dengeci sloganın ‘demokratik’ bulunabilmesi, dengelenmek istenen kanatların eşit gerçekçilikte olmasını gerektirir. Oysa bugün Türkiye’de bir şeriat tehlikesinden söz etmek için epeyce cahil olmak gerekirken, darbe girişimi gözümüzün önünde duruyor. Darbeyi hayali bir şeriat tehlikesiyle ‘dengelemek’ ise, demokratik değil epeyce yanlı bir duruş. Yaşanan yeni dalganın anlamı da zaten bu yanlılığın deşifre edilmesiyle ilgili...
TARAF
YAZIYA YORUM KAT